Afrika’da bir soykırım
Dosya Haberleri —
- Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Doç. Dr. Teklehaymanot Weldemichel: Tigray, 2020'de savaşın başlamasına kadar direnen tek bölgeydi. Tigray'ın direnişiyle, Tigrayanlara yönelik nefret ve şiddet arttı. Tigrayanlar, savaşın patlak vermesinden çok önce evlerinden atıldı. Savaş başladığında Abiy, Eritre ve Etiyopya’nın dört bir yanından Tigraylara karşı nefret aşılanmış paramiliter milisleri bölgeye davet etti ve böylece cehennemin kapıları açıldı.
MIHEME PORGEBOL
Bu çalışmaya açıklama yazmak zor. Meseleyi insanlık tarihi içerisinde mi ele almak gerek yoksa içinde bulunduğumuz çağın yüzsüzlüğüne mi vurgu yapmalı? Yoksa gazetecilik gereği, olan biteni profesyonellere yaraşır bir kayıtsızlık içerisinde mi muhabere etmeli?
Biliriz ki, bir sorunu kavrayıp çözmenin en kesin yolu kaynağına inmektir. Bu çağı tasvir ederken bir klişe olarak “dünyanın uzak bir köşesindeki herhangi bir gelişmeyi saniyeler içerisinde, tek tuşla öğrenebilirsiniz” ifadelerine başvururuz. Peki Afrika dahil mi? Her ne kadar son yıllarda arkeoloji ve antropoloji alanındaki bulgular bize insanlığın köklerine dair yeni veriler sunsa da hâlâ herkesin yaygın olarak kabul ettiği şekliyle, insanlık Afrika’dan yayıldı yeryüzüne. Belki de bu yüzden insanlığın içinde boğulmak üzere olduğu sorunlar yumağını çözebilmek için kaynağa, Afrika’ya bakmamız gerekiyor.
Dünya soykırımlarla çalkalanıyor; Kurdistan, Filistin, Artsakh, Belucistan, Sincan… Ya Afrika? Bu çalışma, yaşadığımız çağın en büyük soykırımını konu ediyor. Orta Afrika’nın doğusunda, Etiyopya, Eritre ve Sudan üçgeninde yaşayan Tigray halkını ortadan kaldırma niyetiyle başlayıp Etiyopya’da yaşayan diğer halkları da hedefine alan bir soykırım. Geçen yıl imzalanan sahte bir ateşkes anlaşmasından sonra ilk defa ulaşılan bölgelerden toplanan verilere göre en az 600 bini Tigraylı olmak üzere Etiyopya ve kısmen de Eritre genelinde 1 milyon 200 bin insan en vahşi yöntemlerle öldürüldü. Üstelik soykırımın yayıldığı bölgelerin henüz yüzde 60’ına ulaşılabilmiş durumda. Konunun üzerine düşenler, hakkaniyetli bir araştırma ve saha gözlemi talep ediyor ve böylece ölü sayısının 2 milyonu bulduğunun, hatta aştığının ispatlanacağına inanıyor. Katletme, tecavüz ve işkencede kullanılan akıl almaz uygulamalar bu çalışmanın konusu değil. Ancak dehşetin bilgisine ucundan da olsa erişmek isteyenler 2022 Aralık ayında Etiyopyalı siyaset bilimci Prof. Dr. Milkessa Gemechu’yla yaptığımız röportajı okuyabilirler.
Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nde siyasi ekoloji, çevresel adalet, koruma ve kalkınma politikaları ve devlet şiddeti gibi konularda çalışmalar yürüten Doç. Dr. Teklehaymanot Weldemichel’le yaptığımız bu röportaj, milenyum çağının en büyük soykırımının nasıl ve ne amaçla başladığını tarihsel ve politik bir perspektifte ele alıyor. Sorularımızı yanıtlayan Doç. Dr. Weldemichel’le birlikte aynı zamanda konunun detaylarına vakıf olmak isteyenler için geniş bir kaynakçaya da yer verdik. Çalışmamız ölülerin asla duyuramadıkları çığlıklarını soykırımın yaşandığı ve yaşanacağı diğer coğrafyalardaki potansiyel ölüler için anlamsız uğultularla tıkanmış kulaklara taşıma amacı taşımaktadır.
Tigray Soykırımına giden siyasi ve askeri gelişmeleri okuyucularımız için özetleyebilir misiniz? Ne oldu, soykırımın tarihsel arka planında neler var?
