Anneler de çocuklar da perişan durumda

Dosya Haberleri —

  • Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan ebeveynleri tutsak çocukların yaşadıklarını, cezaevlerindeki yaşam koşullarını ve fotoğraftaki çocukları konuştuk.

BARIŞ BALSEÇER

Türkiye ve Kürdistan’daki zindanlarda 300 bin tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Koronavirüs salgını döneminde AKP-MHP iktidar bloku tarafından ‘İnfaz Düzenleme Yasası’ kılıfıyla çıkarılan ve çetelerin çıkmasını sağlayan af sonrasında siyasi tutsaklar salgın tehditiyle karşı karşıya bırakıldı.

Birçok siyasi tutsak ise çocuklarıyla birlikte zindanlarda tutuluyor. Bu çocuklar yaşamlarının en güzel dönemlerini dört duvar arasında geçiyor.

HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, hafta başında sosyal medya hesabından anneleriyle cezaevinde zorunlu tutsaklık durumunda olan çocuklarla ilgili bir fotoğraf paylaştı. Fotoğrafta bir duvarın önünde anneleri tarafından bir kutlamaya hazırlanmış sekiz çocuk bulunuyor. Bu fotoğraf, bir ülkenin insani değerlerinin kayboluşunun, adaletsizliğin, siyasi ve toplumsal çöküşün de fotoğrafıydı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan ebeveynleri tutsak çocukların yaşadıklarını, cezaevlerindeki yaşam koşullarını ve fotoğraftaki çocukları konuştuk.

Sürekli cezaevlerini dolaşıyorsunuz ve sanırım kahredici  birçok hikâye ile karşılaşıyorsunuz. Oysa bizler size sorular sorduğumuzda, duygularınızı hiç sormuyoruz. Bu vahim, insanı kahreden, haksızlık ve adaletsizlikle bezeli durumlarla karşılaşınca neler hissediyorsunuz?

İnanın ki, her gün buna benzer birçok hikaye dinliyor ve tanıklık ediyoruz. Bu hikayelere tanıklık eden insan ağlamıyorsa, kahredemiyorsa insanlığında bir sorun vardır demektir. Her gün gözyaşı döküyoruz. Özellikle OHAL döneminde bu trajik hikayeler, dramlar çok arttı ve de kronikleşti. Sonuçta çocuk bunlar. Hepimiz bir zamanlar çocuktuk. Hiçbir çocuk bunu haketmiyor. Çocukken özgürdük. Özgürce koştuk, ebeveynlerimize naz ettik. İnsanın en özgür olduğu çağ, çocukluğudur. Her mevsimin tadını en iyi o zaman aldık. O zaman en özgür şekilde oyunlarımızı oynadık.

Bu fotoğrafta gördüklerimiz zorunlu tutsaklık yaşayan çocuklarımızın küçük bir kısmı. Maalesef bu çocukların en güzel zamanları zindanlarda, betonlarla örülü dört duvar arasında, demir parmaklıklar ardında geçiyor.

Bu çocukların annelerinin bana anlattıklarına göre, çocukların ilk öğrendikleri kelimeler, “avlu, memur”; ilk öğrendikleri yaşama dair eylem, “memurdan dilekçe ile siparişte bulunmak”, “sayım yapmak.” Oysa bu çocuklar “anne, baba” demeliydi, ilkin oyunları öğrenmesi gerekiyordu.

Şimdi bu çocuklar dört duvar arasında, özgürlükleri, tüm çocuklukları ellerinden alınmış durumda. Bu çok acı.

Biz tutsak annelerin mektuplarından okuyoruz bunları. Çok derin ve tahammül edilemez dramlar anlatılıyor. Cezaevlerine gittiğimizde o çocukların durumlarını görüyoruz. Bir köşede duruyorlar. Etrafında büyükler ve büyüklerin konuşmalarını umursamayan, psikolojileri bozulmuş şekilde bekliyorlar.

