Yoksulluk derin bir kuyuya dönüştü

Dosya Haberleri —

Yoksulluk/ Foto: Erdoğan ALAYUMAT

Yoksulluk/ Foto: Erdoğan ALAYUMAT

İstanbul Tarlabaşı'nda ekonomik krizin gündelik yaşama yansımasının fotoğrafını çekmeye çalıştık

  • Ev emekçisi Hatice Kaya: "Ekmek bile artık hesap. Pazara gittiğimde bir torba dolmuyor. Patates, soğan, makarna… Onlar bile lüks oldu. Çocuklar yemek istiyor, ama bazen ‘bugün bu kadar yeter’ diyorsun. İçim yanıyor ama başka çarem yok.”
  • 3 çocuk annesi Zeynep Temiz: "Ev kirası, faturalar derken her gün aynı telaş. Çocuklarım aç kalmasın diye çalışmaya devam etmeliyim. İstanbul zor ama burada hayatımızı idare etmenin başka yolu yok. Her gün yeniden başlamamız gerekiyor.”
  • Tarlabaşı Dayanışma Grubu’ndan Mehmet Yeralan: “Siyasiler kendi dertlerine düşmüş, birbiriyle uğraşıyor ama halkın derdini unutmuşlar. Milletvekilleri, bakanlar refah içinde; maaşları yüksek, hayatları rahat, ne kira derdi ne de mutfak masrafı.”

ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL

Yoksulluğun gündelik hayatın her alanına sindiği bir dönemde, mutfakta kaynayan tencereden ev kirasına, okul masraflarından ulaşım giderlerine kadar her kalem, dar gelirli haneler için ağırlaşıyor. Market raflarında etiketler sürekli değişiyor, temel ihtiyaçlar birçok aile için artık ulaşılması zor kalemlere dönüşüyor. Sosyal yardımlara bağımlı haneler, düzensiz çalışanlar, kayıt dışı emekçiler ve işsizler için gündelik hayat, yoklukla mücadeleye sıkışıyor. Özellikle İstanbul gibi kentlerde birçok aile, en temel ihtiyaçlarını dahi komşu desteğiyle, borçla ya da sosyal dayanışma ağlarıyla karşılamaya çalışıyor. Biz de İstanbul’un yoksulluk denildiğinde gündemden düşmeyen Tarlabaşı semtinde hayat mücadelesi veren insanlara kulak verdik.

Tarlabaşı’nda hayat mücadelesi

Hatice Kaya, 45 yaşında. Ev emekçisi. İstanbul’un Beyoğlu ilçesine bağlı Tarlabaşı’nda yaşıyor. Çocukluğunu Karadeniz’in küçük bir ilçesinde geçirmiş; genç yaşta İstanbul’a gelmiş. Üniversite hayali olmamış, evin en büyük kızı olarak erken yaşta çalışmaya başlamış. Yıllarca ev temizliğine gitmiş, çocuk bakmış. Pandemi döneminde işini kaybetmiş, o günden sonra düzenli bir geliri olmamış. Eşi düzensiz işlerde çalışıyor, iki çocuğu okuyor. Biri lisede, diğeri ortaokulda. Hatice Kaya, son yıllarda ekonomik krizin hayatında yarattığı değişime dair şunları söylüyor: “Eskiden de zordu ama şimdi başka. Evde sayıyoruz her şeyi. Ekmek bile artık hesap. Pazara gittiğimde bir torba dolmuyor. Patates, soğan, makarna… Onlar bile lüks oldu bazen. Çocuklar yemek istiyor, ama bazen ‘bugün bu kadar yeter’ diyorsun. İçim yanıyor ama başka çarem yok.”

 

 

İki öğün, bazen daha az

Hatice Kaya için ev işleri, çocukların bakımı ve alışveriş günleri, her gün bir planlama ve hesap işi. Bazen iki öğünle yetinmek zorunda kalıyorlar, bazen evdeki yemekler üç gün boyunca tekrar tekrar yeniyor. Kaya anlatmaya devam ediyor: “Çocuklar süt istiyor ama her gün alamıyorum. Et zaten yok. Bayramlarda belki. Kahvaltıda bazen sadece çay ve ekmek oluyor. Çocuk büyütmek böyle olmamalı, ama ne yapalım? Düşünüyorsun, utanıyorsun, sesin çıkmıyor.”

Kış korkusu, fatura endişesi

Havaların soğumasıyla birlikte Hatice Kaya’nın endişeleri de artmış. Kaygılarının nedenini ise şöyle anlatıyor: “Kira 7 bindi, 11 bin oldu. Bir dahaki sene ne olacak bilmiyorum. Doğalgazı açmaya korkuyorum. Çocuklar ‘anne üşüyoruz’ diyor, ben ‘biraz daha sabredin’ diyorum. İçim gidiyor. Elektrik faturası geldiğinde kalbim sıkışıyor. Bazen düşünüyorum, bu ay nasıl yetişecek, neyi kısacağım diye.”

