‘Angela Davis’e 1 milyon gül’e bugünden bakmak

Dosya Haberleri —

ANGELADAVIS

ANGELADAVIS

  • ABD’deki siyahların ırkçılık karşıtı mücadelesinin sembol ismi Angela Davis, 70’li yılların başındaki tutsaklığı sırasında Doğu Almanya’da düzenlenen “Angela Davis’e 1 Milyon Gül” kampanyasıyla ikona dönüşmüş, ülkeden siyah aktiviste yüz binlerce kartpostal gönderilmişti. Dresden’de açılan sergi, bu dinamiği anlamak için hikâyeyi önce başa sarıyor, ardından ise ona bugünden derinlikli bir bakış atıyor.

OSMAN OĞUZ

Doğu Berlin’in Schönefeld semtindeki havaalanında, 1972 yılının Eylül ayında, sosyalist Almanya Demokratik Cumhuriyetinin (DDR) iç istihbarat servisi Stasi’nin beklediğinin yirmi katı insan buluşmuştu: 50 bin kişi, DDR sınırları içinde adeta bir popstar muamelesi gören Angela Davis’i selamlamak için meydanı doldurmuştu. Davis, Magdeburg şehri tarafından “onur yurttaşı” ilan edilecek; Leipzig Üniversitesi ise ABD’li aktiviste “onur doktorası” takdim edecekti. Davis’in Leipzig’teki konuşmasını dinlemek üzere toplanan insanların sayısı ise dudak uçuklatıcıydı: 200 bin kişi meydanı hıncahınç doldurmuştu ve dünyanın öbür tarafından gelen Davis’i coşku içinde dinliyordu.
Peki iş buralara nasıl geldi? Okyanuslar ötesinden gelen bu genç kadın, Doğu Almanya’nın ikonuna nasıl dönüştü? Dresden’in meşhur Albertinum Müzesinde açılan “Angela Davis’e 1 Milyon Gül” başlıklı sergi, bu soruları yanıtlamak için hikâyeyi önce başa sarıyor, ardından ise ona bugünden derinlikli bir bakış atıyor.

Junge Welt gazetesinin 1971’de “Angela Davis’e 1 Milyon Gül” kampanyası kapsamında dağıttığı kartpostal şablonu.

Angela Davis kimdir?
Angela Davis, 26 Ocak 1944’te ABD’nin Alabama Eyaletine bağlı Birmingham şehrinde doğdu. Angela’nın ilk gençlik yıllarını kapsayan 60’lı yıllarda ABD’de siyahlara yönelik ırkçılık doruğa ulaşmıştı ve beyaz ırkçılar, “Ku Klux Klan” gibi örgütler aracılığıyla bombalı saldırılar düzenliyordu. Öte yandan ama siyahlar da direniş cephesi örgütlüyor, öfkelerini giderek daha yoğun biçimde politikleştiriyor ve silahlı mücadele dahil farklı biçimlerde ırkçılığa kafa tutmaya başlıyordu. Keza ABD’deki siyah politik bilincinde silinmeyecek izler bırakacak olan Kara Panter Partisi ve Siyah Özgürlük Orduları da bu dönemde kurulacaktı.
Angela, bu dönemi bir siyah genç kadın olarak yaşadı. Özgünlüğü, sosyal bilimler ve edebiyattaki müthiş yeteneğiydi. Henüz 15 yaşındayken bu yeteneği, “American Friends Service Committee” tarafından verilen bir bursla ödüllendirildi; Angela, bu sayede New York’taki bir özel okula yazılma şansı elde etti. Marksizmle ilk karşılaşması da burada olacaktı. 1961’e kadar Brandeis Üniversitesinde okuyan Angela, 1962’de bir yıllığına Paris’teki Sorbonne Üniversitesine devam etti.

Performance with Inside/Outside, Senga Nengudi, 1977.