Annelerinden fizyolojik ve psikolojik durumları hakkında bilgiler alıyoruz. Yürek parçalayıcı bir durum. Bu durumu tarif edecek cümle bulmak bile zor.

Gün içerisinde bana bu fotoğraf geldi. Bu fotoğrafa giremeyen ikiz çocuğun dedesi beni aradı; “Benim torunlarımın bulunduğu koğuştaki çocukların fotoğrafını yayınlamışsınız. Ama torunlarım yok” dedi ve kendi vahim durumları hakkında bilgi verdi. Şu anda dört yaşında olan ikiz torunları prematüre dünyaya gelmiş. Torunlardan biri geçenlerde ameliyat olmuş. Dede gözyaşları arasında diyor ki, “Torunum ameliyat sonrası gözlerini açtı ve “anne” dedi. Ama annesi yanında yok. Annesi cezaevinde ve ben başındayım. Hayatım boyunca bu anı unutamam.”

Şu anda cezaevlerinde yaş gruplarına göre kaç çocuk bulunuyor?

Kasım 2019 verileri şu an elimizde. Bu verilere göre 0-6 yaş grubunda 780 bebek ve çocuk cezaevlerinde bulunuyor. Bu 780 çocuğun yaklaşık 200’ü 0-1 yaş grubu.

Tabii on sekiz yaşına kadar olanlar da, çocuk mahpuslar. Siyasi veya adli suçlardan cezaevlerinde olan çocukların sayısı da yaklaşık 3 bin civarında. Bu rakamların her biri, hayalleri, yaşamları ve özgürlük hakları olan çocuklardır.

Ama en dramatik grup maalesef ki, 0-6 yaş grubunda olan çocuklar. Hem mahpusun kendi anlatımlarından, hem de mahpus yakınlarından bu çocukların yaşadıkları problemleri dinliyoruz. Cezaevlerindeki hiçbir koşul, bu çocukların orada olmasına uygun değil.

Nedir cezaevlerindeki bu koşullar?

Birincisi cezaevlerinde çok küçük avlular bulunuyor. Bu avlular sabah 08.00 ile akşam 17.00 arası açık. Bu saat sonrasında çocuklar ile anneleri daracık koğuşlarda kalmak zorundalar. Üst katta ranzalar bulunuyor. Ayrıca sekiz kişilik koğuşta 25 kişi kalıyorlar. Adım atacak yer yok koğuşlarda. Gece tuvalete kalkmak bile başlı başına zor. Koğuş zemininde bile yatan insanlar var. İnsanlar birbirini eze eze ihtiyaçlarını gideriyor.

Günlük yaşamlarını geçirdikleri yer ise alt kat. Orası da son derece dar bir alan. İnsanlar zar zor bir sandalye bulup oturabiliyor ya da yemek yiyebiliyorlar. O 25 kişinin daracık alanda yemek yemesi bile mümkün olmuyor.

Paylaştığım fotoğraftaki çocukların anneleriyle kaldığı koğuşta, 12 kadın ve iki ikiz olmak üzere 13 çocuk bulunuyor. Bu koğuşun normal kapasitesi 8 kişidir. Çocukların oyun oynamak için hiçbir imkanı bulunmuyor. Oyuncakları yok denecek kadar az.

Bazı anneler mektuplarında belirtiyor; oyuncak alıyorlarmış ve cezaevi yönetimi “yasak” diyerek oyuncaklara el koyup imha ediyorlar. Annelerin anlattığına göre çocuklar saatlerce, durmadan ağlıyorlar. Ayrıca oyuncaklara ulaşmakta sıkıntı var. Oyun alanı maalesef yok. Tabi koğuşlar kapasitelerinin üzerinde insanı barındırdığı için, çocuğu olan anne bir nevi istenmeyen anne oluyor. İnsanız, özellikle cezaevlerini düşündüğümüzde yaşanan stresi gözardı edemeyiz. Koğuş kalabalık, ağlayan çocuklar söz konusu. Anlaşılabilir bir olumsuzluk bu. Ama annenin durumu daha vahim. O durumda çocuğu alıp bir yere götürme şansı yok.

