Yoksulluğun ve yolculuğun romanı: Can

Kültür/Sanat Haberleri —

  • Yazar kitap boyunca kartallar aracılığıyla Zerdüşt inancına, Prometheus’a,  tavus kuşunu kutsal kabul eden inançlara bol bol gönderme yapmıştır. Çarlık Rusyasının sembollerinden biri de kartaldır. Kartalların bu kadar yırtıcı olması ve sosyalizmden bihaber olan bu halkı yemek için uğraşması da ironiktir.

 

PELİN ÜNAL

Rus yazar Andrey Platonov’un “Can” isimli romanı hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Fakat hakkında ne kadar konuşulursa konuşulsun, ne kadar yazılırsa yazılsın hep bir şeyler eksik kalacaktır. Gerek dili, gerekse dünyaya bakış açısıyla edebiyat tarihinin en önemli yapıtlarından biridir çünkü ve hakkında söylenen her şey onun kıymetini ortaya koymaktan uzak kalacaktır.

Platonov iç savaş sırasında Bolşeviklerin safında mücadele etmiş bir yazar. Sovyet Devrimi'nden sonra şahit olduğu ve yanlış bulduğu kimi uygulamaları dile getirdiği için Stalin’in hışmına uğramış, uzun yıllar yasaklı bir yazar olmuştur. Platonov, "Can" adlı romanında da bir grup yazarla yaptığı Türkmenistan gezisinde şahit olduğu ve yanlış bulduğu meseleleri işliyor.

Romanın baş karakteri Nazar Çağatayev, Moskova İktisat Enstitüsü'nden yeni mezun olmuş genç bir Türkmendir. Babası Hive Savaşı’na katılmış bir Rus askeri. Nazar daha doğmadan babası ortadan kaybolur, bir daha dönmez. Annesi Gülçatay ise yoksulluğun, sefaletin her türlüsünü görmüş bir  Türkmen. Daha önce iki çocuğunu yoksulluktan kaybeden Gülçatay,  Nazar’ı küçük bir çocukken bozkıra bırakır, çünkü onu “ölü görmek istemiyordu.” Nazar annesinden ayrılmak istemez, fakat Gülçatay, “Seni sevemeyecek kadar güçsüzüm" deyip kovar onu. Çölde tek başına kalınca bir çobana sığınır. Uzun süre orada kalır ve çoban tarafından Sovyet iktidarına teslim edilir. Yazar bu durumu şu sözlerle ifade eder:

“Sovyet iktidarı daima gereksizleri ve unutulmuşları toplar, fazladan bir boğazın hesabını tutmaya gerek görmeyen çok çocuklu, dul bir kadın gibi.” Sovyet iktidarını dul bir kadına benzetmesi akla Lenin’i getirebilir. Baba Lenin mi yoksa? Yokluğu Sovyet halklarını yetim mi bıraktı?

Can’ın kayıp halkı

Platonov hem bu eserde hem de öykülerinde Stalin’i ironik bir şekilde yerer. Zaten ölüm de bu yergi yüzünden erkenden dayanır kapısına. 15 yaşındaki oğlu rejim düşmanlığı suçlamasıyla çalışma kampına gönderilir ve kampta kaptığı tüberkülozu dönüşte babasına bulaştırarak ölümüne sebep olur.

Okulu bitiren Nazar Parti Merkez Komitesi tarafından doğup büyüdüğü topraklara, orada yaşayan yoksul halka sosyalizm ve mutluluk getirmesi amacıyla gönderilir. Halkına ruh ya da tatlı hayat anlamına gelen Can ismi verilir. Can halkı uzun yıllardır çölde kayıptır ve Parti Merkez Komitesi Nazar’dan halkı bulup Sarıkamış’a götürmesini ister. Can sözcüğü aynı zamanda köle anlamına da gelir. Misal, Gogol’ün “Ölü Canlar”ı. Bu kayıp halk Sarıkamış, Amuderya, Üstyurt deltasında yaşamış ve Türkmen, Karakalpak, Özbek, Kazak, İran, Belluci, Kürt ve kim olduğu unutulmuş halklardan oluşuyordu. İçlerinde aynı zamanda kaçaklar, yetimler, kapı dışarı edilmiş köleler, kocalarını aldatan kadınlar, suçlular da vardır.