 

Frankfurt Okuluyla karşılaşma
Brandeis Üniversitesi, Angela’nın hayatına büyük etkilerde bulunan bir karşılaşmanın da mekânına dönüşecekti. Frankfurt Okulunun Hitler faşizmi ardından sürgüne çıkan üyelerinden Herbert Marcuse, burada ders veriyordu. Marcuse’nin aracılığıyla 1965’te sosyoloji ve felsefe okumak üzere Almanya’nın Frankfurt kentine gitti; burada Frankfurt Okulunun ve modern Marksizmin en önemli isimlerinden olan Theodor Adorno ve Max Horkheimer da dahil olmak üzere birçok önemli bilim insanından dersler aldı. 
Angela’nın doğup büyüdüğü Birmingham, 60’lı yıllarda Ku Klux Klan’ın siyahlara yönelik saldırılarının da en yoğun olduğu bölgeydi. 1963 yılında, Angela henüz 19 yaşındayken beyaz ırkçılar, 4 siyah genç kadını katletti. Angela, katledilenleri tanıyordu; bu saldırı, onun politik bilinci ve eylemi açısından bir milada dönüşecekti. Marksizm, hem ırkçılığa hem de sömürüye karşı bulduğu yanıttı; yaşadığı veya okuduğu her yerde Marksist hareketlere dahil olmaya başladı. Frankfurt’taki yıllarında da Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonunun (SDS) üyesi oldu ve özellikle Vietnam Savaşına karşı gelişen eylemlerde yer aldı.

Angela Davis’in bütün dünyada ikona dönüşen fotoğrafı: 1969 yılında Kaliforniya’daki bir eylemde.

 

Siyah yurttaş hakları aktivizmi
Frankfurt’tan döndükten sonra Davis, 1967 yılının yazında, ABD’deki siyah yurttaş hakları hareketinin en önemli öznelerinden biri olan “Student Nonviolent Coordinating Committee”nin (Şiddetsiz Eylem Örgütleme Öğrenci Komitesi, SNCC) ve ayrıca kısa süreliğine Kara Panter Partisinin üyesi oldu. 1968’de ise ABD Komünist Partisinin afro amerikan üyelerinden oluşan Che Lumumba Kulübüne dahil oldu.
Davis’in bu dönemdeki angajmanının en önemli ağırlık noktası, tutsak haklarıydı. Özellikle siyah tutsakların cezaevlerinde yaşadıkları ve idam cezasına karşı yürütülen mücadelede Angela Davis, önemli isimlerden birine dönüşmüştü. 

En çok aranan 10 kişiden biri
Angela Davis’in dünyaca üne sahip olmasına ve DDR’de bir “popstar”a dönüşmesine neden olan olay da bu yıllara denk gelecekti: 18 yaşından bu yana ABD cezaevlerinde yatan ve tutsaklığı sırasında Kara Panter Partisine üye olan George Jackson’a Davis, tutsaklık koşullarına dair bir kitap yazmayı önerdi. (Jackson’ın bu kitabı daha sonra “Soledad Brother” adıyla yayınlanacaktı.) Bu yıllarda kardeşi, bir mahkeme sırasında George Jackson’ı silahlı bir eylemle kurtarmaya çalıştı; başarısız olan eylemde polisle çıkan çatışmada dört kişi yaşamını yitirdi. Soruşturmada Angela Davis, bu eylem için silahı temin etmekle suçlandı; keza silah, Davis adına satın alınmıştı. Davis, aranıyordu; FBI onu “ABD’nin En Çok Aranan 10 Suçlusu” listesine koymuştu; “terörizme destek” suçlamasından idamı isteniyordu. Davis, birkaç aylık yeraltı hayatının ardından 13 Ekim 1970’te FBI tarafından New York’ta bulundu ve tutuklandı. Bu dava, ABD’deki siyahlara yönelik ırkçılığa ve siyahların mücadelesine dair hızla bir sembole dönüşecek, sınırları aşan bir dayanışma kampanyasının fitilini ateşleyecekti. Bu kampanyanın en ilgi çekici ayaklarından birinin adresi ise Doğu Almanya’ydı. 