Bu, uzun bir açıklama gerektiren çok karmaşık bir konudur ve dürüst olmak gerekirse burada kısaca açıklamanın hakkını veremeyeceğim. Ancak şimdilik kısa bir cevapla yetineceksek: Devam etmekte olan soykırımın kökleri bir ülkenin, daha doğrusu bir imparatorluğun tarihine dayanıyor: Etiyopya İmparatorluğu. Bugün bildiğimiz şekliyle imparatorluk, 19. yüzyılda Avrupa'nın bölgedeki sömürgeci yayılmasıyla eş zamanlı olarak şekillendi. İmparatorluk bugün bildiğimiz anlamına kavuşurken, tarih boyunca hiçbir zaman kendisine ait olmayan ve hiçbir zaman parçası olmamış çeşitli etnik grupları da kontrolüne almaya zorladı. Addis Ababa'nın güneyindeki mevcut Etiyopya'nın büyük bir kısmı o dönemde ülkeye dahil edildi.
Ülkenin önceki şekli ne kadar baskıcı olsa da bölgelere, etnik-dilsel topluluklara bir tür özerklik sağladı. Eski imparatorluğun bir parçası olan Tigray da kendi yöneticileri tarafından yönetiliyordu ve birkaç kesinti dönemi dışında tarihi boyunca kendi idari özerkliğine sahipti. İmparatorluğun güneye doğru genişlemesiyle birlikte rejimler daha merkezi hale geldi ve daha Avrupai bir biçim aldı. Etiyopya anlaşmalar ve diplomatik ilişkiler kurduğu Avrupa ülkelerini biçimsel anlamda taklit etti.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin desteğiyle 5 yıllık faşist İtalya işgalinin sona ermesi ve Haile Selassie'nin iktidara dönmesiyle bu merkezileşme daha da pekişti. Haile Selassie, büyük bir merkezileşme rejimini pekiştirdi. Bu süreçte, tek bir dil ve kimliğe sahip bir ülke yaratmak amacıyla periferileştirilmiş halkların dilleri, kültürel ve geleneksel ifadeleri aşağılandı ve çoğu zaman kasıtlı olarak saldırıya maruz bırakıldılar. Bu durum, pek çok soru işaretiyle birleşerek her köşeden direnişe yol açtı ve 1970'lerin ortalarında imparatorluğun çöküşüne neden oldu.
1974'te ordunun bir fraksiyonu iktidarı ele geçirerek monarşik yönetime son verdi, ancak yeni rejimin daha merkeziyetçi ve daha acımasız olduğu ortaya çıkınca ademi merkeziyetçilik ve hakların korunması umudu hızla yok oldu.
Tigray’ın bu süreçteki pozisyonu neydi?
1991'de sona eren 17 yıllık askeri rejim boyunca milyonları bulan sayıda insan hayatını kaybetti. 17 yıl aynı zamanda özerklik ve eşit haklar gibi temel sorunlara dair bir mücadele gündemi olarak silahlı kurtuluş hareketlerinin mücadele yıllarıydı. Tigray (ve Tigray Halk Kurtuluş Cephesi) 1991'de askeri yönetimin sona ermesinde merkezi bir rol oynadı. Bu yıllarda, Tigrayanlara karşı nefret, imha ve sürgün Etiyopya genelinde ulusal bir arzu düzeyine yükseltildi.
17 yıl, özellikle direnişin daha şiddetli olduğu Tigray'da, rejim tarafından kıtlık ve kavurucu toprak savaşı taktiklerinin kullanılmasını da içeriyordu. 1984/5 kıtlığı özellikle "balıkları öldürmek için denizi kurutmak" üzerine tasarlanmıştı.
Askeri rejim yıkıldıktan sonra ne oldu?
Derg Rejimi’nin yıkılması, ulusun ideolojik temeli olarak merkezileşmeyi destekleyen elitlerin egemenliğini sona erdirmedi. 1990'ların ilk yıllarında geçiş hükümeti kuruldu. Etnik grupların özerklik ve diğer haklarına duyulan ihtiyacı tanıyan bir anayasa taslağı hazırlandı. 1995’te yeni bir anayasa yürürlüğe kondu ve bölgelere çok daha fazla özerklik tanıyan federal bir yapı kuruldu. Bölgelerin okullarda, mahkemelerde ve kısmen diğer resmi dairelerde kendi dillerini kullanmalarına izin verildi. Bölgeler, üyeleri doğrudan halk tarafından seçilen kendi bölgesel konseylerine sahip oldular.
