Zilan soykırıma cevaptı

Dosya Haberleri —

Zilan - Zeynep Kınacı

Zilan - Zeynep Kınacı

  • PKK gerillası Zeynep Kınacı yani Zilan, Dersim merkezde 30 Haziran 1996 yılında düzenlediği eylemden önce yazdığı mektupta, "Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum. Kürt kadınının sembolü olmak istiyorum" demişti.
  • "ZÎLAN Sosin dağının tanrıçası" kitabının yazarı Şîlan Munzur, Zilan'a dair şunları söylüyor: Zilan’ı yazarken Dersim’den koparmak mümkün değildi. Zilan’ın eylemi bu soykırıma da bir cevaptı, intikam eylemiydi. Bu yüzden Zilan’ın eylemini Dersim’den ayrı düşünmek mümkün değildi. Böylece Beye’nin hikayesiyle buluştu."
  • Zilan’ın eyleme gitmeden önce kaldığı yerin Sosin dağının etekleri olduğunu anımsatan Munzur, "Bu dağ, Dersim Soykırımı'nda en büyük direnişin yaşandığı, aynı zamanda Seyit Rıza’nın yaşadığı topraklarda yer alıyor. Beye’nin yaşadığı topraklar da buradadır. Bu anlamda Beye ile Zilan’ın buluştuğu bir yerdir de. Sosin dağı, direnişi, kadını hatırlatıyor" diyor.

OMEDYA WELAT

Kürt kadın mücadelesinin dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilen PKK gerillası Zeynep Kınacı (Zilan) Dersim merkezde 30 Haziran 1996 yılında düzenlediği eylemde şehit düştü. Eylemin üzerinden 27 yıl geçti. Bu eylemle Kürt kadın mücadelesine bir kapı aralayan Zilan, arkasında bıraktığı mektupta, "Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum. Kürt kadınının sembolü olmak istiyorum" ifadelerine yer vermişti. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da Zilan'ın ardından söylediği şu sözler hafızalara kazındı: "Zilan'ın eylemi bir intihar eylemi değil, bir direniş eylemidir. Zilan yaptığı eylem ile beni aştı. Bundan sonra ancak Zilan'ın militanı ve takipçisi olabilirim."

Şîlan Munzur'un kaleme aldığı ve Newaya Jin gazetesi tarafından basıma hazırlanan "ZÎLAN Sosin dağının tanrıçası" kitabı, Meyman Yayınları'ndan çıktı. Biz de kitabın yazarı Şîlan Munzur ile konuştuk.

Kitap (Zilan, Sosin dağının tanrıçası) aynı hikayeye akan farklı zamanlarda ve coğrafyalarda yaşamış iki kadını anlatıyor. ‘Beye ve Zeynep Kınacı’yı aynı hikayede buluşturma fikri nasıl oluştu’ sorusuyla başlayalım…

Zilan başka bir yerde değil Dersim’in merkezinde eylemini gerçekleştirdi. ’38 soykırımı sonrası adı Cumhuriyet Meydanı konulan ve soykırımın mimarlarından Mustafa Kemal’in heykelinin dikildiği meydan. Hiçbir şey tesadüf değildir. Yaşamıyla ilgili yaptığım röportajlarda da gerillaya katılmak için özellikle Dersim’i seçiyor. Ait olduğu aşiretin kökeni de Dersim’e dayanıyor. Zilan, aynı zamanda köklerine doğru bir yolculuktaydı, ulaştığı yer Beye’nin acısı oldu. Dersim’de gerilla oldu, topraklarına, ağacına, taşına sinen acıyı gördü. Dolayısıyla Zilan, Dersim’e gerilla olmaya geldiğinde zaten Beye ile buluşmuştu, onu tanımıştı. Beye her yerdeydi, onu görmemek, duymamak mümkün değildi. Hala kemiklerin yattığı mağaralarda, boşaltılan köylerde, dağda, taşta hep o vardı. Çok uzak bir zaman değildi, henüz 55 yıllık bir zaman geçmişti. Yaralar tazeydi, duvarların dibinde inleyen yaşlılar vardı, ağıtlar dilden dile söyleniyordu.

