AKP'nin politik dezenformasyon rejimi
Şemsettin ÖZER yazdı —
- AKP’nin siyaset üretim tarzı, toplumun duygularını ve inançlarını manipüle etmeye dayanıyor. Hakikatle rekabet eden bilgi kaosu üreterek, bir politik dezenformasyon rejimi yarattı.
Tarihi okumadan bugünü anlamak mümkün değildir. Siyasetin tarihsel gelişimi içinde bilimsel düşüncenin yükselişi ile etik değerlerin çöküşü arasındaki çelişkiyi merkeze aldığımızda, modern Ortadoğu siyasetinin mezhepsel ve iktidar temelli karakteri daha görünür hâle gelir. Tarihsel perspektif olmaksızın yapılan her analiz, tarihsizliğin tarihsizliğini üretmekten başka bir şeye yaramaz.
AKP iktidarının dini söylemleri araçsallaştırarak toplumu manipüle etmesi, zaten zayıf olan tarih bilincini daha da aşındırdı; toplumu neredeyse kolektif bir belleksizliğe mahkûm etti. Bu süreçte Kürtlerin tarihsel kazanımları ya inkâr edildi ya da bölgedeki hırsız, kadın düşmanı ve şiddet yanlısı radikal unsurlarla kurulan ittifaklar üzerinden tamamen tasfiye edilmek istendi. Türk devleti ve AKP çizgisi, hiçbir dönemde Kürt inkârından vazgeçmedi; Özgürlük Hareketi'nin başlattığı barış sürecini bile bir pazarlık aracı olarak kullandı.
Böylesi bir zemin, siyasetin ürettiği dili de dönüştürdü. Dil, hakikati görünür kılan bir araç olmaktan çıktı; teslimiyet, bastırma ve toplumsal mühendislik işlevine indirgendi. Bu nedenle Türk–Kürt ilişkilerine dair tarihsel söylemlerin siyasal amaçlarla nasıl büküldüğünü incelemek, post-truth çağında siyaset ile etik arasındaki kopuşu anlamak açısından kritik önemdedir.
Siyasetin bilimleşmesi ve etiğin çekilişi
Siyaset, insanlık tarihi kadar eski olsa da siyaset biliminin kurumsallaşması, 19. yüzyılın sonuna uzanır. Sanayileşmenin yarattığı toplumsal sorunlara çözüm üretme arayışı, siyaseti rasyonel analiz ve kamusal yarar temelinde ele alan bir disipline dönüştürdü. Ne var ki modern siyaset pratiği, 20. ve 21. yüzyılda bu etik yönelişten giderek uzaklaştı. Max Weber’in “amaçsal akılcılık” ile “değer akılcılığı” ayrımı, bu kopuşun tarihsel izlerini berrak biçimde ortaya koydu. Modern devlet, rasyonelliğini etik bir çerçeveye değil, iktidarın sürekliliğine bağladı. Böylece hukuk, toplumsal adaleti önceleyen bir alan olmaktan çıkıp güç ilişkilerini kodlayan teknik bir aygıta dönüştü.
Ortadoğu’da akıl tutulması ve siyasetin daralması
Ortadoğu siyasetinin tarihsel örüntüsü, mezhepsel ayrışmalar, kabile bağları ve dinsel meşruiyetin iktidar aracı olarak kullanımına dayanır. 11. yüzyıldan itibaren dinin siyasallaşması, düşünsel özgürlüğün daralmasına ve siyasal rekabetin “kutsal söylemler” üzerinden yürütülmesine yol açtı. Bu tarihsel süreklilik, modern döneme de taşan bir akıl tutulması rejimi üretti. Siyaset, etik çerçeveden uzaklaşmakla kalmayıp kaderci toplumsal yapıların meşrulaştırıcısı hâline geldi. Lider kültü, eleştirel aklın baskılanması ve sorgulamanın günah ya da ihanetle özdeşleştirilmesi, Ortadoğu siyasetini kurumsal bir tıkanma noktasına getirdi. Bu nedenle Ortadoğu liderleri, Batı'nın kapılarında bir dilenci olmanın ötesine geçmedi. Yaşanan derin akıl yoksunluğunun öncüsü ise Türk devletidir. Toplumu tam anlamıyla bir cehalet ordusuna dönüştürdü. Bu nedenle Rojava ve genelde Kürtler, Ortadoğu rönesans devrimin öncüsü olunca kendini yılların efendisi olarak gören Türk devletin dahada akıl tutulmasına neden oldu.
