ABD, İran'ı yeni düzene entegre etmek istiyor

Dünya Haberleri —

Abbas Vali

Abbas Vali

Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Abbas Vali, İsrail-İran savaşının arka planını ve Rojhilatê Kurdistan’daki Kürtlerin tutumunu anlattı:

  • İsrail, İran’da rejimi devirecek bir halk ayaklanmasının ardından ortaya çıkabilecek radikal bir alternatif rejimin, kendisi için daha büyük bir tehdit oluşturabileceğini düşünüyor. ABD ise İran’ı kendi hegemonyası altında Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni düzene entegre etmek istiyor.
  • Kürtler, İran’da olası her gelişmelere karşı hazırlıklı olmalı. Rojhilat’ta sivil toplum içinde stratejik alanları kontrol etmeli. Fars bölgelerinde halk ayaklanması başlamadan İran’a askerî müdahalede bulunmamalı. Bu sahayı değiştirir ve rejim Rojhilat’ı bombalar. Kürtlerin birleşik cephe kurması şart. Ve bu cephenin kolektif bir liderliği olmalı.

 

FELEKXAN SERHAT-EREM KANSOY

 İsrail ile İran, 12 gün süren savaşta birbirilerinin stratejik noktalarına hava saldırıları düzenledi.

İki ülke her ne kadar şu anda ABD’nin arabuluculuğunda ateşkese varmış olsa da, İran’ın nükleer zenginleştirme faaliyetleri ve füze programı uzun vadede hedef olmaya devam edecek.

Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Abbas Vali, İsrail’in İran’a yönelik saldırısında başlangıçta şok etkisi yaratmak, askeri-güvenlik yapılanmasını felç etmek ve böylece halkın rejime karşı ayaklanmasını beklediğine işaret etti. Halkın ayaklanmamasıyla, İsrail’in hedeflerinin değiştiğini ve ABD’nin doğrudan müdahaleye zorlandığını vurguladı. 

İsrail-İran savaşının tarihsel kökenini, ABD’nin amacını ve Rojhilatê Kurdistan halkının İran rejimine karşı nasıl örgütlenmesi, nasıl bir politika izlemesi gerektiğini Prof. Dr. Abbas Vali ile konuştuk:

İsrail-İran savaşıyla gözler bir daha Ortadoğu’ya çevrildi. Bu savaş neden başladı? Ve nereye gidiyor?

Bu savaşın 46 yıllık uzun bir geçmişi var. İran rejimine göre, İsrail meşru bir varlık değil, yok edilmeli ve Filistin devleti yeniden kurulmalı. Bu fikir, 46 yıl boyunca çeşitli biçimlerde ifade edildi. İsrail de buna düşmanlıkla karşılık verdi. Ancak bu düşmanlık 7 Ekim’de Gazze savaşıyla birlikte başka bir boyuta ulaştı. İran, Hamas’ı teşvik eden, silahlandıran, eğiten, saldırının hedefini ve zamanını belirleyen taraf olarak sorumlu tutuldu. Böylece son saldırı gerçekleşti. Ancak İsrail’in saldırıya hazırlık yapması gerekiyordu. Hazırlık süreci ise İsrail’in İran’ın vekil güçlerini sistematik olarak sahadan temizlemesiyle başladı. Hamas’ı önemli ölçüde etkisiz hale getirdi, Lübnan’da Hizbullah’ın askeri ve güvenlik yapılarını neredeyse yok etti ve Esad rejiminin ortadan kaldırılmasına yardım etti. Suriye hava sahası şu anda İsrail’e açık. İsrail, Suriye üzerinden Kuzey Irak’tan geçip İran içindeki çeşitli stratejik hedefleri doğrudan vurabiliyor.

