Paketin sonuçları ağır olacak
Dosya Haberleri —

Özgül Saki
DEM Parti Milletvekili Özgül Saki ile 11. Yargı Paketi'ni, çocuklar ve toplum için doğuracağı sonuçları konuştuk
- Yansıdığı kadarıyla pakette “genel ahlak” veya “hayasızca hareketler” gibi ifadeler var. Somutlaştırmayıp böyle genel ifadeler kullandığınız zaman hemen hemen herkesi “genel ahlaka aykırı davranış” gerekçesiyle cezalandırabilirsiniz.
- Çetelerin devletin tüm kademelerine sızdığı, yoksul mahallelerin çetelerin hakimiyetine teslim edildiği bir yerde tabii ki çocuklar en kolay erişilebilecek hedefler oluyor. Eğitimsiz bırakılmış, aç bırakılmış, şiddete yabancı olmayan çocuklar için çete ortamı ideal bir ortama dönüştürülüyor.
- Temsili siyasete, yani Meclis siyasetine karşı bir mesafe var. Harekete geçmek üzere bekleme dönemi sadece iktidara güvenmemekten kaynaklı değil, temsili siyasete de bir kırgınlık var. İnsanlar haklı olarak daha etkili muhalefet talep ediyorlar. Daha sonuç alıcı bir şey talep ediyorlar. Bizim de yapmamız gereken bunu karşılamaktır.
MIHEME PORGEBOL
Kamuoyunun aylardır beklediği 11. Yargı Paketi’yle ilgili tartışmalar sürüyor. Hazırlıklarının yapıldığı bilinse de paketin içeriğiyle ilgili henüz net bir şey açıklanmış değil. Adalet Bakanlığı ile Meclis Adalet Komisyonu’nun hazırlıklarının sürdüğü 40 maddeden oluştuğu bilinen paketin Trafik, Dijital Güvenlik, Suça Sürüklenen Çocuklar gibi başlıklarda düzenlemeleri kapsadığı biliniyor. İçeriğine dair kulisler ve muhalif milletvekillerinin açıklamaları, bu paketin de hayal kırıklığı yaratacağını düşündürüyor. Konuyu yakından takip eden ve bu konuda DEM Parti Grubu adına çalışmalarda yer alan İstanbul Milletvekili Özgül Saki ile paketin içeriğini konuştuk. Saki, 11. Yargı Paketi’nin düşünüldüğü haliyle Meclis'ten geçmesi halinde sonuçlarının çok ağır olacağına dikkat çekerek, “Yargı paketi, bütünen en ufacık bir protestoyu bile zapturapt altına almayı yasallaştırıyor’’ dedi.
11. Yargı Paketi'ne ilişkin ilk sözleriniz ne olur?
Biz yargı paketinin LGBTİ+’lar ve suça sürüklenen çocuklar gibi iki başlığına odaklandık ama daha bir sürü farklı başlık var ve tamamı vahim. Yargı paketi, bütünen en ufacık bir protestoyu bile zapturapt altına almayı yasallaştırıyor. Ne olacağını, bu pakete karşı nasıl bir direnç geliştirileceğini henüz bilmiyoruz çünkü paket henüz Meclis gündemine gelmedi.
Pakette neler var vahim olan?