Nazar, “Sosyalizm mi kuracağım orada? “diye sorar. 

Sekreter, “Daha ne olsun, halkın cehennemi görmüş, şimdi biraz da cennette yaşasın. Biz de ona var gücümüzle yardım edeceğiz” der.

Nazar trenle Taşkent’e, oradan da yürüyerek yedi günde çocukluğunun yurduna ulaşır. Yedi rastgele seçilmiş bir sayı değildir. Formülistik bir sayıdır ve varoluşun simgesidir.

Çölde hiçbir hayat belirtisine rastlamaz bir süre. Sonradan güçten düşmüş bir deveyle karşılaşır. Onu bir süre sırtında taşır ama deve uzun süre direnemez ve ölür. Çölde yiyecek bulamadığı için ölü deveyi üzülerek yer, çünkü kederli bir hayvanı yemek -mecburen de olsa- Nazar’ın gücüne gider. Romanda sadece Can halkını değil halkın yaşadığı topraklardaki hayvanların ve bitkilerin de yokluktan payına düşeni fazlasıyla aldığını görüyoruz: Açlıktan ölen deve, takatsizlikten havlama yetisini bile kaybetmiş köpek, zayıflıktan köpeğe benzeyen koyunlar, kurumuş bitkiler…

Platonov sadece insanlara değil, doğadaki her canlıya, her nesneye hassasiyetle yaklaşan bir yazar. Mekandaki eşyalara da ruhları varmış gibi inanan yaklaşımı romanın girişinde dahi  görülüyor.

İyi bir şeyse Sarıkamış’a gelsin

Nazar’ın çölde karşılaştığı ilk insan Süfyan’dır.  Ona Stalin’i tanıyıp tanımadığını sorar.

 “Bilmiyorum, bir keresinde duymuştum bu kelimeyi ama iyi bir şey olduğunu sanmıyorum. İyi bir şeyse Sarıkamış’a gelsin. Tekmil dünyanın cehennemi buradaydı“ der Süfyan ve Nazar ile birlikte Can halkını aramaya başlar. İki gün sonra Sarıkamış sınırında kör Molla Çerkezov ve on yaşındaki kızı Aydım’ı  bulurlar. Çerkezov’u orada bırakıp Aydım’ı alarak yola devam ederler. Ki Aydım sonradan Nazar’ın en büyük destekçisi ve yardımcısı olacaktır. Yıllar sonra nihayet annesi Gülçatay ile karşılaşır. Bu karşılaşmanın çok duygusal olması beklenir, fakat Gülçatay yoksulluktan o kadar hissizleşmiş ki oğluna ilgi göstermez bile.

Uzun arayışlar sonucu halkının çoğuna ulaşırlar. Hasta olan yirmi kişi dışında kırk yedi kişi vardır. On biri kadın, üçü çocuktur. Çocuklardan ikisi Sarıkamış’a varmadan ölür. Bulduğu insanları bir araya getiren Nazar, halkıyla birlikte Sarıkamış’a doğru yola çıkar. Bu yolculuk çölü geçerek Kenan’a ulaşmaya çalışan Yahudi yürüyüşünü de andırıyor. Yol boyu insanlar, koyunlar ve kartallar arasındaki yaşam zinciri ölüm kalım savaşına dönüşür adeta. Kaybolmuş koyunları yiyerek hayatta kalmaya çalışan Can halkı, çölde ölen ve yaralanan insanları  yiyerek yaşamaya çalışan kartallar...

