Küçük Kıbrıs birlikte yaşanacak kadar büyük
Dosya Haberleri —

Kıbrıs /foto:AFP
Kıbrıslı yazar ve siyasetçi Halil Paşa ile Ada’daki Türkiye hegemonyasının yansımasını ve iki toplumun birlikte yaşam olanaklarını konuştuk:
- Türkiye adaya askeri müdahalede bulunduğu günden itibaren kendi kültürünü taşımaya, demografik yapı kendi lehine değiştikçe de empoze etmeye başladı. Kasabaların, köylerin, mahalle ve sokakların isimleri değiştirilip ''Türkleştirildi”.
- Rastgele bir Kıbrıslıya, birlikte yaşamın mümkün olup olmadığını sorun. Fanatik bir Elen ya da Türk milliyetçisi değilse alacağınız cevap şöyle: “Elbette mümkün! Yeter ki bizi yönetenler ve adanın durumundan beslenenler rahat bıraksın!”
DEVRİŞ ÇİMEN/ZÜRİH
Üç yıl önce Kıbrıs’ta gerçekleştirilen konferansa davet edilmiş, Larnaka havaalanına vardığımda, iki saat gerginlik içerisinde bekletilmiştim. Organizatörlerden Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) yöneticilerinin devreye girmesiyle, özel bir vize sonucu, “sorun” çözülmüştü. Avrupa Birliği sınırları içerisinde sorunsuz seyahat edebilen bir oturuma sahip olmama rağmen, Kıbrıs’ın kuzeyinde “işgalci” olan ülkenin pasaportu ile Kıbrıs’a girmeye çalışıyordum. Kürt olmam davetiye için bir ayrıcalık olsa da, pasaportumda Kürt olduğumu ispatlayacak bir verinin olmaması, neredeyse, geri gönderilecek bir duruma dönüşecekti. Prosedür şu; Türkiye pasaportlu herkes, ancak bir elçilik veya konsolosluğa başvurup vize aldıktan sonra Kıbrıs’a giriş yapabiliyor. Kürt olmanın ayrıcalığı burada bir istisnaya dönüşse de adada önyargısız bir yaşamın zemini hala çok uzak. 1974’te Türkiye’nin askeri müdahalesinin etkisi bunun sadece bir yansıması.
Katıldığım konferansa Halil Paşa ve arkadaşları da gelmişti. Beş dakikalık sohbetten sonra, resmi programın dışında kalan sürede “Konferanslar daima olur. Çıkalım. Dolaşır, sohbet ederiz” dedi. Öyle de oldu; sohbetimiz uzun yıllara dayanan bir dostluğun paylaşımına dönüştü. Anlattıklarından Kıbrıs’ta işgal sonrası yaşananların Kürdistan’a benzerliği beni şaşırtmıştı. Kıbrıs son birkaç yılda geniş haber konusu oldu. Adada değişik senaryoların yanında federal ya da konfederal çözüm ihtimalleri de var. Yazar ve siyasetçi Halil Paşa ile adada yaşanan işgal, talan, kültürel savruluş ve her iki halkın bir arada yaşamasına dair konuları konuştuk.
Kıbrıs'ın kuzeyinde gerçekleşen seçimler için seçmen sayısı, 218 bin 313 olarak açıklandı. 1976'da kayıtlı seçmen 75 bin 781 idi. Dışa göç olmaksızın Kıbrıs'ın doğal nüfus artışı dikkate alınarak hesaplandığında, kayıtlı seçmen sayısının yaklaşık 95 bin olması gerekiyordu. Bu rakamlardan da anlaşıldığı gibi, Kıbrıslı olmayan bu seçmen nereden geldi? Siyasette ne gibi bir etki yaratıyorlar?
1974 Temmuz’unda Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesi sonrasında 150 bin Kıbrıslı Rum’un terk etmek zorunda kaldıkları taşınır ve taşınmaz mallar, savaş ganimeti olarak Türkiye’den Kıbrıs’a göçü teşvik etmek için kullanılır. İlerleyen yıllarda, Türkiye’den Kıbrıs’a göç, Ankara hükümetlerinin bir devlet politikası olarak, kesintisiz bir nüfus mühendisliğine dönüşür.
Kıbrıs’ın kuzeyinde en son 2011’de, 286.257 olarak gerçekleşen sayımdan bu yana adanın kuzeyindeki nüfus ve demografik yapı bilinmemektedir. Bunun önemli bir nedeninin Türkiye'den adaya taşınan nüfusu gizleme isteği olduğunu söylemek mümkün.