Kısacası tarihsel köklere sahip bu çatışma, iki düşman devletin doğrudan karşı karşıya geldiği bir savaşa dönüştü. İsrail’in başlangıçta amacı şok etkisi yaratmak, ani bir baskınla İran’ın askeri liderliğini, güvenlik yapılanmasını felç etmek, bazı kilit askeri, güvenlik ve savunma tesislerini vurarak rejimi çökertmekti. Böylece halkın rejime karşı ayaklanmasını umuyordu. Ancak bu gerçekleşmeyince hedefler değişti. Donald Trump ve ABD yönetimi doğrudan müdahaleye zorlandı.

Amaç nükleer tesislerinin yok edilmesiyle İran’ı durdurmak ve Trump’ın ‘İran’ın nükleer zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurması, füze programını sona erdirmesi ve Suriye ile Irak’taki vekil güçlerini desteklemeyi bırakması’ şartlarını kabul etmeye zorlamaktı. ABD, İran’ı kendi hegemonyası altında Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni düzene entegre etmek istiyor.

 

İran / foto:AFP

 

ABD’nin de artık savaşa dâhil olduğunu söylemek mümkün. Bu durum Ortadoğu’da ne gibi sonuçları doğuracak?

ABD’nin savaşa dahil olma kararı, hesaplanmış bir adımdı. Karar, savaşın iki ülke arasında bir yıpratma savaşına dönüşme tehlikesine evrildiği anda alındı. Çünkü ABD, yıpratma savaşının İsrail ordusu ve toplumunun uzun süre dayanabileceği bir savaş türü olmadığını çok iyi biliyor. İsrail toplumu çok küçük. Ekonomisi oldukça kırılgan, neredeyse tamamen ABD ve Avrupa’ya yaptığı ihracata bağımlı. Ayrıca İsrail’in her zaman can damarı olan dış göç dalgası, yani Yahudi göçü ciddi şekilde azalmış durumda. Yatırımlar düşmüş, insanlar sürekli saldırı tehdidi altında.

Askerî anlamda da meşhur hava savunma sistemi Iron Dome (Demir Kubbe)  İran saldırılarına karşı yetersiz kalmaya başladı. Bu da İsrail açısından olumsuz bir durum. Aslında İsrail ordusu modern, donanımlı, son derece iyi eğitilmiş, küçük ve seçkin bir ordu. Kısa süreli askerî operasyonlar için, üstün teknolojiye dayalı ve kısa sürede büyük etki yaratmak üzere yapılandırılmış bir ordu. Ancak uzun süreli bir savaşa dayanabilecek kapasiteye sahip değil. Dolayısıyla teknolojik üstünlük sayesinde İsrail avantajlı konumda. Ama bu teknolojik üstünlük, uzun savaşlarda etkisini sürdüremez.

İran’a bakacak olursak; askerî donanımı üstün değil. Hatta füzelerinin çok da isabetli olmadığı görüldü. Bu da aslında rejimin son 45 yıldır kendi halkını askerî gücü konusunda yanıltmakta olduğunu gösteriyor. Komuta yapısı ortadan kaldırıldı. Ancak İran’ın bir jeopolitik avantajı ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşından edinilmiş bir tecrübesi var. Yani teknolojik dezavantajına rağmen, yıpratma savaşına daha dayanıklı. İşte bu da İsrail ve ABD’yi korkutan şey.

Öte yandan İran’ın zayıf yönleri de var. Ekonomik kaynakları tükenmiş ve uluslararası arenada izole edildi. Dahası rejim kendi halkından korkuyor. İsrail ise tam tersi kendi halkından korkmuyor. Halkının devletin arkasında olduğunu biliyor. Halk uzun süre sıkıntıya katlanabilir, ama devlete karşı ayaklanmaz. Ama İran böyle bir güvene sahip değil.  İki yıl önceki "Jin, Jiyan, Azadî" gibi bir ayaklanmadan çok korkuyor. Dolayısıyla İran da savaşa karşı diplomatik çözüm arayışı içinde.

 

 

Peki ya İran’daki halklar? Farslar, Kürtler, Azeriler ve Beluciler… Savaş halkları nasıl etkiliyor?