Mesela birçok anne çoçuğuna yatak bulamamakta sıkıntı yaşıyor. İkiz çocuğu olan anneyi düşünün. Küçük bir yatakta, iki çocukla nasıl uyuyacak! Yanına yatak koymaya kalksa, koğuşta yer yok.

Salgın öncesinde, Kırıkkale Keskin Cezaevi’ndeki tutukluları ziyarete gitmiştim. Bir çocuk vardı, zamanını nasıl geçiriyor diye, annesine sordum. Sabahtan akşama kadar merdivenlerde koşturuyormuş sadece. Merdivenler zaten tehlike arz ediyor. Anneler tedirgin. Çocuk merdivenden düşmesin diye, 5 litrelik su bidonlarını merdiven yanlarına dizip, çocuğun güvenliğini sağlıyorlar. Düşen birçok çocuk var. Kafası kırılan, dizleri kanayan… Fizyolojik açıdan da bu çocuklarda yaşıtlarına göre bir gelişme sorunu bulunuyor. Çocuk sürekli üzüntü yaşıyor. Bu da fizyolojik olarak gelişmesini engelliyor.

Cezaevi ziyaretlerinde anneler size ne anlatıyordu?

En önemli faktör ise cezaevlerine yeterli yiyeceğin sağlanamaması. Örneğin Diyarbakır ve Elazığ Cezaevleri’ne ziyaretlerimizde, özellikle “çocuklara gelen süt, yumurta, bisküvi miktarını” sorduk. Öğrendik ki, çocuk için gelen yiyecekler yetersiz. Bu yiyecekler çocuğun büyümesinde öncelikli besinler ve maalesef bu yiyecekler bile sağlanamıyor.

Yemeklerde hijyen problemi söz konusu. Görüşmelerimizde tutuklular tarafından içinde “fare pisliği” vb. gibi yabancı maddeler tespit edilen yiyeceklerin olduğunu öğrendik.

Kimi cezaevlerinde anneler bize şunu anlattılar: “Yemeği yıkayıp, çocuklarımıza yediriyoruz.” Anne yüreği işte. İçine sinmiyor, gelen pilavın içine su gezdiriyor, yıkayıp çocuğuna yediriyor.

Küçücük bir alanda, 25 kişi kalınıyor. Ne kadar dikkat edilirse edilsin, hijyeni sağlamak mümkün değil. Tuvalet ve banyo büyük bir problem zaten. Anneler çok dikkatliler ama ne yaparlarsa yapsınlar, hijyeni kontrol etmek mümkün değil bu şartlarda.

Yerde bir halı bile yok. Emekleyen çocuk, çıplak yerde sürünüyor. Kıyafetleri bu nedenle çok erken yırtılıyor. Yere battaniye serdiklerinde, infaz koruma memurları gelip, kaldırıyorlar. İzin vermiyorlar.

Kimi yerlerde namaz kılan insanlar, altına seccade olarak battaniye seriyor. O battaniyelere bile el konuluyor. Cezaevi yönetimine bunun nedenini hep soruyoruz. Mevzuata uygun değil, deniliyor. Anlaşılmaz ve de tarif edilemez bir vicdan yitimi ile karşı karşıyayız.

Yani bu, sistematik bir işkence. Zemin beton ve çok soğuk. Çocuk için bir tedbir, inançlı insan için bir seccade o battaniye. Mantığı olmayan bir uygulama ve sorularımıza verecekleri mantıklı bir cevap da yok.