Zilan, Dersim’de sadece insanın acısını değil dağın taşın, ağacın acısını da dinledi. Zilan, yürek gözü açık bir kadındı, duyarlıydı, sorumluluk sahibiydi. Yaşanan acıyı görmekten öte ruhunda hissetti ve güçlü bir arayış içindeydi. Sadece Dersim’de değil Kurdistan’da bunca acıya sebep olan sisteme büyük bir cevap vermek istedi. Bambaşka bir yol arayışından bu eyleme ulaştı. Dolayısıyla Zilan’ı yazarken Dersim’den koparmak mümkün değildi. Zilan’ın eylemi bu soykırıma da bir cevaptı, intikam eylemiydi. Bu yüzden Zilan’ın eylemini Dersim’den ayrı düşünmek mümkün değildi. Böylece Beye’nin hikayesiyle buluştu. Yakınları katledilen Beye, yurdundan uzakta henüz genç yaştayken özlem içinde yaşamını yitirmişti. Hikayesini yakından bildiğim için Beye’yi seçtim. Ama binlerce Beye vardı; toprağa düşmüş, sürgün edilmiş ya da kayıp olan…

Bu kitap nasıl bir ön çalışmanın sonucu açığa çıktı, ne tür kaynaklardan yararlandın?

Biz Kürtlerin en büyük kaynağı dili, ağıdı, dağı, taşıdır. Dolayısıyla en büyük kaynağım yaşanmışlıklar, anlatımlar, anılar, şarkılar oldu. Dersim’de doğup büyüyen her insan soykırım hikayelerini dinleyerek büyür, şarkıları dinler, yaşlıların inleyişleri kulaklarını doldurur.

Bu hem Beye’nin yaşamı hem Zilan’ın yaşamı için böyle. Zilan’ı da tanıdım, onunla kısa da olsa bir süre yaşadım. Tanıklıkların kaleme alınması da diyebiliriz. Elbette bir araştırma süreci de oldu, uzun yıllar bu çalışmayı yapmayı düşündüğüm için sürekli bir araştırma içinde oldum. Aslında kitabın yazarı olarak bir isim olsa da bu kolektif bir çalışmanın ürünüdür. Birçok arkadaşın, tanıdık eş dostun emeği geçti. Hepsinin ismini sıralamak zor, uzun bir liste var. Bu vesileyle buradan da hepsine minnettarlığımı dile getireyim.

Kitap, “Buğday tanesinin kehaneti” başlığını taşıyan bölüm ile başlıyor. Ve bu bölümde “O kadın ikinci kez doğduğunda ve ikinci kez öldüğünde başlayacak her şey… İki kayıp mezarın üzerine kurulacak ülke” cümlesi dikkat çekiyor. Atıf yapılan ‘kadın’ sadece soyut bir betimlemeden mi ibaret? Ya da tarihsel, kültürel mirasın somut taşıyıcısı mı?

Kadın ya da iyisi mi Ana diyeyim. Ana hem Dersim’de hem de boydan boya Zagros eteklerindeki Kurmanc ülkesinde soyut bir kavram değildir elbette. Bu topraklarda binlerce yıllık bir analık kültürü ya da tanrıçalık kültürü var. Dersim coğrafyasında bunun izleri hala da canlı. Suyun kaynağının bulunduğu Ana Fatma ziyareti, tanrıça Anahita’nın simgelerinden biridir. Coğrafyasında, kadim kültüründe, yaşamında bunun izlerini görmek mümkün. Binlerce yıl kültür taşıyıcılığı yapan bu kadındır, anadır. Emek harcayan, çaba gösteren, sorumluluk alandır, yaratandır. Halkları ezen, bedenini, kültürünü, dilini, inancını yok etmeye çalışan, ahlakı olmayan sömürü çağı yerine özgürlüklerin, anlamın, ahlakın, adaletin vücut bulduğu yeniçağ ancak kadın eliyle yaratılacak. Günümüzde zaten o kadının doğuşuna tanık oluyoruz.