İran’da Belucistan, Huzistan (Arapça konuşan), Kürdistan, Azerbaycan ve Türkmen bölgeleri mevcut. Devlet, bu halklara düşmanca yaklaşıyor. Özellikle Kürtler, Beluciler ve Arapları (Azerilerin bazı kesimleri) tehdit olarak görüyor, açıkça hedef alıyor. Halklar, "Jin, Jiyan, Azadî" ayaklanmasından önemli bir ders çıkardı. Ayaklanmada Kürdistan ve ardından Belucistan öncü bir rol oynadı. Bu öncülük ilk aylarda çok önemliydi. Ancak Farsça konuşan halklardan beklediği desteği alamadı. Bu nedenle artık çok daha temkinliler. Aynı hatayı tekrar etmeyecekler. Yani merkezi yönetime karşı ayaklanmaya öncülük etmeyecekler, bekleyecekler. Tahran, Şiraz, Meşhed ve İsfahan gibi büyük Fars şehirlerinde yaşayan Farsça konuşan halkların ne yapacağını görmek isteyecekler. Eğer bu halklar devlete karşı ayağa kalkarsa, o zaman Kürdistan, Belucistan ve Huzistan çok güçlü şekilde destek verecek.

Başka önemli bir nokta ise “Jin, Jiyan, Azadî” ayaklanmasıyla Kürdistan, Belucistan, Huzistan ve Türkmen bölgelerindeki sivil toplumlar ciddi biçimde radikalleşti. Daha kolay harekete geçirilebilir durumda. Yani Fars topluluklarına kıyasla ayaklanmaya çok daha hazır. Oysa Fars toplumunda özellikle de son 40 yılda rejimin politikalarından, kültürel ayrımcılıktan ve siyasî baskıdan ciddi zarar görmüş güçlü bir “gri alan” var. Bu "gri alan", yani rejimle tam bir çatışmaya girmeyen ama muhalefete de tam destek vermeyen kesim oldukça geniş.

Kısacası şu an itibarıyla bu merkezî bölgelerde bir ayaklanma pek olası görünmüyor. Ancak savaşın nasıl bir yöne evrileceğini, rejimin nasıl bir oyun oynayacağını ve ne tür politikalar izleyeceğini bilemiyoruz. Şu anda bizim için en bilinmeyen konu, İran rejimi içindeki gelişmeler.
Rejim içinde ne tür bir güç mücadelesi yaşandığını ve Ayetullah Ali Hamaney’in ne yaptığını bilmiyoruz. Görünüşe göre, yetkilerinin çoğunu bir "liderlik konseyi"ne devretti. Ama bu konseyin kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz. Hatta böyle bir konseyin gerçekten var olup olmadığından bile emin değiliz.

Şimdiye kadar İsrail,  rejimin baskı ve zor aygıtı olan kurumları bombalamaktan kaçındı. Bu aygıtlar “Jin, Jiyan, Azadî” ayaklanması da dâhil olmak üzere önceki üç büyük ayaklanmayı bastırmak için kullanılmıştı. Bu da İsrail’in başından beri bir “rejim değişikliği” politikası olmadığını gösteriyor.  İsrail, İran’da rejimi devirecek bir halk ayaklanmasının ardından ortaya çıkabilecek radikal bir alternatif rejimin, kendisi için daha büyük bir tehdit oluşturabileceğini düşünüyor.

Bence hem ABD hem İsrail, mevcut rejimin yerini alacak radikal bir alternatif istemiyor.
Bu nedenle eğer stratejik hedefler değişecekse bile, mevcut rejimin tamamen ortadan kaldırılması yerine, rejim içinden daha ılımlı bir alternatifi desteklemeyi tercih edecekler. Amaçları, rejim içinde meşru ve müzakere edebilecek bir alternatifin ortaya çıkmasını beklemek ve onu desteklemek.
Rejimin tamamen ortadan kaldırılması, başvurulacak son çare olur.

 

 

Bu noktada Rojhilat’taki Kürt halkı ve siyasi partiler nasıl bir yol izlemeli?