Örneğin, üç kişiden fazla toplu fotoğraf çektirmek bazı cezaevlerinde yasak. Cezaevi görevlilerine bu yasağın mantığını, “dört kişi olunca ne oluyor? Devlete ne gibi bir zararı var?”, diye sordum. Akıl almaz, mantığı olmayan, vicdana sığmayan yasaklar…

Bir cezaevinde kadın koğuşundakiler anlattı. Koğuşlarına baskın yapılmış. Kadın tutuklu diyor ki, “Koğuşa geldiğimizde dolaplardaki tüm eşyalar etrafa fırtlatılmış. Askılıklar kırılmış.” Bu baskınlarda, aynı yöntemde bir süreklilik söz konusu.

Kırıkkale Keskin Cezaevi’nde ziyarette bulunduğum bir koğuşun iki duvarından sular akıyordu. Kadın mahpuslar bir yana, bir çocuğun yaşadığı ortamı anlatıyorum. Duvar su çekiyor, rutubetten insanlar nefes bile alamıyorlar. Yatağın üzerine su damlıyor. Bu koğuşta 24 kadın ve bir çocuk yaşıyor.

Kırıkkale kışları çok soğuk olur. Koğuştakiler, “Camı açsak soğuktan hastalanıyoruz. Açamazsak kokudan hastalanıyoruz” diyorlar. Bu işkencedir. Başka ismi yok bu durumun.

Tarsus Cezaevi’nde kalan bir anne 15 gün önce bana telefondan ulaştı. İki yaşındaki bebeği ile hapishanede. Geçen yaz tutukluymuş ve geçen yaza dair yaşadıklarını anlattı. Diyor ki, “Tarsus çok sıcak. Dışarıda 40 dereceyi bulan sıcaklarda, cezaevlerindeki sıcaklık 50 dereceyi buluyor. Ranzaların bulunduğu üst kata çıkıyoruz. Sabaha kadar işkence çekiyoruz. Çocuk su kaybından ölecek. Dört gözle havalandırmanın kapısının açılmasını bekliyoruz ki, bir an önce avluya çıkalım.”

Bazı cezaevlerinde doğru dürüst sıcak su bulunmuyor. Çocukları yıkayamıyorlar bile. Bazı cezaevlerinde su, belli bir litrenin üstünde verilmiyor. Çocukların çoğu isilik çıkarıyor ve günde ortalama iki defa yıkanmaları gerekiyor. Anneler perişan haldeler.

Kış mevsiminde ise ısınma büyük bir problem. Anneler çocuklarının üşüttüklerini anlatıyorlar. İçlik giymek bile yasaklanıyor. Ekim 2019 tarihinde Elazığ Cezaevi’ni ziyarette bulunduk. Bu ayda Elazığ çok soğuktur. Biz kalın paltolar giymiş halde bile üşüyorduk. Cezaevi bir mevzuat getirmiş ve “içlik yasaktır” denmiş.

Diyarbakır Cezaevi’ne gittiğimizde tutuklu annelerden öğreniyoruz ki, çocuklara boyama kalemlerinin verilmesi yasaklanmış. İktidar vekilleri hiç hazetmediler ama bu bizim cezaevi raporumuza da girdi.

Pedagog desteği var mı?

Cezaevlerinde psikologlar var ama yeterli sayıda değil. Çocukları rehabilite edecek çocuk psikologları (pedagog) ise bulunmuyor çoğu yerde. Her cezaevinde olmamakla birlikte, bazı cezaevlerin kreşler bulunuyor. Kreşe gidip gelmek ise çocuk için çok zor. Bir annenin anlatımından çocuğun kreşe giderken neler yaşadığını anlatayım: “Kreşe gitmesinden ne anlayayım. Çocuk günde 3-4 defa kreşe gidiyor. Çocuklarımızın günde 3-4 defa üstü aranıyor.” Bir çocuğun özeline müdahale ediliyor, çocuğun yaşadığı travmanın derinliğini gözler önüne seren bir uygulama. Kreşleri de gördük. Herhangi bir odaya birkaç oyuncak konulmuş. Çocuk zaten birkaç saat zaman geçirebiliyor burada.

