Açıklığa doğru

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Şu anda ABD ve İsrail Gazze’nin cesetleri üzerinden İran’a yürümektedir. Soru şudur: Devrimci sürecin yararına olan nedir? Bir İsrail-İran savaşı mıdır? Yoksa bu savaşı durdurmak mıdır?

Üçüncü Dünya Savaşı’nın şu anda, gittikçe kritikleşen aşamasında, Selahattin Erdem Özgür Politika’da çok önemli bir yazı yazdı. Bu yazı Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu aşamadaki ilkesel tutumunu ve daha önemlisi taktik yönelimini yansıtıyor.
Kısa bir süre boyunca, ben de içinde, bir çoğumuz örgütsel yönelim oluşmadan önce, kendi görüşlerimizi olanca açıklığı içinde dile getirdik. “Örgütsel yönelimi” beklemeden kendi görüşlerini dile getirmeyi, ancak “bürokratik” kimseler “ihtiyatsız” bir tutum sayarlar. Doğrusu, örgütsel yönelim oluşana kadar cesaretle kendi görüşünü dile getirmektir.
Bizler, örneğin MLKP’li yoldaşlar ya da Kemal Atakan gibi TKP geleneğinden gelenler, kendi görüşlerini “örgütsel yönelimi” beklemeden ortaya koyduk. Ben kendi payıma bu görüşlerin Kürt Özgürlük Hareketi’nin iç değerlendirmelerine dürüstçe bir katkı olduğunu düşünmekteyim. Şurası açık ki, aramızda ciddi analiz ve bu analizden çıkan sonuçlar bakımından büyük farklılıklar var. Bu da, içinden geçmekte olduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı’nın şimdiye kadar eşine rastlanmadık ölçüde karmaşıklığının kaçınılmaz sonucudur.
Yanlış yorumlamıyorsam Selahattin Erdem’in yazısı aramızdaki ciddi farklara yeni bir açıdan ışık tutuyor ve “örgütsel yönelimi” bizim değerlendirmemize sunuyor. Bu yazıda Erdem’in sunduğu görüşleri nasıl değerlendirdiğimi sizlerle paylaşacağım.
Selahattin Erdem’in yazısı, Ücüncü Dünya Savaşı’nın karakteri ile bu savaşın bugünkü aşaması arasındaki ayrımı yaparak benim yeterli açıklıkta dile getiremediğim bir “somut durum analizi” yapıyor.
Ona göre, “Gazze’deki savaş esas olarak kapitalist modernite sistemi içindeki çıkar kavgası”dır. Bu saptama mevcut savaşla ilgili ilkesel saptamadır. Bana göre “Kapitalist modernite sistemi içindeki çıkar kavgası” demek, bugünkü küresel ve bölgesel emperyalist sistem ve onlar arasında giderek küresel çapa dönüşen bölgesel savaşlar” demektir. Selahattin Erdem’in bu “ilkesel saptaması” hem Marksçı-Lenincilerin ve hem de Apocuların bakış açısına bütünüyle uygundur. Ben bu bakış açısını tartışmasız kabul ediyorum.
Selahattin Erdem, Deniz Gezmişlerin, İsrail saldırısında şehit düşen Bora Gözen ve arkadaşlarının geleneğine sahip çıkarak şöyle yazıyor:
“Şunu da belirtmeliyim ki, bu satırları Filistin halkını savunma sözü vermiş bir savaşçı olarak yazıyorum. Ve bu sözüme her zamanki gibi sonuna kadar bağlı olduğumu da ifade ediyorum. Fakat Filistin kurtuluş mücadelesini yürütenler, hiçbir zaman bize Yahudilerin tümden düşman olduğunu söylemediler. Her zaman İsrail siyonizmine karşı savaştıklarını belirttiler. O zaman ortada HAMAS diye bir şey de yoktu. Kısaca mevcut İsrail yönetiminin ya da HAMAS’ın birinin yanında yer almak ve politikalarına ortak olmak zorunda değiliz. Bu iki gücün temsil ettiği milliyetçi ve dinci zihniyet ve siyaseti reddetmeli, iki ulus devlet yaklaşımının çözüm üretmeyeceğini bilmeli ve çözümü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği ‘demokratik ulus’ ve ‘demokratik konfederalizm’ çizgisinde görmeliyiz.”
Bu berrak bir görüştür. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu çizgisini bütün samimiyetimle savunuyorum. Bu noktaya gelişimde PKK’nin “kahramanlarına” hayran olsam da, asıl yoğunlaştığım etken asla “romantik duygular” olmamıştır. Reel sosyalizmi savunduğum yılların muhasebesi temelinde, Başkan Apo’nun “yeni paradigmalarını” kendi bilgilerimin süzgecinden geçirme, onları anlama sürecinde bu çizgiyi bütünüyle benimsemişimdir.