AKP dönemi; manipülasyon ve algı yönetimi
Türkiye’de AKP iktidarı, modern siyaset–etik ilişkisi açısından kritik bir kırılma noktasıdır. Bu dönemde siyaset, hakikati görünmez kılan bir propaganda tekniğine dönüştü. AKP’nin siyaset üretim tarzı, toplumun duygularını ve inançlarını manipüle etmeye dayanan bir kandırma siyaseti etrafında şekilleniyor. Dinsel referansların araçsallaştırılması, liderlik kültünün kutsanması ve gerçekliğin sürekli yeniden kurgulanması bu siyasetin temel yöntemleridir. Hannah Arendt’in vurguladığı gibi, “hakikatin siyasal alanı terk etmesi” otoriterliğin en önemli göstergesidir.
AKP döneminde tarih, bağlamından koparılarak güncel siyasetin hizmetine sokuldu. Osmanlı romantizmi, “yerli ve milli” tarih anlatısı ve sürekli “dış güçler” fobisi, toplumsal belleği yeniden şekillendiren manipülatif söylemlerdir. Türk–Kürt ilişkileri de bu manipülasyonun merkezinde yer alır. Tarihsel gerçeklik yerine, iktidarın ihtiyaçlarına göre üretilmiş bir “kardeşlik” söylemi dolaşıma sokuluyor.
Politik dezenformasyon rejimi
Medya tekelleşmesi, sosyal medya algoritmalarının kontrolü, trol ağları ve sistematik bilgi kirliliği, Türkiye’de bir politik dezenformasyon rejimi yarattı. Burada amaç, hakikati ortadan kaldırmak değil; hakikatle rekabet eden sürekli bir bilgi kaosu üretmektir. Bu düzen, post-truth çağın siyaset anlayışıyla tamamen uyumludur; olgular yerini sadakatlere, gerçek ise yerini duygusal aidiyete bırakır.
Türk–Kürt tarihinin bükülmesi
Türk devlet aklı, Osmanlı’dan günümüze Kürt meselesini hiçbir zaman eşitlik ve hak temelinde ele almadı ve eşitçe bir arada yaşanmadı. Katliamlar, zorunlu göçler, kimliğin yasaklanması, dil ve kültür üzerindeki baskılar, devletin süreklilik gösteren politikaları oldu. AKP iktidarı da bu tarihsel çizgiden kopmadı. "Çözüm süreci” dâhil tüm girişimleri kendi siyasal çıkarı doğrultusunda araçsallaştırdı. Böylece gerçek bir yüzleşme yerine, pazarlık ve kontrol siyaseti öne çıkmıştır.
Hakikat için etik bir siyaset
Bugün Türkiye’de ve Ortadoğu’da siyasetin en büyük krizlerinden biri, hakikat ile iktidar arasındaki ilişkinin tamamen kopmuş olmasıdır. Siyasetin yeniden etik bir zemine oturması, şunlarla mümkündür;
* Tarihsel gerçeklikle yüzleşmek
* Toplumsal belleği onarmak
* Eleştirel aklı özgürleştirmek
* Siyasal alanı manipülasyondan arındırmak.
Aksi hâlde siyaset, hem bilimselliğini hem de ahlaki meşruiyetini yitirerek yalnızca iktidar tekniklerine indirgenen bir alan olmaya devam edecektir.