“Cezaevlerinde çok güzel kreşler yapacağız” diyenlere hep şunu söyledik, “Cezaevlerinde kreş yapacağınıza bu annelerin cezalarında en azından indirime gidin veya evde cezalarını geçirmelerinin önünü açın”.

İnfaz Düzenleme yasasında bu çocuklarla ilgili bir düzenleme yapıldı mı?

Son İnfaz Düzenleme Yasası’nda çocuklu anneler konusunda bile ayrımcılık yaptılar. Adli ve siyasi tutuklu anneler arasında bile ayrımcılık yaptılar. Çocuklu anne mahpus, ev hapsine veya açık cezaevine çıkabiliyor. Ama siyasi mahpus ise cezasını aynı oranda çekiyor.

Bir örnek vereyim: Anne üç yıla kadar ceza almış bir adli mahpus ise, kapalı cezaevine hiç girmeden açık cezaevinde cezasını tamamlıyor ve çocuğu bir buçuk yaşına gelinceye kadar “cezaevine girmesi” erteleniyor. Bu daha önceden altı aydı, son düzenleme ile bir buçuk yıla çıkarıldı. Bu düzenleme olumlu ama siyasi mahpusa gelince, durumda farklılıklar ortaya çıkıyor. Yine çocuk bir buçuk yaşına gelinceye kadar cezası erteleniyor ama kesinlikle “açık cezaevinde” kalamıyor. Doğrudan “kapalı cezaevine” alınıyor. Yani anne üç yıl ceza almışsa, en az 14 ay kapalı cezaevinde kalmak zorunda.

Ayrıca cezaevi idaresi, tutuklunun denetimli serbestlik hakkını da yakabiliyor.  Ve hiçbir somut gerekçeye dayandırmadan cezaevi yönetimi, “sen örgüt üyesisin” diyerek tutuklunun bu anayasal hakkı elinden alabiliyor.

Pazartesi günü Bitlis’ten bir baba aradı beni. Telefonda ağlıyor bu insan ve “İki çocuğum var. Perişanız. Eşimin denetimli serbestliğe çıkma zamanı geldi. Yatarı 8,5 ay iken, 2 yıl bir ay ‘örgüte yardımdan’ ceza aldı” diyor.

Cezaevine gidiyor baba ve cezaevi yönetimi kendisine, “Biz eşini örgüt üyesi biliyoruz. Denetimli serbestliğe çıkaramayız” diyerek cezasını iki yıl bir aya uzatıyorlar. Verilen sekiz buçuk aylık cezanın zaten somut bir gerekçesi yok. Kadına ayrıca “tarafsız koğuşa geç” denilerek, psikolojik baskı yapılmış. Kadın “tarafsız koğuşa geçmeyi” kabul etmediği için aslında cezası uzatılıyor.

Birçok cezaevinde bu uygulamarla çokça karşılaşıyoruz. Cezayı devam ettirmek, insanlara zulüm etmek konularında çok maharetliler. Denetimli serbestliğe çıkarılmıyor tutuklu. Yargıtay karar vermiyor. Verilen cezayı yattığı halde, “Yargıtaydan cevap bekliyoruz. Daha yatmaya devam edeceksin” deniliyor. Ve bu zulüm çocuklu annelere yapılıyor.

Diğer taraftan dışarıda olup, ebeveynleri tutuklu olan çocuklar var. Bunlarla ilgili bir sayı var mıdır?

Şu ana kadar size anlattıklarım buzdağının görünen tarafı. Ama biz buzdağının görünmeyen tarafını da biliyoruz. 780 bebek ve çocuk var ama sizin de belirttiğiniz gibi anne, baba ya da aynı anda anne ve babaları tutuklu olan çocuklar söz konusu. Bu tutuklamalardan dolayı evde olan, hâlâ kendi bakımını yerine getirecek yaşta olmayan çocuklar var. Bunun net sayısı bilinmiyor bile. Ama bu sayının binlerce olduğunu biliyoruz.