Tüm kusurlarına rağmen bu durum ülkenin belli bir düzeyde istikrara kavuşmasını ve son yirmi yılda gördüğümüz iyileşmeleri sağladı. Ancak anayasa bölgelere ve halka pek çok hak tanısa da merkezi hükümet önceki hükümetlerin geleneklerini sürdürdü. Yani anayasanın tam olarak uygulandığını görmedik. Bu da 2014-2018 yılları arasında ülkeyi sarsan protestolara yol açtı. Etiyopya'nın en büyük bölgesel eyaleti olan Oromia'da gençler tarafından başlatılan protestolar başlangıçta toprak hakları, eşitlik ve benzeri konularla ilgiliyken, protestolara toplumun başka kesimleri de katılmaya başladı.
Bir süre sonra protestolar elit grupların eline geçti. Kentsel alanlara ve Amhara bölgesine yayıldıkça protestoların içeriği değişti. İktidar partisinin güç merkezi olarak görülen Tigraylılara (Tigrayanlar) karşı nefret, protestoların merkezine oturmaya başladı. Tigrayanlar her yerde, özellikle de Amhara bölgesinde saldırıya uğradı. 2016'da Amhara bölgesindeki yaklaşık 100 bin Tigraylı, Sudan üzerinden Tigray'a kaçmak zorunda kaldı.
Bildiğim kadarıyla soykırım uygulamaları da bu aşamada başladı.
Evet, protestolar Hailemariam Desalegn'i istifaya zorladı ve böylece 2018 yılında Abiy Ahmed Ali iktidara geldi. Başlangıçta Abiy, federal yapıyı güçlendirme ve insanlara daha fazla hak verme sözü verdi ancak bunun tam aksi politikalar yürüttüğü kısa sürede anlaşıldı. Abiy Ahmed Ali ve ateşli destekçileri Etiyopya'nın "şanlı geçmişine" dönmek ve imparatorluk içindeki etnik uluslara özerklik hakları veren sistemi sona erdirmek isteyen bir yere evrildi. Kırsal kesimi, etnik azınlıkları ve farklı kültürel grupları aşağılayan, klasik geçmiş mit ve retoriğini duymaya başladık. Ardından bu hamleleri sorgulayan herkese saldırılar geldi. Abiy, kısa süre içerisinde bölgesel yetkilileri hedefine aldı. İktidara geldikten sonraki bir yıl içinde tüm bölge valilerini devirdi ve bölge konseylerinin yetkilerini askıya alarak bu konseylere kendi yandaşlarını yerleştirdi. Tigray, tüm bunlara Kasım 2020'de savaşın başlamasına kadar direnen tek bölgeydi.
Tigray'ın direnişiyle, Tigrayanlara yönelik nefret ve şiddet arttı. Ülkenin her yerindeki Tigrayanlar, savaşın patlak vermesinden çok önce işyerlerinden ve evlerinden atıldı. Savaş başladığında Abiy, Eritre'yi -Tigray bölgesiyle uzun bir sınırı paylaşıyor. Eritre’deki rejim Tigray ve Tigray’daki siyasi otoriteyle büyük sorunlar yaşıyor- ve Etiyopya’nın dört bir yanından Tigraylara karşı nefret aşılanmış paramiliter etnik milisleri bölgeye davet etti. Abiy Ahmed Ali, 2018'de iktidara geldiğinden itibaren Tigrayanlar için ilgilenilmesi gereken kanserler, tümörler vb. demeye başladı. Tüm bunlar için, yani Tigrayanları yok etmek için de TPLF’yi (Tigray Halk Kurtuluş Cephesi) bahane etti ve böylece cehennemin kapıları açıldı.
Kendisiyle daha önce yaptığımız röportajda Profesör Milkessa Gemechu soykırımın Etiyopya'yı bir ulus-devlete dönüştürmek amacıyla gerçekleştirildiğini söylemişti. Anladığım kadarıyla siz de soykırımın altındaki siyasi motivasyon açısından kendisiyle hemfikirsiniz.
Devam eden soykırım, muhalif nüfusun ortadan kaldırılmasını kendi sürekliliğini sağlamanın bir yolu olarak gören Etiyopya devletinin doğasından kaynaklanmaktadır. Yani, evet bu konuda Milkessa Gemechu'ya katılıyorum.