En çok konuşulan bölüm olan LGBTİ+ haklarından başlayalım. Onların varoluşunu suç haline getiren bir perspektif var. Bu ayrı, ama odakta LGBTİ+’lar olmasına rağmen maddelerde o kadar genel ifadeler var ki. Ceza Kanunu somut olmalı değil mi? Mesela bize yansıdığı kadarıyla pakette “genel ahlak” veya “hayasızca hareketler” gibi ifadeler var. Somutlaştırmayıp böyle genel ifadeler kullandığınız zaman hemen hemen herkesi “genel ahlaka aykırı davranış” gerekçesiyle cezalandırabilirsiniz. Tamam, bu eskiden de suç sayılıyordu ama artık buna hapis cezası öngörülüyor. Örneğin “makbul kadın” olmadığını düşündüğü herkesi hapisle cezalandırabilir. Ya da herhangi bir konuda bir hak savunuculuğunu “genel ahlaka aykırı” deyip cezalandırabilir. Bunu herkese karşı bir sopa olarak kullanabilirler. Mesela en vahim maddelerden biri “biyolojik cinsiyetine aykırı davranışlarda bulunan”, “özendiren”, “teşvik eden” gibi ifadelerle itham edilen bu kişiler hapis cezası ile cezalandırılabilecek. Şimdi buna baktığınızda yetkilinin algısına göre bir kadının pantolon giymesi de biyolojik cinsiyetine aykırı olarak değerlendirilebilir. Kadınlar sırf pantolon giydikleri için bile hapis cezası alabilir. Bir erkek küpe taktığı için de aynı tehditle karşı karşıya kalabilir. Translar için zaten hormon ilaçları yasaklanmıştı, şimdi ise geçiş operasyonu meselesini 18 yaştan 25 yaşa çıkartıyorlar. Aslında imkansız hale getirmeye çalışıyorlar. Fiilen zaten çok zorlaştırılmıştı, şimdi ise bunu yasa düzeyinde yasaklıyor. Eskiden bu ameliyatların özel bir sağlık kuruluşunda yapılma koşulu varken, artık ‘bakanlığın tanımladığı sağlık kuruluşlarında yapmak zorundasın’ diyorlar. Böylece tanımlanan sağlık kuruluşlarındaki sağlık emekçileri ağır bir baskı altına alınacak. Bunu biz kürtaj meselesinden biliyoruz. Kadın hareketi kürtajı yasaklama girişimini geriye püskürttü ama hastanelere o kadar çok baskı yaptılar ki kürtaj olmak neredeyse imkansız gibi bir şey. Aynı bağlamda düşünürsek, bu paketin sonuçları da çok ağır olacak.
Bütün bunların iktidar tarafından “Aile Yılı” bağlamında yorumlandığını biliyoruz. Peki “aile” derken iktidar ne anlıyor? Aile tasavvurları nasıldır?
Trump’ın seçim kampanyasında “ailemiz tehdit altında” demesi tesadüf değil. “Göçmenler, yurdumuzda Amerikalıları işsiz bırakıyor” propagandasına. Orban aynısını yaptı, Putin aynısını yapıyor. Aile, onlar için çok elverişli bir kavram. Başlangıçta “kutsal aile” diyorlar ve böylece çocuk istismarı dahil, aile içindeki tüm suçları da meşrulaştırıyorlar. Aile içi çocuk istismarı davalarının nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz. Ama aile toplumsal rıza devşirdiği için hem çok meşru hem de toplumun en küçük hücresi olarak itaati inşa ediyor. Bu şekilde örneğin kadın haklarına ilişkin talepleri suç haline getiriyorlar. En basit kadın hakları talebinizi “aileyi tehdit ediyorsunuz” diyerek kendini meşrulaştırabiliyor.
Minguzzi davasını biliyorsunuz. Bu dava üzerinden “suça sürüklenen çocuklar” tartışması dönüyor. “11. Yargı Paketi'yle çocukluk tasfiye ediliyor” gibi yorumlar var. Yargı paketi taslağını “suça sürüklenen çocuklar” bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten çocukluk tasfiye mi ediliyor?