Hikayeler Sosin dağında kesişiyor. Bu tercihin özel bir anlamı var mı?

Zilan’ın eyleme gitmeden önce kaldığı yer Sosin dağının etekleridir. Bu dağ, Dersim Soykırımı'nda en büyük direnişin yaşandığı, aynı zamanda Seyit Rıza’nın yaşadığı topraklarda yer alıyor. Beye’nin yaşadığı topraklar da buradadır. Bu anlamda Beye ile Zilan’ın buluştuğu bir yerdir de. Sosin dağı, direnişi, kadını hatırlatıyor. Sosin dağı, bu coğrafyada yaşanan her şeye tanıktır.

“Atlı’nın Zaferi” başlıklı bölümde, “Bir trampet çalıyor… Yeni bir çağ başlıyor yerlilerin kanıyla... Ordular yürüyor, çarpışıyor…” cümlesini görüyoruz. Bu, Türk ordusunun ‘Atlı’sından başkası değil elbette. “Yerliler”in kanıyla nasıl bir çağ başlatıldı. ’38’den bu yana Atlı’nın yerli ile ilişkisinde ne değişti?

Sadece Kürtlerin değil bir zamanlar bu topraklarda yaşayan halkların kanı, kemiği, eti, zenginlikleri üzerine kurulan bir ulus devlet var karşımızda. Ulus devletlerin kuruluş mantığı bu. Birlikte yaşamın şifrelerini çözmüş yerli halklara en büyük darbedir. Bu yüzden geçtiğimiz yüzyıllarda dünyanın yerli halklarına karşı büyük soykırımlar yapıldı. Dünyanın her yerinde bunu yapıyorlar. İşgal ettikleri yerlerde ‘zafer’lerini ilan eden heykeller dikiyorlar, böylece halklara kendi ‘demirden yumruklarını’ hep hatırlatıyorlar. ‘Medeniyet’ denilen şey, kan ve kemik üzerine inşa edilmişti. Yaşadığımız topraklarda da kendi varlığını, Kürtlerin ve diğer halkların yokluğu üzerine inşa eden bu sistem yüzyıldır bu mantığını sürdürüyor. Direnen Kürt halkını katletmeye, sürmeye, farklılıkları yok etmeye devam ediyor.

Kitabın ana karakterinden biri Kürt tarihine mal olan Zeynep Kınacı. Büyük eylemini herkes bilse de, Zeynep’in yaşamına dair bilinenler çok az. Bu kitap aracılığıyla O’nun hayatına dair bilinmeyenleri okura aktardın. Araştırmaların esnasında çocukluk ve gençlik yıllarında nasıl bir Zeynep ile karşılaştın?

Elbette bu kitaptan da öte bir Zeynep var. Bu kitapta ancak bazı yönleriyle anlatılabilindi. Ancak her çağında en büyük özelliği yaşamda farkını koyabilmesi, anlatmanın farklı yollarını bulabilmesidir. Gençliğinden beri arayışı olan bir kadın. Aynı zamanda küçük yaştan itibaren sorumluluk sahibi, sevdikleri için fedakarlık yapan bir kadın. Aslında sadece sevdikleri için de değil insanlara yardım etmeyi seven biri, onun kabesi sevgi. Yaptığı işleri sevgiyle yapıyor. İnsana, doğaya sevgiyle yaklaşıyor. Hiçbir zaman sıradanlığı kabul etmiyor. Koşullar, zorluklar, acılar ne olursa olsun yaşadığı anı güzelleştirmeye çalışan, çözüm arayan, anlam yaratmaya çalışan özellikleri var. Yaşamda kendi farklılığını koymak isteyen biri. Bu özelliği yaşamının her aşamasında görülüyor.