Kampanya, Batı Almanya’da da yankı buluyor: Alman Komünist Partisi, afişinde Angela Davis’in “afro”sunu Marx’ın sakalıyla kombine ediyor.

 

Antiemperyalizmin ‘siyah kız kardeşi’
Doğu Almanya’daki sosyalist cumhuriyetin en önemli politik referansı antiemperyalizm idi. İki kutuplu dünyanın iki cephesinde de toplumlar, “ne için” sorusundan daha fazla “neye karşı” sorusu üzerine inşa ediliyordu: Kapitalist blokta sosyalizm, sosyalist blokta ise emperyalizm anlatısı, giderek mistik bir şeytanilik de elde eden ve komplo teorileriyle kol kola yürüyen imajlar üretiyordu. Doğu Alman sosyalizmi için ABD, emperyalizmin göbek adıydı. Angela Davis’in başına gelenler, bu emperyalizm anlatısı açısından müthiş bir araca dönüşecekti.
“Angela Davis’e 1 Milyon Gül” kampanyası, işte bu dönemde, sosyalist devletin resmi teşvikleriyle gündeme geldi.
1970’li yılların sonuna kadar DDR’deki gençlik örgütleri, öğrenciler ve ülkenin oyuncu Helene Weigel ya da ressam Willi Sitte gibi ünlü sanatçıları, Davis’le dayanışma açıklamaları yaptı. Davis’in 26 Ocak 1971’deki 27. doğum günü dolayısıyla ise ülkedeki “resmi” gençlik örgütü “Özgür Alman Gençliği” (Freie Deutsche Jugend, FDJ), “Angela Davis’e 1 Milyon Gül” kampanyasını başlattı. Ülkenin bütün okullarında da yürütülen kampanya kapsamında tutsak Davis’e yüz binlerce kartpostal gönderildi. Kampanyaya “Angela’ya Özgürlük” başlığını taşıyan gezici bir resim sergisi de eşlik ediyordu. Angela Davis’in serbest kalması ardından, Ekim 1972’de ise bugünkü serginin de gerçekleştiği Dresden’deki Albertinum Müzesinde “DDR 7. Sanat Sergisi” düzenlendi. Ülkenin en önemli sanat olaylarından biri olan bu sergide birçok portresinin sergilenmesi, Davis’in ne denli ikonlaştırıldığının da bir göstergesi olacaktı. Daha sonra DDR Görsel Sanatlar Birliğinin başkanı olacak Willi Sitte’nin çizdiği ve bugünkü sergide de yerini alan portre, bunlardan en önemlisiydi. Resim, “Angela Davis ve onun yargıcı. Öteki Amerika’nın resmi.” başlığını taşıyordu. İki katmanlı resmin altında Amerika’nın korkunç ve karanlık yüzü bulunuyor, Angela’nın sureti ise bu korkunçluğun üzerinden bakıyordu.

Dresden’in Albertinum Müzesindeki sergi, 24 Ocak’a kadar görülebilir.

 

24 Ocak’a kadar
Dresden’deki sergi, bir yandan Davis’in hikâyesini ve DDR’de ikona dönüşmesini ama öbür yandan DDR’in bu ikonlaştırmasının eleştirisini içeriyor. Bu ikonlaştırmanın hemen her parçasında beyaz bir toplum olan Alman toplumunun siyah kadın bedeniyle kurduğu temasın “egzotikleştiren” ve erotize eden yanını görmek mümkün. Sözgelimi Davis’in Leipzig’de sahneye çıktığı an da gazetelerde taşıdığı kıyafetlerin, “afro” saçının ve güzelliğinin upuzun betimlemelerini içeren neredeyse erotik anlatımlarla resmediliyor.
Sergi, Albertinum Müzesinde 24 Ocak 2021’e kadar görülebilir. Serginin Almanca ve İngilizce katalogu da müzenin internet sitesinden satın alınabilir. Serginin ekseni Angela Davis olsa da tematik kesişim noktaların “ırkçılık”, “cezaevleri” gibi farklı tematik kesişim noktalarına dokunan eserleri de görmek mümkün.