Çocukluk zaten tasfiye edildi ve artık bunun yasal düzenlemesi yapılıyor. Zaten bütçe görüşmelerine baktığınızda çocukluğun tasfiye edildiğini görürsünüz. Çocuklar okula aç gidiyor, yaşam alanlarında söz hakları yok. Çocuklara bir öğün ücretsiz yemek bile imkansız bir talepmiş gibi konuşuluyor. Mesleki Eğitim Merkezi’nde (MESEM) çocukların çalıştırılması tasfiyeden başka ne anlama gelebilir ki? Zaten çocuk korkunç koşullarda işçi olarak çalıştırılıyor ve bir de MESEM’lerde bu durum Milli Eğitim Bakanlığı eliyle resmi hale getiriliyor. İşin en acı tarafı, ortaöğretimi 2 yıla indirmek suretiyle kısaltmayı planlıyorlar fakat, diğer 2 yıl ne olacak? Büyükşehirlerde, fabrikalarda, şurada burada çocuklar için kamplar oluşturuyorlar. Çocuklar oralarda eğitim adı altında gece gündüz kalacaklar. Ama diğer yandan sermayedarların sürekli olarak “ucuz iş gücüne ihtiyacımız var” dediğini görüyoruz. İktidara “ucuz iş gücünü nereden bulursanız bulun” diyorlar adeta. Bu çerçevede yönelim ilk olarak çocuklar ve göçmenlere oluyor. Meselenin Minguzzi davasıyla paralel yönüne gelelim: İktidar her vakayı toplumu kutuplaştırmak için kullanıyor. Minguzzi davasıyla birlikte “makbul çocuk” ve “makbul olmayan çocuk” yapıldı. Tıpkı aile konusunda “makbul kadın” - “makbul olmayan kadın” ayrımı yapıldığı gibi. Böyle bir ayrımın sonunda “makbul olmayan çocuk” gerekirse öldürülebilir de. Çocuklar üzerinden idam tartışmaları yapanlar dahi görebiliyoruz. İdam olmayacaksa bile en ağır şekilde cezalandırılmaları isteniyor çocukların. Yani bu Minguzzi davasını korkunç bir şekilde istismar ettiler. Suça sürüklenen çocuklar meselesinde ise şunu söylemek gerek; çetelerin devletin tüm kademelerine sızdığı, yoksul mahallelerin çetelerin hakimiyetine teslim edildiği bir yerde tabii ki çocuklar en kolay erişilebilecek hedefler oluyor. Eğitimsiz bırakılmış, aç bırakılmış, şiddete yabancı olmayan çocuklar için çete ortamı ideal bir ortama dönüştürülüyor. Diğer yandan sanki çocuklar hiç ceza almıyormuş gibi bir algı yaratılıyor. Oysa çocuklar cezalandırılıyor, sadece yetişkin gibi yargılanmıyorlar o kadar.
Türkiye’de şu an kaç tutsak çocuk olduğuna dair güncel bir veriniz var mı?
Şu an, tutuklu ve hükümlü olarak 4 bin 700 civarı çocuk cezaevinde… Bu çocuklardan 1500 civarı yetişkinler için yapılan cezaevlerindeki çocuk koğuşlarında, diğerleri ise çocuk cezaevinde kalıyor. 500 çocuk eğitimevlerinde… Eğer tartışılanlar gerçekliğe dönüşürse bu sayı korkunç derecede katlanarak artacak çünkü çocuklar yetişkin gibi yargılanacak. Oysa asıl ilgilenilmesi gereken mesele çocukların uyuşturucu, hırsızlık, çek-senet çeteleri tarafından nasıl bu kadar rahat kullanılabilir hale geldiğidir. Bununla ilgili tek bir söz kurulmuyor. Sonuçlar üzerinden söz kuruluyor ve üstelik mafyatik ilişkileriyle ifşa olmuş insanlar çocuk haklarını savunuyorlarmış gibi gündeme getirilebiliyor.
2015’lere kadar “suça sürüklenen çocuk” ifadesinin bile ne kadar sorunlu olduğu tartışılırken, geldiğimiz aşamada bu sorunlu kavrama bile sahip çıkmak zorunda kaldık. Neleri yanlış yaptık da konu buralara kadar geldi?
Bütün bunların temelinde “taş atan çocuklar” meselesindeki tepkisizlik yatıyor. Kürdistan’da, devletin bütün kolluk güçleriyle saldırdığı o ağır koşullarda panzerlere taş attı diye çocuklar hapse girdi.