Zilan’ı anlatmak da yazmak kadar zor olsa gerek? Biraz açabilir misin Zilan’ı araştırma sürecini? Bu görüşmelerde seni en çok etkileyen, şaşırtan yeni neler öğrendin?

Zilan, hepimizi etkilemiş bir kadın. Dolayısıyla onunla ilgili her bilgi kırıntısı eski zamanlardan beri dikkatimizi çekiyordu ve zihnimize yerleştiriyorduk. Ancak onu araştırma, daha iyi tanıma, yazma konusunda ne kadar eksik kaldığımızı bu süreçte daha iyi anladım. Kürt medyası olarak da öyle. Araştırmalarda herkesin anlattığı ortak yönler vardı ona dair. Yukarıda bazı özelliklerini anlattım. Zira Zilan oldukça sade ve açık bir insandı. Düşüncelerini çekinmeden tartışabiliyordu, kendinden emindi. Daha çocukluğundan itibaren bir konuda eminse, doğruluğuna inanıyorsa kim ne derse desin yapıyor. Etrafını da ikna ederek değiştirmeye çalışıyor. Sorumluluk ve öncülük durumu o zaman da var. Herkesin derdini dinleyen, çözüm bulmaya çalışan bir genç kadın var. Zilan, sağlık lisesini okuduğu için erken yaşta meslek sahibi oluyor. Hem çalışıyor hem de üniversiteye devam ediyor. Ailesine, arkadaşlarına maddi destek sunuyor.

Mesela acil serviste çalışıyor. Özel timler, işkence ettikleri elleri kelepçeli köylüleri getiriyorlar. Onlara tepkisel yaklaşan birine, “Birini burada imha etsek ne değişiklik yaratacağız. Sistemi değiştirmemiz lazım. Daha büyük şeyler yapmak için bizi zora sokacak tepkilerimizi törpülememiz gerek” diyor. Bu söz bile başlı başına Zilan’ın yaşama, mücadeleye yaklaşımını gösteriyor. Planlı ve büyük hedefleri önüne koyarak yürüyor. Bu yaklaşımını yaşamının her anında görmek mümkündü. Kürt kültürü, giysisi işgalciler tarafından hep ‘geri’ gösterilmeye çalışılmış, beyinlere kazınmıştı eskiden. Mesela Zilan o zamanlar anne ve babasının ısrarla şalvar giyinmesini istiyor. Oysa bir zamanlar şalvar giyinen anne-babasının yanında yürümek istemeyen Kürt bireyleri vardı. Yakınları, köy yaşamını çok sevdiğini anlattılar. Bahçelerinde artık bir şey yeşermez denilen toprağı nasıl yeşerttiğini, bahçelerde zevkle çalıştığını…

Yani kitap her iki hikaye itibariyle de anlatılara, gerçek yaşama dayanıyor.

Zilan çocukluğu, gençliği, mücadele dönemini bir bütün düşününce nasıl bir dönüşüm, değişim yaşamış?