Kaya'nın evinde her şey sınırlı. Mutfağın düzeni ve alışveriş listeleri artık yılların tecrübesiyle şekilleniyor. Hangi ürün hangi gün alınır, hangi harcama ertelenir, hangi fatura önce ödenir… Kaya tüm bunları anlatırken yüzünde yorgun bir ifade var: “Bir yaşam planım yok. Bugünü kurtarmak derdimiz. Yarın ne olur bilmiyorum. Bizim mahallede herkes aynı. Konuşunca da bir şey değişmiyor. Herkes sessiz artık. Komşularla paylaşmak dışında elimizde pek bir şey yok. Ama yine de çocuklar aç kalmasın diye didiniyoruz.”

'Rezilliğimizi çekmeyin'

Kaya ile söyleşimiz bitince elim fotoğraf makinesine gidiyor. Makinemi elime alıp çekmek istediğimde yüzünü çeviriyor: “Size rezilliğimizi anlattım, bir de çekip daha da rezil etmeyin bizi” diyor. Fotoğraf çektirmek istemiyor. Yanından uzaklaşınca, sırtını evin kapısına dönmüş, derin düşüncelere dalmış bir şekilde duruyor. Uzaktan bir kare alıp, Hatice’nin sessizliğine ve duruşuna saygı göstererek oradan uzaklaşıyorum. Hatice Kaya’dan ayrıldıktan hemen sonra Zeynep Temiz ile karşılaşıyorum. Uzaktan bir fotoğrafını çekiyorum. Bunu görünce ilk önce bana tepki gösteriyor. Daha sonra bir çay ikram edince kızgınlığı geçiyor. Zeynep Temiz de 50 yaşında ve 3 çocuk annesi. Artan masraflar ve geçim derdinden kaynaklı iki çocuğunu okuldan alıp tekstil atölyesine çırak olarak vermiş. Eşi ise eski bir mahpus olduğu için uzun süre işsiz kalmış. Şu anda geçici ve düzensiz işlerde çalışıyormuş.

 

 

Çöpte gıda arayan anneler

Zeynep Temiz, İç Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş. Genç yaşta evlenmiş ve çocuklarını büyütmek için farklı işlerde çalışmış. Temizlik, küçük dükkanlarda paketleme ve gündelik işçilik yapmış. Şu anda gündelik işlerde çalışıyor. Hem eşinin hem de kendisinin kazandığı para, evin kirası ve faturalara ancak yettiği için haftada bir gün açılan Tarlabaşı semt pazarının kapandığı saatlerde çöpe atılmak için toplanan meyve sebzelerin arasında sağlam olanları seçerek evine götürüyor. Evin gıda ihtiyacının bir kısmını bu şekilde karşıladığını söyleyen Temiz, “İstanbul büyük, insanlar kalabalık ama herkes kendi derdinde. Ev kirası, faturalar derken her gün aynı telaş. Yorgunluk bitmiyor. Ama çalışmak zorundayım” diyor.

Temiz’in yaşamı, İstanbul’un kalabalığı içinde görünmez bir mücadeleyi gösteriyor. Sokaklar onun için hem iş hem de geçim alanı. Sabah sokakları dolaşıyor, öğleden sonra birkaç iş yerini ziyaret ediyor, akşam eve dönüyor. Çocuklarıyla kısa bir sohbet, ev işleri ve ertesi günün planlamasıyla gününü tamamlıyor. “Yorgunluk bazen ağır geliyor ama duracak zamanım yok” diyor ve devam ediyor: “Çocuklarım aç kalmasın diye çalışmaya devam etmeliyim. İstanbul zor ama burada hayatımızı idare etmenin başka yolu yok. Her gün yeniden başlamamız gerekiyor.”

Tarlabaşı’nda dayanışma

Temiz, Tarlabaşı sokaklarından kaybolurken ben de Tarlabaşı Dayanışma Grubu’nun kurucusu Mehmet Yeralan’la buluşmak için belirlediğimiz buluşma yerine gediyorum. Mehmet Yeralan aslında 26 yıldır bu muhitte yaşıyor. Ünü il sınırlarına kadar çıkmış biri ve herkes onu Urfalı Mehmet diye biliyor. Kendisiyle buluşup biraz sohbet ettikten sonra beni oturduğu evin hemen alt katında bulunan ofisine götürüyor. Ofis dediğime bakmayın, daha çok bir depo gibi. Burada kadınlar ve çocuklar için toplanmış giysiler, ilaçlar ve tıbbi malzemeleri gösteriyor. Daha sonra Tarlabaşı Dayanışma Grubu’ndan bahsediyor. Grubu kuralı 12 yıl olmuş. Amaçlarının yoksullukla mücadele etmek ve dayanışma olduğunu anlatıyor. Mehmet Yeralan, insanlara dokunmak ve onları hayatta tutmak için ellerinden geleni yaptıklarını belirtiyor ve ekliyor: “Ancak biz bir hayır kurumu değiliz.” Yeralan, daha çok yoksulluğun altında yatan politik nedenleri sorgulayan ve sorgulatan bir yaklaşım izlediklerine dikkat çekiyor.