Buraya kadar “ilkesel” yaklaşımları ele aldım. Bu konularda Erdem’le aramda hiçbir fark yok. Şimdi dünya savaşının bugünkü aşamasıyla ilgili Erdem’in “somut analizine” geliyorum. Erdem şöyle yazıyor:
“Mevcut ABD Yönetimi’nin yaklaşımları, bu savaşın bu biçimde gelişmesi ve sürdürülmesinde sanki payları varmış gibi bir izlenim doğuruyor. Bu kadar karmaşa içinde şunu ifade edebiliriz: Büyük ihtimalle mevcut olup bitenler ABD’nin ‘yol temizliği’ planı çerçevesindedir. ABD fazla anlaşılmayan yöntemlerle Tayyip Erdoğan Yönetimi’ni böyle bir provokasyona yöneltmiş ve Tayyip Erdoğan Yönetimi de HAMAS’ı buna teşvik etmiş olabilir. Çok açık bir biçimde görülüyor ki, HAMAS’ın yaptığı tam bir provokasyon niteliğindedir. Mevcut İsrail Yönetimi de söz konusu provokasyonu kendi lehine çevirmek için uğraşmaktadır.”
Bilindiği gibi yazılarımda bu “provokasyonu”, kendi payıma “haklı” nedenlerle, yani ABD ve İsrail’in stratejik hedef olarak İran’a karşı savaş hazırlığını önleyebilmek için İran’ın yaptığı ihtimalini defalarca yazdım. Açık söylemek gerekirse bugün de bu “ihtimali” savunmaktayım. Ancak, Türk devletinin bu “provokasyonda” muhtemel payını hesaba katmadığımı söylemeliyim. Oysa bu ihtimal, Erdem yoldaşın dediği gibi ciddi verilere dayanıyor. HAMAS’ın Türkiye’de “legal” bir bürosu bulunmakta, HAMAS liderlerinin bir kısmı Türkiye’de yaşamaktadır. 7 Ekim öncesinde “karanlık adam” Fidan, vaktiyle İran’la kurduğu “ilişkiler” düşünülürse, savaştan az önce İran’a gitmiştir. 15 Temmuz’da kendi ordusuna karşı “darbe” yapan Fidan’ın, hem HAMAS’ı, hem de İran yönetimini böyle bir provokasyona, aslında İsrail ve ABD hesabına yönlendirmiş ve teşvik etmiş olması muhtemeldir.
Bu analiz TC’nin Filistin halkının yanında değil, İsrail’in yanında olduğunu gösteriyor. Nitekim biz, Tuğba Hezer’le yaptığımız programda Türkiye’nin AKP döneminde İsrail’le ticari ilişkisinin, Anadolu Ajansı’nın haberine göre beş yüz kat arttığı gerçeğine değinmiştik. İsveç’in NATO’ya alınmasıyla ilgili Erdoğan’ın TBMM’ye sunduğu lehteki protokol de Türkiye’nin Batı Bloku’na, dolayısı ile İsrail’e yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Bu da HAMAS ve İran’ı bugünkü savaşa iteklemekte Türkiye’nin rolüne dair Erdem yoldaşı doğruluyor.  
 Gerçek “doğrulanma” ise, savaşın sonraki aşamasında karşımıza çıkacak. Bütün “bilinmezler” gözler önüne serilecek. Şimdilik bizim gibilerinin “tek tabanca” bilgilerine, Kürt Özgürlük Hareketi’nin somut istihbarat verilerine dayanan tüm saptamalar birer hipotezdir. Erdem yoldaşın yazısında “mutlak” iddialarının olmaması bunu gösteriyor.
Ancak şurası kesinlikle doğrudur: Savaşın emperyalist niteliği başka şeydir, savaşın şu andaki aşaması başka şeydir. Şu anda ABD ve İsrail Gazze’nin cesetleri üzerinden İran’a yürümektedir. Soru şudur: Devrimci sürecin yararına olan nedir? Bir İsrail-İran savaşı mıdır? Yoksa bu savaşı durdurmak mıdır?
Ben S.Erdemin yazısından şu sonucu çıkarıyorum: Bu savaş, dolayısı ile Gazze’nin İsrail tarafından işgali önlenmelidir.
Böylece Kürt Özgürlük Hareketi, yazımın başında dile getirdiğim “sosyalistler arası” anlaşmazlığa bir “çare” üretmiştir. Belki de, savaşın bu aşamasının temel sorusuna ortak bir cevap verebiliriz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.