Zilan, Kürt ve Alevi bir kadın. Malatya gibi çelişkilerin yoğun olduğu bir şehirde büyüdü. Henüz 7 yaşındayken bir katliam yaşandı. Bunun izleri ruh dünyasında kaldı. Dışarıda Alevi olduğunu bile söyleyememe süreçlerini yaşadı. Yani bu sistem içinde Alevi ve Kürt olmanın dezavantajlarını bizzat yaşadı. Belki Kürt bilinci daha sonrasında gelişti. Ancak ailenin yaşamı, annenin dili, kültürü Kürt’tü. Yani kendinden tümüyle uzak, duyarsız bir aile değildi. Yine sol düşüncelere sahip bir aileydi. Dolayısıyla Zilan önce Alevi olmanın getirdiği sorgulama ve çelişkileri yaşıyor, ardından Kürt olmanın getirdikleri ekleniyor. Zilan, Alevi kültürünün getirdiği özellikleri taşıyordu, yani ezilene, çevresine karşı duyarlıydı. Haksızlıklara karşı öfkesi vardı, adil olmaya, paylaşmaya, yardımlaşmaya önem veriyordu. Bu kişisel özellikleri onun dönüşümünü kolaylaştırdı. İlk gençlik yıllarından beri sürekli okuyan, araştıran biri. Bir şey yapabilmesi için de ikna olması gerekiyor. Bilinçlenmeye başladıktan sonra ana dilini daha iyi öğrenmek için çaba harcıyor, Kürtçe şarkı söylemeyi seviyor.

İki üç ay çalıştığı Birecik’te Kürt halkının nasıl ezildiğini, işkenceye uğradığını, horlandığını görmek onu derinden yaralamıştı. Orası da Zilan’da bir dönüşüm nedeni olmuştu. Kürt halkına yaşatılanlara öfkeliydi ama bu öfkesini bireysel bir duygu sarmalında tüketmek istemiyordu. Arayışını büyütüyor. Hatta Malatya’nın mücadeleye daha fazla destek vermesi için neler yapmak gerektiğini tartışıyor. Belki direkt fedai eylemi şeklinde değil ama ta o zamanlarda ses getirecek, değişimi sağlayacak bir şeyler yapmak gerektiği üzerine arkadaşlarıyla sohbetler yapıyor. Onun yaşamını araştırınca bu eylemi yapmasının tesadüf ya da ani bir çıkış olmadığını anlıyorsun.

Yine erkek arkadaşı var ama Zilan klasik bir ilişki istemiyor. Var olan kadın-erkek ilişkisine alternatif arıyor. Var olanı beğenmiyor. Arkadaşıyla bu yönlü tartışmaları var. Yani burada da bir farklılığı var.

Zilan’la kısa sürede olsa bir dönem birlikte yaşadığından da bahsettin. O dönemden bahsedebilir misin? Hangi özellikleriyle dikkat çekiyordu? Böylesi bir fedai eylemin sahibi olacağının emareleri nelerdi?

Zilan gerillada bir yıl bile kalmadı. Dağlara adım attığından beri tüm düşüncesi düşmana nasıl darbe vuracağı üzerineydi. Fedai eylemi kavramı o dönem Kürt mücadelesinde yoktu. Ama Zilan farklı ve daha büyük sonuçlara yol açacak bir yol arıyordu. Bunu o zaman konuştuğu herkesle paylaşmıştır. Mesela şehir eylemleri üzerine yoğunlaşıyordu. Düşmana darbe vuracak güçlü eylemleri şehir merkezlerinde yapmalıyız, savaşı oraya taşırmalıyız, diyordu. Bu yoğunlaşması da onu böyle bir eylem yapmaya götürdü. Dağa ilk adım bastığından itibaren en dikkat çekici yönlerinden biri buydu. Hatta dağa ayak bastığı ilk günlerde bu tartışmayı yürütmüştü. 

Dersim soykırımına dönük de duyarlılığı vardı, dağlara taşlara bu bilinçle bakıyordu. Mesela boşaltılmış köyleri görünce kadınlarla, çocuklarla cıvıl cıvıl olan dolu halini düşünüyordu, üzülüyordu. Bir çocuk ayakkabısı görse o boş köylerde, durup düşünüyordu. O topraklara sinmiş yüz yıllık acıyı tüm yönleriyle hissediyordu. Kendi köyünün kökeni de oralara dayanıyordu.

