Yeni inşa sürecine Spinoza’dan bir katkı
Forum Haberleri —

Spinoza
- Spinoza özgürlüğü sadece “seçmek” değil, “anlamak” ve “kendini yönetmek” olarak tanımlar. Böylece özgürlük, daha derin, etik ve bilinçli bir yaşama kapı açar.
- Spinoza’da insan ve doğa birbirlerine içkin bir bütündür. İnsan, doğadan ayrı, onun üzerinde konumlanmış bir özne değil, doğanın bir modudur, yani doğanın kendisiyle özdeşleşen bir varlıktır.
MEHMET ERBAY
“Mükemmel olan her şey, nadir olduğu kadar zordur da”.(Ethica)
Güzel olan şey zordur. 12 Mayıs aslında bir paradigmanın halka teslim törenidir diyebiliriz. Dağlarda başlayan, oluşan, büyüyen ve artık oralara sığmayan bir yaşam biçimi ve söyleminin şehirlere, köylere, insanın olduğu her yere, hatta sadece insanın değil, hayvanın ve bitkinin olduğu her yere tesliminin günüdür. Yükümüz ağır ama güzeldir. Serkeftin ji bo me…
Bu yazıda biraz Spinoza’dan bahsetmek istedim, çünkü o, Demokratik Modernite’ye 17. yüzyıldan gelen bir dostun selamıdır.
Günümüzde özgürlük çoğunlukla “seçme hakkı” olarak anlaşılıyor. Pazarın içinde istediğin ürünü seçebilmek, istediğin mesleğe sahip olmak, istediğin şehirde yaşamak gibi haklar özgürlükle eşleştiriliyor. Ancak bu özgürlük türü, derinlemesine düşünüldüğünde çoğu zaman yüzeysel kalıyor.
Kapitalist sistem, bireye özgürlük hissi verirken aslında onu daha karmaşık ve görünmez zincirlerle kendi sistemine bağlıyor. Ekonomik zorunluluklar, sosyal baskılar, rekabetin yarattığı stres, tüketim alışkanlıkları ve sürekli bir “daha fazlasına sahip olma” hali insanın gerçek tercih yapma kapasitesini azaltıyor. Özgürlük, çoğu zaman bir yanılsama haline geliyor.
İşte Spinoza burada devreye girer. Ona göre gerçek özgürlük, dışsal koşulların ya da tutkulu arzuların esiri olmamak demektir. Bir insan, sadece kendisine dayatılan arzulara göre hareket ediyorsa, o kişi özgür değildir. Özgürlük, neden ve nasıl arzu ettiğini anlamak, tutkularının kölesi olmamakla mümkündür. Bu, bireyin kendi içsel nedenlerini bilmesi ve aklıyla hareket etmesi anlamına gelir.
Spinoza’nın bu yaklaşımı, kapitalist sistemin özgürlük anlayışına güçlü bir eleştiridir. O, özgürlüğü sadece “seçmek” değil, “anlamak” ve “kendini yönetmek” olarak tanımlar. Böylece özgürlük, daha derin, etik ve bilinçli bir yaşama kapı açar.
Ancak burada hemen belirtmek gerekir ki, Spinoza’nın özgürlük anlayışını sadece bireysel düzeyde ele almak eksiklik olur. Çünkü onun felsefesi, bireyin akılla kendini anlaması kadar toplumla olan ilişkisinde de özgürleşmeyi önemser.
Spinoza’ya göre insan, çoğu zaman dışsal nedenlerin etkisiyle tutkulara kapılır dedik. Dolayısıyla öfke, kıskançlık, bireyci güç istenci, hırs gibi duygular insanı edilgen kılar. Ancak birey bu tutkularını ve onların nedenlerini akılla kavradığında onları aşabilir, yani pasif olmaktan çıkar, aktif ve özgür hale gelir.
Bu, içsel bir uyanış ve dönüşümdür.
Spinoza, bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu yapıya “çokluk” kavramı üzerinden yaklaşır. Çokluk, sadece sayı değil, bilinçli ve akıllı bir topluluğun yaratacağı güçtür. Toplumsal yaşamda özgürlük, bireylerin kendi çıkarlarının ötesine geçip ortak akıl ve dayanışma ile hareket etmesiyle mümkün olur.
Bu anlayış, günümüz toplumunda iş birliği ve kolektif eylemin önemini vurgular. Kapitalist bireyciliğin aksine, Spinoza özgürlüğün ancak birlikte hareket ederek, birbirimizin kudretini artırarak gerçekleşeceğini söyler.
Spinoza özgürlüğü hem bireyin kendi tutkularını anlamasıyla hem de toplumun dayanışmasıyla kazanılan bir süreç olarak görür. Dolayısıyla, özgürlük bireysel bir hak değil, toplumsal bir etkileşim ve bilinç işidir.
Kapitalist sistem, doğayı büyük oranda ekonomik bir kaynak olarak görür. Doğa, sermaye birikimi ve üretim süreçlerinin hizmetinde olan bir nesne haline gelir. Bu yaklaşım, doğal çevrenin tahribatına, biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve ekolojik krizlere zemin hazırlamıştır. Kapitalizmin doğaya yönelik bu indirgemeci tutumu, insan ve doğa arasındaki ilişkinin kopmasına neden olurken, bu kopuş hem insan yaşamının hem de doğanın varlığının sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir.
Spinoza’nın felsefesi, bu noktada radikal bir alternatif sunar. Spinoza’da insan ve doğa birbirlerine içkin bir bütündür. İnsan, doğadan ayrı, onun üzerinde konumlanmış bir özne değil, doğanın bir modudur, yani doğanın kendisiyle özdeşleşen bir varlıktır.
Bu ontolojik perspektif, insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmeyi zorunlu kılar. Spinoza’ya göre doğaya karşı tahakküm kurmak, onun dışına çıkmak mümkün değildir; çünkü insan da doğa da evrenin işleyişinin zorunluluklarına tabidir.
Özgürlük, ancak doğanın işleyişini anlamak ve bu anlayışla doğayla uyum içinde yaşamaya yönelmekle sağlanabilir.
Bu düşünce, günümüz ekolojik felsefesine, çevre etiğine ve sürdürülebilirlik yaklaşımlarına doğrudan katkıda bulunur. Spinozacı perspektiften bakıldığında, ekolojik kriz, insanın doğadan kopuşunun ve onunla uyumsuz yaşam tarzlarının bir sonucu olarak anlaşılır.
Dolayısıyla ekolojik dönüşüm, sadece teknolojik ya da politik bir mesele değil, aynı zamanda ontolojik ve etik bir dönüşümü gerektirir.