 

Daha sonra DDR Görsel Sanatlar Birliğinin başkanı olacak Willi Sitte’nin çizdiği ve bugünkü sergide de yerini alan resim, “Angela Davis ve onun yargıcı. Öteki Amerika’nın resmi.” başlığını taşıyor.

 

Angela’ya güller, Mozambikli siyah işçiye mezbahalar

Davis’e yönelik sahiplenme, Alman toplumunun taşıdığı ırkçılıkla yüzleşmeyi ve buna dair tartışmaları içeren bir sahiplenme değil; Dresden’deki serginin en önemli eleştirilerinden biri de bu. Keza DDR, hem yapısal hem de toplumsal/bireysel düzeyde ırkçılığın öz bir mesele olarak tartışmaya açılmadığı bir ülke. Henüz 1958’de, Nazilerden kalma Buchenwald Toplama Kampının açılışında, başbakan Otto Grothewald’ın ağzından devlet, faşizmin “köklerine varıncaya değin” yok edildiğini ilan ediyordu. Adalet Bakanı Hilde Benjamin de bundan dört yıl sonra şunları söyleyecekti: “Doğu Almanya Cumhuriyeti topraklarında bütün Naziler ve savaş suçluları adil cezalarına çarptırıldı; fakat Doğu Almanya Cumhuriyetinde çoktan tarih olan [bu ödev], Batı Almanya Federal Cumhuriyetinde halen güncel bir ödev olmayı sürdürüyor.”
Denilebilir ki sosyalist Doğu Almanya, Nazi rejiminden dolayı suçluluk duymuyordu. Zira onlar, “Nazi Almanyasının, ‘üçüncü Reich’ın değil, Almanya Komünist Partisinin antifaşist mücadelesinin devamcısı” ve “yeni ve daha iyi bir Almanya” kurmak ülküsüyle donanmış idiler. Nazi rejiminin yalnızca faşist bir dalganın değil, aynı anda buna müsait ve amade bir toplumsallığın suçu olduğuna dair bir tartışma yürütülmüyordu. Zira o toplumsallık, geleneksel sosyalist anlatının romantize edip kutsiyet atfettiği “halk”ı da meydana getiriyordu. Faşizm, neredeyse yalnızca Bulgar komünist Georgi Dimitroff’un tezleri ışığında tartışılıyor; “finans kapitalin en gerici diktatörlüğü” ve esas olarak işçi sınıfını baskı altına almanın bir formu olarak tanımlanıyor; onun işçi sınıfı da dahil olmak üzere toplumsallıktaki -dolayısıyla tek tek bireylerdeki- tarihsel kökleri, sömürgeci kişilik gelişimi yüzgeri ediliyordu. Suçlu, “faşistler” idi; Alman halkı, en fazla “manipüle edilen, kandırılan” olarak suça ortak edilmişti. Binlerce Nazi yetkilisi hapse atılmış, “suçlular” cezalandırılmıştı; dolayısıyla sorun, Adalet Bakanının coşkuyla söylediği gibi “tarih olmuştu”. Kamusala da yoğun bir ideolojik çalışmayla taşınan bu diskur, ırkçılığın tartışılmasını neredeyse olanaksız kılıyordu.