‘Suda boğuldu, yaşamayı istemedi’

Yazar kitap boyunca kartallar aracılığıyla Zerdüşt inancına, Prometheus’a,  tavus kuşunu kutsal kabul eden inançlara bol bol gönderme yapmıştır. Çarlık Rusyasının sembollerinden biri de kartaldır. Kartalların bu kadar yırtıcı olması ve sosyalizmden bihaber olan bu halkı yemek için uğraşması da ironiktir.

Kitapta “ acı” dramatize edilmeden,  insanı sarsan bir doğallıkla anlatılır. Yokluk, üzüntüye bile yer bırakmamış. Can halkının en bariz özelliği yaşadıklarının bile farkında olmamaları, yoksulluktan dolayı bütünüyle hissizleşmeleri. Misal, Çerkezov  karısını soran Süfyan’a “Suda boğuldu, yaşamayı istemedi” der kupkuru bir ifadeyle. Çölde, yorgun bir gecenin sonunda uyanmayı  reddedip ölmeye çalışan Süfyan’a, "Neden ölmek istedin?" diye sorar Nazar. “Ruhum uyuştu yaşamaktan” der Süfyan.

Grubun üç yaşındaki en küçük bireyinin kaybı günler sonra fark edilir, annesi babası bile fark etmez. Ruhları çoktan dağılıp gittikleri için yaşayıp yaşamadıklarını bile umursamazlar. Nitekim Sarıkamış’a vardıklarında Nazar ve Aydım dışında kimse farkında bile olmuyor kurtulduklarının. Yazarın yoksulluğu, çaresizliği bu kadar çarpıcı anlatmasında kendi yaşadığı yoksulluğun da elbet payı vardır. Hayatının son yıllarını edebiyat fakültesinde hademe olarak geçirmiştir Platonov. Gördüğü muamele, onun gibi dev bir yazarın kesinlikle hak etmediği bir muameledir. Bazı eserleri ancak 1990’da KGB’nin edebiyat arşivini kısmen halka açmasıyla fark edilmiştir.

Bir yolculuk öyküsü

Can sadece bir yoksulluk öyküsü değil,  aynı zamanda bir yolculuk öyküsüdür de. Yaşama inadı ve yaşama ısrarının öyküsüdür. Acının, yoksulluğun hissizleştirdiği bir halkın yeniden uyanışının öyküsüdür. Yolculuk boyunca o kadar sıkıntı yaşanır ki insan bu sıkıntılardan sonra nasıl bir kapı aralanacağını, daha doğrusu aralanıp aralanmayacağını soluğunu tutarak bekler. Ya da onca acıdan sonra hayatta kalmanın bir anlamı olup olmayacağını.

Yolculuk nihayet biter. Nazar’ın istediği şekilde biter hem de. Evler inşa edilir. Taşkent’ten iki kamyon yiyecek getirilir. Her şey yoluna girer, fakat Can halkı yoluna girmiş bir hayata alışık değildir, ne yapacağını bilemez. Hayatları boyunca çatısı ve duvarları olan bir yerde yatmamışlar. Çoğu gece yarısı evden çıkıp dışarda yatar. Düzenli yemek yemeye alışamazlar ve tekrar kaybolurlar. Tabi galip gelen hep Nazar’dır. Her seferinde biraz daha eksilen halkını tekrar bir araya getirmeyi başarır.

Can şimdiye kadar okunmamışsa bugünlerde mutlaka okunmalı. Küçük bir azınlık dışında hepimizin hayatını saran derin yoksulluk bedenimizi de, ruhumuzu da fazlasıyla uyuşturmuş, Can halkına fazlasıyla benzetmiştir. İşsizlikten bunalıma girip intihar edenler, açlıktan ölenler, bakamadığı için çocuğunu bırakanlar, saç kurutma makinesiyle çocuklarını ısıtmaya çalışıp yan odada canına kıyanlar… Bizi kurtarmayı kafasına koymuş bir iktidarın ve Nazar’ın olmayışı da cabası.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.