Eyleme gitmeden önce duygu ve düşüncede korkunç bir yoğunlaşması vardı. Duygu yoğunluğu adeta gözlerinden akıyordu. Kırlara, dağlara, arkadaşlarına bakıyordu uzun uzun. Gözleriyle konuştuğunu söylüyordu. Belki o an sırra erdiği andı diyorum kendi kendime. Artık kelimelere bile ihtiyacı kalmamıştı konuşmak için. Çiçek toplamıştı, Sosin dağının eteklerinden rengarenk çiçeklerden bir demet yapmıştı. O çiçekleri eyalet komutanı İsa arkadaşa vermişti. O da Zilan arkadaşa büyük bir kunkor mantarı vermişti. Gülümseyerek geldi, mantarı gösterdi.

Gittiği son ana kadar da tüm işleri paylaştı arkadaşlarıyla, yemek pişirdi, çay yaptı, nöbet tuttu. Her işi paylaştı. Arkadaşları engel olmaya kalksa kızıyordu. Hiç gitmeyecekmiş gibi içimizdeydi. O ortamda arkadaşları için bir şey yapmak ona mutluluk veriyordu. 

Zilan içimizden biriydi, özgürlüğe susamış bir Kürt kadınıydı. Onu çok uzaklarda, göklerde aramayın. Nasıl binlerce yıl önce yaşamı ören, üreten kadınlar tanrıçalık sıfatı kazandıysa Zilan da öyledir. Tanrıçalık sıfatı kazanmak soyut bir kavram değil. Aksine yaşamla, eylemle sıkı sıkıya bağı olan bir kavram. Zilan, yaşamın en küçük işinden tutun savaşa kadar her anı amacına hizmete dönüştürerek yaptı. Özü ve sözü birdi. Son anında bile arkadaşlarıma, halkıma daha fazla nasıl hizmet edebilirim çabasındaydı.

Evet, zorluklar da vardı. Zilan fiziki olarak da zorlandı ama kim fiziki olarak zorlanmadı ki? Dağlarda yaşamak, sırtında yirmi-otuz kiloyla yürümek, her an seni yok etmeye çalışan bir düşmanla iç içe yaşamak, savaşmak kolay şeyler değil ki! Hele de kadınsan. -Hala Zilan’ın ardılları bu mücadeleyi sürdürüyor- Bu büyük bir irade gerektiriyor. Bir de buna iç mücadele eklenince, bir kadın olarak kendini hem dosta hem düşmana kanıtlamak zorundaydın. Kürt kadını, gerilla olabilmek, mücadele edebilmek için bile büyük mücadele yürüttü. Kürt kadınının bugün tüm dünyada mücadelesiyle yaptıklarıyla tanınıyor olması çok bedel gerektirdi. Bunun en anlamlı yerinde Zilan duruyor. Tabii ki zorlanmaları da oldu, ama bunları engel olarak görmedi. O zorlukları aşarak büyük bir hedefi gerçekleştirdi. Bunu her Kürt kadını ya da bireyinin yapabileceğini gösterdi. Sadece askeri eylem anlamında söylemiyorum, yaşamın her anı için söylüyorum. Oldukça yumuşak, sevgi dolu, insanları kırmayan biriydi ama en büyük askeri eylemi yaptı. Çünkü yaşanan an onu gerektiriyordu. Yani yaşanan an’a, zamana cevap olabilmek, gerekeni yapabilmek tarihi yazmaktır. Mücadele içinde de geri, egemen yaklaşımlara karşı mücadele etti. Eleştirilerini çok açık yaptı. Korkusuzdu, kırılmaktan zorlanmaktan da korkmadı. Zilan zorlandı da, ağladı da, üzüldü de, kavga da etti. Ama asla pes etmedi, hedefine yürüdü. Sözlerinde dediği gibi anlamlı bir yaşamın sahibi oldu. Yani Zilan’ı anlamaya çalışmak yaşama dokunmakla başlar. Kürt kültürünün, dilinin yaşaması için bir adım atmakla başlar. Kürdün varlığını yok etmeye çalışan işgalci devletlere karşı bir şeyler yapmakla başlar. Kişinin ilkin bunu kendinde başlatmasıdır önemli olan. Çağımızda bir ateş çemberinde yaşayan ve varlığını korumaya çalışan Kürt olmanın gereği de budur.