AKP döneminde 500’den fazla çocuk öldürüldü…
İşte bunlar karşısında “çocuklar yaşamdan tasfiye ediliyor”, “çocuklar bu şekilde cezalandırılmamalı” duruşunu kendi mahallemiz dışına yayamadık, toplumsallaştıramadık. Orada da ırkçılık, ayrımcılık, Kürt düşmanlığı devreye giriyordu. Çocuklar insandışılaştırılıyordu. Kürt çocuklar için “bunlar çocuk değil” deniyordu. Şimdiki söylemlerin aynısı. Önce çocukluktan tasfiye ettiler, sonra da her şey mubah hale geldi. Ne yazık ki bu toplumda “Çocuklar en masum kitledir. Çocuklar en değerli varlıklardır” diye TV’de kanal kanal gezenler Kürtlerin çocuklarını çocuk olarak görmedi. Eğer kendimize çuvaldızı batıracaksak o dönemden başlamamız gerek.
Tekrar pakete dönersek, kimsenin inkar edemeyeceği üzere bu ülkede bütün sorunlar dönüp dolaşıp Kürt realitesine takılıyor. Şu an Kürt meselesinin demokratik çözümüne dair yürüyen bir süreç, umut ve beklenti var. Pakette bu anlamda bir şeyler var mı?
Pakete bakınca sanki hiç böyle bir mecraya girmemişiz sanırsınız. Sanki komisyon kurulmamış, sanki “infaz yasasında düzenleme yapacağız, bu sorunu demokratik yollarla çözeceğiz” denmemiş gibi. Biz sadece suça sürüklenen çocuklar ve LGBTİ+’lardan bahsettik ama siber suçlar, dijital güvenlik, trafik kanunu gibi geniş maddeler var. Mesela trafik kanunuyla ilgili kısmının bir başlığında trafiği aksatmanın cezasının arttırıldığı söyleniyor. “Trafiği aksatmak” gibi geniş bir kavram ne anlama geliyor? Örneğin kadınların 8 Martlarını, 25 Kasımlarını, işçilerin hak talepleri için yaptığı yürüyüşleri bu kavrama dayanarak yasaklıyorlar. Yani bu 11. Yargı Paketi'nin -Dilan [Kunt Ayan] vekilimizin dediği gibi- tek bir satırında adalet de yok adalet arayışı da yok. Açıkçası Kürt meselesi ile ilgili olarak “yeni bir dönem” dendiği için hepimiz bir şeyler bekliyoruz. AİHM kararlarının uygulanmasını, infaz yasasının düzenlenmesini, kimliklerin tanınmasını falan bekliyoruz ama Meclis’e 3 yıllık Suriye tezkeresi getiriyorlar. Bunlar çok büyük çelişkiler ve bunları ifşa etmemiz lazım. Dolayısıyla MHP ve AKP’siyle iktidar, demokrasi istediği için veya Kürt sorununa demokratik çözüm arzu ettiği için mi böyle bir şeye yönelmedi? Ortadoğu'daki bütün politikaları, Kürt meselesindeki bütün inkar ve imha politikaları çakıldı ve Ortadoğu'da hala bir inisiyatif alabilmek için bir şey yapmak zorundaydılar. Bunun önemsiz olduğunu söylemiyorum, ama bundan sonraki kısmı bizim mücadelemize bağlıdır. Bizim öyle bir mücadele yürütmemiz lazım ki çözüm talebi toplumsallaşsın ve iktidar adım atmaya mecbur kalsın.
Siyasi tutsaklara ilişkin yasal düzenlemelerin sürekli ertelenip aksatıldığını görüyoruz. Bir yorum da sürece ilişkin yasaların paketlerden bağımsız olarak daha özel bir bağlamda ele alınacağı yönünde. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Özel bir yasa çalışması var mı?