Örneğin partim HDP’nin Kocaeli Çayırova Teşkilatı’ndan Emine Mehmet Karaaslan ve eşi savcılık tarafından hazırlanan, içi boş bir dosya ile tutuklandılar. Tutuklanmaları üzerinden altı ay geçmiş ve hala haklarında bir iddianame hazırlanmış değil. Bu arkadaşlarımızın üç tane çocuğu var. Evlerini ziyarette bulundum. Çocuklar perişan haldeler. Teyzeleri kendi düzenini bırakıp Gönen’den gelmiş, çocuklarla ilgileniyor. Ailelerin tüm düzeni alt üst olmuş. Çocukların sınavları var ama psikolojileri tamamen bozulmuş durumda. Yani birebir ailelerimizi ziyaret ettiğimizde, durumun ne kadar vahim hale geldiğini anlıyoruz.

Kocaeli teşkilatımızdan Mekiye Aydın’ın dört çocuğu var. Eşi Kamuran her gün beni arıyor. Devletin kendilerine yaptığı bu zulümün insan olan hiç kimsenin kabul edemeyeceğini ifade ediyor. Çocukları, “devlet bize neden bu kadar düşman” diyorlar. Çocuklar psikolojik olarak kaldıramıyor bu zulmü.

Paylaştığınız fotoğraf elinize nasıl geçti?

Paylaştığım fotoğrafta, anneler içeride bir kutlama yapmışlar. Fotoğraf bir mektupla aileye gönderilmiş. Fotoğraftaki çocuklardan soldan ikinci çocuğun teyzesi de bana gönderdi. Yanlış hatırlamıyorsam çocuğun ismi, “Merve”. Soldan beşinci sırada yer alan çocuğun ismi ise “Bahar”. Altı yaşında ve 6 Mayıs tarihinde annesinden ayıracak.

Çocuk annesinden ayrılacağını biliyor ve ayrılma travmasını yaşıyor. “Anne ben senden nasıl ayrılacağım” deyip, her gün ağlıyormuş. Sonra gidip diğer çocuklara, “Bakın altı yaşına gelindiğinde, çocukların tümü annelerinden alınıyor” demiş. Bütün çocuklar bir kenara oturup, hep beraber ağlamaya başlamışlar. Bahar, büyük bir stres yaşıyor. Hayatında derin izler bırakacak bir travma içerisinde.

Mesela, Diyarbakır Cezaevi’nde bulunan Semra Akgül’ün anlatımlarına göre, cezaevinde emzirdiği çocuğu iki yaşına geldiğinde ailesinin yanına vermiş. Çocuğunun ismi Hevi. Çocuk anne hasretinden “kalıcı kekeme” olmuş. İki çocuğu daha var ve üç çocuk evde yalnız yaşıyorlarmış. En büyük çocuk 18 yaşında ve iki kardeşinin sorumluluğunu yüklenmiş durumda. Anne içeride ama sürekli aklı çocuklarında. Yani iki defa işkence çekiyor.

Fotoğrafta gördüğünüz soldan ikinci çocuğun yani Merve’nin teyzesinin anlattığı ise başka bir dram. Merve’nin iki de kardeşi var. Merve sekiz (8) aylık iken, annesi tutuklanmış. Çocuk iki buçuk yaşında iken annesi aileyi arıyor, “alın burada çok sıkılıyor. Malatya’ya götürün.” Çocuk 2,5 yaşında iken ilk defa dışarıya çıkarılıyor. Dış dünyayı ilk defa o gün görüyor.

Dışarı çıkıp toprağı gördüğünde, topraktan korkmuş. Kumu görmüş, kumdan korkmuş. Ağacı gördüğünde, “bu ne, bu ne?” deyip ağaçtan korkmuş. Çocuk hayatında, dört duvardan, gardiyandan, demir parmaklıktan ve insandan başka bir şey görmemiş. Teyzesi, “ağacı anlattık, kuşu anlattık. Toprağı ve kediyi anlattık.” Merve, “annemin masallarda anlattığı ağaç bu mu?” demiş sonra. Çocukların bildiği tek dünya, annelerinin anlattığı masallar. İnsan dinlemeye bile tahammül edemiyor.