Kitaba da taşıdığın Zilan’ın “Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Halkımın özgürlük isteminin ve yüreğinin dili olacağım” sözleri bir çağrı niteliğinde aynı zamanda. Bu çağrı 27 yıl aradan sonra ne ölçüde anlaşıldı?

Zilan’ın takipçileri, çağın en ahlaksız ve vahşi gücüne karşı Zagros dağlarında direnmeye devam ediyor. Sadece bir ülke için değil özgür bir yaşam, sadece insanın değil dağın taşın, her canlının hakkı için direniyor.

Zilan’ı sadece kaba bir askeri eylem yapan biri olarak görmemek gerekiyor. Elbette bu çokça yazıldı, anlatıldı. Burada anlamlı bir yaşam arayışı ve farklılığını koyabilen iradeyi görüyoruz. Zilan’ı bu açıdan anlamak için çabalamak gerek. Toprağı işgal altında olan bireyler olarak sorumluluğumuz var. Bu kitapta bir yanda mezarsız bir soykırım mağduru kadın var. Diğer yanda bu soykırıma verilen büyük bir cevap var. Özgürlüğünde ısrar eden Kürtler hala katlediliyor, hedef alınıyor. Kürdün dili, kültürü, varlığı büyük bir tehdit altında. Bu nedenle Zilan’ı anlamak ya da sahiplenmek için nerede olursak olalım bir eylem sahibi olmalıyız. Ortada büyük bir ahlaksızlık ve adaletsizlik var. Büyük bedellerle bugünlere taşınan varlığımızı korumaktan başka yolumuz yok. Zilan’ın çağrısı bu. O Beye’nin çığlığını duydu ve harekete geçti, biz de onun eylemini anlamak ve harekete geçmek zorundayız. Bin türlü cevap olma yöntemi, yolu var. Hakikat bellidir, ama ona giden bin yol vardır.

****

Beye kanayan bir Dersim hikayesidir

Peki, bir de Beye’yi dinleyelim. Beye şahsında Dersim Tertelesi’nin, insanının, acısının, doğasının hikayesini görüyoruz. Kimdir Beye?

Evet Beye, hala kanayan bir Dersim hikayesidir. Yüzleşilmemiş bir soykırımın acısıdır. Beye, hala kayıp olan Dersim kızıdır. Beye, mağaralarda toz içinde yatan kemiklerdedir. Dersim’in her karışındadır. Bunlar sembolik anlamlar. Öte yandan Beye de soykırım mağdurudur. Yakınları katledildikten sonra sürgün kafileleriyle dilini bilmediği uzak Batı şehirlerine sürüldü. Kah hayvanların taşındığı bir tren vagonunda kah bir kamyon kasasında uzun bir yolculuk sonrası bir kasabaya gönderildi. Sürekli ‘kuyruklu Kürt’ vb. hakaretlere maruz kaldığı bir yerde yaşamak zorunda bırakıldı. Evlendi ve bir kızı oldu. Sonra neden bilmiyorum Zilan’ın eylemini yaptığı yaştayken yaşamını yitirdi. Bir buçuk yaşında bir kız çocuğu ardında bıraktı. Kızı da acıyla büyüdü, annesinin mezarını aradı ama bulamadı. Beye, mezarsız bir soykırım mağdurudur. Beye’nin bir fotoğrafı bile yok. Bölük pörçük anlatımlar var; çok güzel ve iyi bir kadınmış, upuzun siyah saçları varmış. Ali ile birbirlerini çok seviyorlarmış. Belki de Beye özlemden, acıdan yaşamını yitirdi. Bu öykü Beye için bir ağıt… Zilan’ın öyküsü de Beye’nin hatırlanmasıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.