 

 

Semtler arasında uçurum var

Yeralan, Tarlabaşı’nın İstanbul’un arka sokakları olması nedeniyle ekonomik ve sosyal olarak dışlanan insanların yaşadığı bir bölge olduğunu, ayrım gözetmeden sokakta yaşayan, çocuk, kadın ve göçmenler dahil herkese ulaşmaya çalıştıklarına işaret ediyor. Tarlabaşı daha çok suç ve suçlularla anılan bir semt olarak biliniyor. Ancak bölge tam anlamıyla sosyal adaletsizliğin merkezi. Semtin hemen 300 metre uzağında Talimhane, onun karşısında Gümüşsuyu ve Cihangir mahalleri bulunuyor. Mesafe olarak birbirine bu kadar yakın olan bu semtler aslında sosyal olarak birbirinden çok uzak ve aralarında uçurumlar var. Örneğin Tarlabaşı’nda çocuklar için bir oyun alanı bulmak çok zor, iç içe geçmiş sokaklar ve yapılar. Çocuklar ancak cadde ve sokak aralarında oyun oynayabiliyorlar. Mehmet Yeralan, bu durumun çocuklar için tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor.

Çocuklar için pasta, giyecek, kırtasiye

Dayanışma Grubu olarak zaman zaman çocuklar için günler yaptıklarını aktaran Yeralan, “Oyun günleri ya da bir çocuğun doğum günüyse pasta alıp tüm çocuklar için parti organize ediyoruz. Bunun yanı sıra çocukların okul ihtiyaçları, kırtasiye ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz” diyor. Açlık sınırının altında yaşayan yurttaşların sağlık hakkına erişimde de ciddi sorunlar yaşadığını söylüyor Yeralan. Türkiye’de yoksulluğun her geçen gün daha da derinleştiğini belirterek, “Yoksulluk derin bir kuyuya dönüştü” sözleriyle durumu özetliyor. Eskiden 100-150 TL’lik bir alışverişle market poşetlerinin dolabildiğini hatırlatan Yeralan, bugün aynı paranın neredeyse hiçbir ihtiyacı karşılamadığına dikkat çekerek “Sadece peynir 400-500 TL olmuş, üstelik o da en kötüsü” diyor.

 

 

Çocuklar okula gidemiyor

Yeralan, giderek derinleşen ekonomik krizin yükünü en çok kadın ve çocukların yüklendiğini söylüyor. Birçok ailenin çocuklarını okuldan almak zorunda kaldığını belirterek okula giden çocukların da aç gittiğini anlatıyor. Ailelerin çocuklarına beslenme hazırlayamadığını belirterek, “Çocuk okutan aileleri düşünün; insanlar kirasını ödeyecek halde değiller” diyen Yeralan, bazı ailelerin çocuklarını çalıştırmak zorunda kaldığına dikkat çekiyor. Konut krizinin de derinleştiğini ifade eden Yeralan, “Eskiden burada 200-300 TL’ye kiralık yer bulabiliyorduk ama şu an en kötü bodrum katı bile 7 ile 10 bin TL arasında” sözleriyle kira artışlarına işaret ediyor.

Siyaset halktan kopuk

Mehmet Yeralan’a göre ülkede siyaset artık başka bir yerden akıyor. “Siyasiler kendi dertlerine düşmüş, birbiriyle uğraşıyor ama halkın derdini unutmuşlar” diyor ve ekliyor: “Milletvekilleri, bakanlar refah içinde; maaşları yüksek, hayatları rahat, ne kira derdi ne de mutfak masrafı. Hepsi karnı tok, sırtı pek yaşıyor” sözleriyle siyasilerle halkın gerçekliği arasındaki uçurumu tarif ediyor. Ona göre mesele sadece Meclis’te kürsüye çıkıp “yoksulluk var” demek değil. Söz dönüp dolaşıp yine çocuklara geliyor. Çünkü Yeralan'a göre bu hikayenin en ağır yükünü onlar taşıyor. “Gelip buradaki çocuklara baksınlar” diyor ve ekliyor: “Bu çocuklar için bir gelecek yok. Beyoğlu sokaklarında ellerinde çiçeklerle, peçetelerle dolaşan çocuklar var. Aslında onlar işçi bile değil… Daha alt bir yerde kalıyorlar ama başka kelime bulamıyorum.”

Yoksulluğun yalnızca sofraları değil, sokakları da etkilediğini hatırlatıyor Yeralan. Suç oranlarına işaret ederken sesi daha da yavaşlıyor: “Kimse anasından doğarken suç işlemiyor,” diyor. Yeralan’la yaptığımız sohbetimizin ardından son söz olarak kısacık ama ağır bir cümle bırakıyor geriye: “Biz burada hayatın yükünü taşıyoruz; onlar ise görmezden geliyor.”

 

***

Açlık sınırı 28 bin 412 lira

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (TÜRK-İŞ) açıkladığı Ekim 2025 araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 28 bin 412 lira, yoksulluk sınırı ise 92 bin 547 lira olarak hesaplandı. Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 36 bin 984 liraya yükseldi. Mutfak enflasyonu ekim ayında yüzde 1,58 arttı; gıda fiyatlarında yıllık artış yüzde 39,06, on aylık artış ise yüzde 34,76 oldu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.