Teyze, babaannelerinin yanında olan diğer iki çocuğu da alıyor. Merve ile birlikte Malatya’ya götürüyor. Çocuk kardeşlerini 2,5 yaşında tanıyor. İlk bir ay her gece uykusunda “anne, anne” diyerek sayıklamış. İlk ay her gün ağlıyor ve “Annemi istiyorum” demiş. İki ay sonra annesine götürmüşler. Gitmek istememiş. Annesine kızgın. Cezaevi kapısında, amcasına direnmiş. İçeri girmek istememiş. Zor bela annesine vermişler. Annesi, “kızım beni özlemedin mi?” demiş. Çocuk annesinin kendisini istemediğini, sevmediği için dışarıya verdiğini söylemiş. Bu seferde cezaevinde bir ay boyunca annesine küsmüş. Yani çocuklar sürekli bir stres ve stresle beraber travma geçiriyorlar. Bir ay sonunda annesi ile barışmış ve bir daha kendisini terketmemesini söylemiş.

Babası da aynı cezaevinde tutuklu. Anne, baba ve çocuk bir defa bile açık görüşte bir araya gelememişler. Ancak kapalı görüşte, görüşebiliyorlar. Dede cezaevine gidip, çocuğu anneden alıyor ve babaya gösteriyor ve tekrardan anneye gösteriyor. Tabi babayı çok az zamanlarda ve her görüşmeden en fazla yarım saat görebiliyor.

Salgın döneminde bu çocuklar ile ilgili bilgi alabildiniz mi?

Korona salgını döneminde ise daha başka sorunlar da yaşanmaya başlandı. Bu dönemde bazı anneler çocuklarını babaanne veya anneanneye veriyorlar bir haftalığına. Korona salgını ile anneler artık çocuklarını da alamıyorlar. Gelen mektuplar var. Anne ve de çocuk birbirini özlüyorlar. Bu özlem mektuplarda ki her satıra yansıyor.

Cezaevlerinde ki çocuklarla ilgili meclise soru önergesi sundunuz mu? İktidar bu konu ile ilgili size cevap verdi mi?

Konu ile ilgili binden fazla soru önergesi verdim. Bunun kaldırılacak bir durum olmadığını binlerce defa mecliste dile getirdik. İnfaz Yasası Düzenlemesinde bu konuyla ilgili bir değişimin olabileceğini umut ettim. Ama maalesef iktidar, çocuklar konusunda bile ayrımcı davrandı. Siyasi ve adli tutuklu ayrımı yaptılar. Çocuklar da bu ayrımcılığa kurban edildi.

Soru önergelerimize karşı bir cevap bile veremiyorlar. Zaten diyecekleri tek bir kelime de bulunamaz. Susuyorlar ama herhangi bir yasal düzenleme konusunda da tek bir adım atmıyorlar.

İnfaz Düzenleme yasası çıktı ama özellikle siyasi mahkumların çocukları cezaevlerinde kaldı. Yani iktidar bloğu kindar davrandı. Ve bu çocuklar kinlerine kurban edildi. “Ne olursa olsun ama siyasi tutsaklar dışarı çıkmamalı” anlayışıyla çocuklarda cezalandırıldı.

Gazeteniz aracılığıyla kamuoyuna, basına çağrıda bulunuyorum. Konu sürekli gündemde tutulmalı, iktidar üzerinde bir baskı oluşturulmalıyız. Bu çocukların vebalini kimse kaldıramaz. Bu çocukların hakkı ödenemez. Hiçbir siyasi kaygı bu çocuklara bu zulmü hak gösteremez.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.