Mozambikli siyahların yaşadıkları
Irkçılıkla ilgili bu “halının altına süpürme” hâlinin siyahlara yönelik ırkçılığa sirayet etmemesi mümkün değildi. Buna en iyi örneklerden biri de Mozambikli siyah işçilerin DDR’de yaşadıklarıydı. Mozambikli işçiler, göçmen işçilerin “fıtratına” uygun biçimde, beyaz Almanların yapmak istemediği ağır işlerde düşük ücretlerle çalıştırıldı fakat yalnız bu da değil: 1987 yılından itibaren kazandıkları paranın yüzde 60’ına sosyal güvence ve ülkeleri Mozambik’in borçları karşılığında el konuldu. Sözleşmeli işçiler, kentin kıyısında, beyazların mahallelerinin dışında, “yabancı yurdu” denilen mekanlarda barınıyordu. Bugün mültecilerle ilgili dolaşan yabancı düşmanı söylentiler, o gün de onlarla ilgili dolaşımdaydı. Alman kadınlarını ayartmak için fırsat kolluyor, maaşlarını da döviz üzerinden alıyorlardı! Alman ülkesinde Almanlar ikinci sınıf, “bimbo”lar birinci sınıf olmuştu!
Sosyalist Almanya’nın yıkılmasının hemen ardından güçlü toplumsal kökleri olan bu ırkçılık, örgütlenmeye de başladı. Özellikle siyahlar için Doğu Alman kentleri, kabusa dönüşmüştü. Mozambik’ten işçi olarak Dresden’e gelen ve sosyalizmin yıkılması ardından da burada kalmayı “başaran” Emiliano Chaimite, Süddeutsche Zeitung’a yıllar sonra o günleri şu cümlelerle anlatacaktı: “Tramvayda her zaman en öndeki vagona, makinistin yakınına oturuyordum. Karanlık olduktan sonra sokağa çıkmıyordum. Hele Gorbitz veya Prohlis gibi belirli semtler, tamamen tabuydu.”
Keza Emiliano’nun korkularının haklılığı, 31 Mart 1991’de, siyah sözleşmeli işçi Jorge Gomondai’nin yalnız başına oturduğu bir tramvayda 14 ırkçı tarafından dövülerek katledilmesiyle de tasdik olacaktı. Görüşü alınan cinayet tanıklarından çoğu, Gomondai’yi Türkçeye belki “zenci” olarak çevrilebilecek siyahlar için kullanılan hakaretamiz, insandışılaştırıcı sözcükle anıyordu. Bir diyalog ise özellikle ilgi çekiciydi. Kanlar içinde yerde yatan Gomondai’nin çevrede bulunanlardan yardım isteyerek elini uzattığını anlatan tanık, “Peki uzattığı eli tuttunuz mu?” sorusuna -böyle bir sorunun sorulmuş olabilmesine şaşıran bir ifadeyle- şöyle yanıt veriyordu: “Bir zenciye elbette ki dokunacak değilim!”

 

‘Kürt karşıtı ırkçılık’ da sergide

Dresden’deki “Angela Davis’e 1 Milyon Gül” sergisinde ben de katılımcılara tartışma imkânı da veren dört sunumla yer alıyorum. Sunumların iki ağırlık noktasından biri, hem tarihsel hem güncel görüntüleriyle Almanya’daki Kürt karşıtı ırkçılık.
Angela Davis, Kürt Özgürlük Hareketine verdiği destek ile de tanınan bir isim. Öcalan’ın özgürlüğü için düzenlenen uluslararası kampanyanın imzacılarından olan Davis, son olarak ise 16 Ocak 2019’da New York Times’ta bir “açık mektup” yayımlamış; o günlerde açlık grevinde olan HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in bir an önce serbest bırakılmasını talep etmişti. “Güven, tüm dünyada barışa, adalete ve özgürlüğe inanan insanlar için büyük bir ilham kaynağı. Onu destekleyenlere ve Öcalan’ın hapishanede maruz kaldığı baskı koşullarını kınayanlara katılıyorum” diyen Davis, eklemişti: “Burada, ABD’de cezaevi kompleksinin genişletilmesini proteste eden bizler, yıllardır Kürt politik mahkumlarının cesur eylemler, özellikle de Türkiye’deki Amerikan tipi cezaevlerine karşı direnen kadınlar ile cesaretleniyoruz.”
Sunumların bir diğer ağır ağırlık noktası ise “Migrantifa” ile sembolleşen Almanya’daki yeni göçmen politizasyonu olacak.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.