Dünyadaki bütün çatışma çözümü dönemlerinde yöntemler iktidarının yapısına ve toplumsal işleyişe bağlı olarak çeşitli farklılıklar gösterebiliyor. Ama silah bırakan gerillanın demokratik siyasete ve toplumsal yaşama katılımı meselesi aslında ortak. Dolayısıyla Türkiye’de de bir düzenleme mutlaka yapılacak. Evet, iktidar bu düzenlemenin içeriğine ilişkin hiçbir ayrıntı vermiyor ama “hazırlığımız var, biz hazırlığımızı yaptık” diyor. Türkiye’deki iktidara dair benim kişisel endişem yaptıkları hazırlıklar her ne ise onun sonunda “silah bırakanlar demokratik siyasete katılsın ama şunlar şunlar hariç” gibi söylemlerle gelmeleri. Bunlara hazırlıklı olmamız lazım. Çünkü bu iktidarın en iyi yaptığı şey karşıtlaştırmak, bölmek ve siyaseten etkisizleştirmek. Ama kurulan Komisyon’da memleketin tamamen demokratikleşmesi mevzunu asla gündemine almadı. Tamam, çatışma dönüşümünde böyle şeyler olur. Öncelikli olan silah bırakma sonrasındaki siyasal ve toplumsal düzenlemelerdir. O yüzden burada bir beis yok, ama beis şurada: Kaç aydır Komisyon oyalanıyor. Bu arada tabii ki çeşitli görüşmeler oluyor. Ben açıkçası infaz düzenlemesini yakın zamanda yapacaklarını düşünüyorum. Daha doğrusu; silah bırakanlarla, silah bırakmış ve kendini feshetmiş bir örgütle iltisaklı olduğu gerekçesiyle, propaganda yaptığı gerekçesiyle ve birçok diğer saçma sapan gerekçeyle yıllarca cezaevinde tuttuğu, göç ettirdiği insanlarla ilgili bir düzenleme yapmak zorunda kalacağını iktidar da biliyor. Anca biz iktidarın ne yapacağını beklemek zorunda değiliz.
Peki ne yapmalı?
Demokrasi ve özgürlük isteyip harekete geçmeye hazır geniş bir toplumsal kesim var. Bu toplumsal kesim sadece Kürtlerden oluşmuyor. Evet, geniş bir toplumsal kesim var. Ama 2016 sonrası hafıza çok taze. O abluka dönemleri, o katliamlar herkesin zihninde çok taze. Buna paralel olarak da temsili siyasete, yani Meclis siyasetine karşı bir mesafe var. Harekete geçmek üzere bekleme dönemi sadece iktidara güvenmemekten kaynaklı değil, temsili siyasete de bir kırgınlık var. İnsanlar haklı olarak daha etkili muhalefet talep ediyorlar. Daha sonuç alıcı bir şey talep ediyorlar. Bizim de yapmamız gereken bunu karşılamaktır. Sevgili Sebahat Tuncel’in ihtiyacımız olanı net olarak ifade ettiği bir sözü var: “Meclis alanıyla sokağı birleştirmediğimiz sürece sonuç alamaz, çözüm olamayız” der. “Sokağı Meclis'e, Meclis'i sokağı taşıma misyonuyla kendini sorumlu kılıyorum” demişti. İşte bu perspektifi daha organize, daha sağlam örmemiz ve mücadele eden halkın aslında her şeyin bilincinde olduğunu, özne olduğu gerçeğini hiç unutmamamız gerekiyor. Bu ilişkiyi kurmak zorundayız. Diğer yandan demokratikleşme meselesinin sadece Kürtlerin meselesi olmadığını anlatmak zorundayız. Buna ilişkin yeni araçlar, yeni mekanizmalar kurmak zorundayız ki iktidarı adım atmaya zorlayabilelim.
Son olarak da şunu eklemek isterim: Ben sağa bir şey demiyorum, onlar misyonlarını oynuyorlar ama kendini solda tanımlayanların bu döneme uzaktan bakıp “zaten bir şey olmaz, buradan bir şey çıkmaz, devlete mi güveniyorsunuz” gibi üstenci tavrından vazgeçmesi ve gerçekten kendi politik doğrultuları konusunda daha cesur olup bu memlekette onurlu bir barış ihtimalinin yaratacağı muazzam enerjiyi önemsemelerini öneririm.