Kürt siyasi güçleri ve örgütleri, İran içinde yaşanabilecek her türlü gelişmeye karşı en üst düzeyde hazırlıklı olmalı. Fakat Farsça konuşulan bölgelerde ciddi bir halk ayaklanması başlamadan kesinlikle İran’a askerî müdahalede bulunmamalılar. Çünkü askerî bir müdahale, sahayı tamamen değiştirir. Rejim buna karşılık Kürdistan ve Belucistan gibi diğer bölgeleri bombalamaya başlar. Askerî açıdan donanımlı ve hazır bir güce sahip olmak önemli. Ancak bunun ötesinde, Kürt siyasi güçleri, Kürdistan’daki sivil toplum içinde stratejik alanları kontrol etmeye çalışmalı.
Yani toplumsal örgütlenmeler, kültürel kurumlar ve gizli siyasi yapılar üzerinden etkili olmalılar.

Ama bu gizli yapılar sadece dikey örgütlenmeler olmamalı. Yani farklı partilerin kendi tabanlarındaki bu dikey yapıları, birbirleriyle yatay biçimde birleştirmesi gerekiyor. Bunu yapabilmek için de tüm siyasi partilerin bir araya gelip bir birleşik cephe kurması şart. Birleşik cephe ise ideolojik olmayan ortak bir asgari program temelinde kurulmalı. Ortak bir siyasi dil benimsemeli ve herkesçe kabul gören kadın ve erkek sözcüler olmalı. Ve bu cephenin kolektif bir liderliği olmalı. Şu anda herhangi bir partinin durumu tekelleştirme ya da hegemonya kurma girişimi, çok büyük bir felakete yol açar.
O yüzden hegemonya kurma çabası değil, eşitlik temelinde bir ortak liderlik şart. Eğer bu ortak liderlik, birleşik bir askerî komuta da oluşturabilirse, bu çok büyük bir başarı olur. Bence bu yapı İran dışında kurulmalı, ardından İran içindeki sivil toplumla güçlü bir bağ oluşturmalı.

 

 

***

Rejimin çökmesi şu anda mümkün değil

 

İran ateşkes / foto:AFP

 

İran rejimini nasıl bir gelecek bekliyor?

İran’ın geleceğini öngörmek her zaman zor. Ancak rejimin çökmesi şu aşamada pek olası görünmüyor. Donald Trump, rejim değişikliğinden bahsetti. “Eğer İran rejimi ülkeyi tekrar ‘eski ihtişamlı günlerine’ döndüremezse o zaman bu rejim değişmeli” dedi. Bence bu, İran hükümeti üzerinde baskı oluşturmak için yapılmış bir hamle. Ayrıca İran halkını ayağa kalkmaya teşvik etmeyi amaçlıyor da olabilir. Eğer halk ayağa kalkar, İran’a yönelik askerî baskı artar ve Batı tekrar müzakerelere dönmeyi reddederse, o zaman İran baskıya dayanamaz. Temel mesele şu; ABD ve müttefikleri gerçekten bunu istiyor mu? Alternatif ne olacak? İran’daki Kürtler dışındaki muhalefet çok zayıf ve dağınık. Ve bu 46 yıl içinde, kriz anlarında rejime karşı etkili ve geçerli bir güç oluşturabilecek bir kapasite gösteremediler. Bu nedenle rejime gerçek bir alternatif ya rejimin içinden çıkmak zorunda kalacak ya da sistematik şekilde bastırılmış olan halk kesimlerinden doğacak. Şu anda cezaevlerinde olan insanlar arasında çok yetkin, etkili bir liderlik olabilir. Böyle bir durumda, mevcut rejimin dışında bir alternatif oluşabilir. Ama bunun için önce bir halk ayaklanması gerekir. Bu ayaklanma cezaevlerinin kapılarını açmalı, bu insanlar özgür kalmalı ve sonra kendi destek tabanlarına dönerek bir geçiş siyasi yapısı oluşturmalılar. Bu geçiş yapısı da ülkeyi referanduma ya da yeni seçimlere taşıyabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.