Son beş yılda dünyada ve Türkiye’de yıllık nüfus artış oranı binde 80 iken KKTC’de seçmen sayısının 2020’de 198 binden 2025‘de 218 bine çıkarak %2 ile dört buçuk katı artmış olması, işte Türkiye’den adaya göç eden nüfusa verilen vatandaşlıklarla ilgilidir. Günümüzde adanın kuzeyindeki nüfusun vatandaş olmayan Türkiye ve diğer ülkelerden gelenlerle birlikte 1 milyona yaklaştığı konuşulmakta.
Türkiye'nin 'kurtardığı' bir ülkeye 1974 yılından beridir nüfusunu taşıyarak demografik yapısını kendi lehine değiştirmesi, Ankara’nın seçimlere müdahale dahil ada üzerindeki siyasal, askeri ve ekonomik hegemonyasını kolaylaştıran bir faktördür. Öte yandan Ekim 2025’te KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında MHP Lideri Bahçeli’nin, “Kuzey Kıbrıs’ta parlamentonun derhal toplanıp KKTC’nin lağvedilerek Türkiye’ye bağlanma kararı almasını“ buyuran ve seçim sonuçlarını tanımazdan gelen tavrı, Türkiye dışişleri politikasında “Milli Dava“ ilan edilen Kıbrıs sorunundan aslında Ankara’da neyin murat edildiğinin de bir itirafı gibidir. Özetle; Türkiye Kıbrıs’a nüfus taşıyarak adanın kuzeyini “Küçük Türkiye"ye dönüştürüp siyasi konjonktür elverdiğinde Türkiye’nin bir ili olarak ilan etmesine giden yolun taşlarını döşemektedir.
Türk hükümetinin “iki devletli çözüm” alternatifi hiçbir şekilde AB, BM ve diğer uluslararası kurumların gündeminde değil. İşgal sonrası defacto geliştirilen "KKTC" hiçbir tanınmışlığı da olmamasına rağmen nasıl kendini sürdürüyor?
Aslında kuzeyde Kıbrıslı Türkler kendi coğrafyalarının siyasi egemeni olabilselerdi, liyakatlı yöneticilerin elinde “kendilerine yeten” bir ekonomi inşa edebilir, Kıbrıslı Rumlarla BM ve AB üyesi federal bir Kıbrıs devletinin ortağı olacak çözüm için müzakereler gerçekleştirebilirlerdi. Ama Ecevit’ten Türkeş’e, Erdoğan’dan Bahçeli’ye; “Kıbrıs'ta tek Türk kalmasa da stratejik çıkarları gereği Türkiye’nin orada hak iddia etmeye devam edeceği” 1974 sonrası tüm hükümetlerin ortak söylemidir. Öte yandan Kıbrıslı Rumların kuzeyde terk etmek zorunda kaldıkları ve savaş ganimeti olarak dağıtılan taşınmaz malların satışından elde edilen sermaye, bu taşınmazlar üzerinde yükselen inşaat sektörü, mukayeseli üstünlüğünü yitirmiş kumar turizmiyle ayakta kalmaya çalışan turizm sektörü, dışarıdan gelen kara para, mafyatik ilişkiler ağında sanal kumar bahisleri, pek çoğu niteliksiz ve kimi de sahte diploma olaylarına bulaşsa da üniversiteleri, can çekişen ve ancak teşviklerle yürüyen tarım ve hayvancılık sektörü ve de memuru emeklisiyle devletten maaş çeken geniş bir kesim. Tüketimi üretiminden daha çok olduğu için sürekli açık veren bütçesini kendini tanıyan tek ülke Türkiye’den borçlanarak kapatan KKTC, Türkiye dışında hiçbir ülkenin tanımadığı, uluslararası diplomaside “Türkiye’nin bir alt yönetimi”, Türkiye dış politikasının da bir kamburudur.
1 Mayıs İşçi Bayramı bu yıl da Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk sendikaları tarafından ara bölgede ortak düzenlenen bir gösteriyle kutlandı
Türkiye’nin, Kıbrıs'ın kuzeyinde gerçekleştirdiği işgalin üzerinden 51 yıl geçti. İşgal adada ne tür sosyal ve siyasal değişikliklere yol açtı?
Türkiye adaya askeri müdahalede bulunduğu günden itibaren kendi kültürünü taşımaya, demografik yapı kendi lehine değiştikçe de empoze etmeye başladı. Kasabaların, köylerin, mahalle ve sokakların isimleri değiştirilip “Türkleştirildi”. Karma evlilikler, Türkiye gazete, radyo ve televizyonlarının yayınları, adalı kültürün yerine Türkiye kültürünün öne çıkmasında etkili oldu. Adaya taşınan nüfus Ankara’nın seçimlere daha etkili müdahalesine, Türkiyeli generallerin komutasındaki ordu da "KKTC Anayasası"nın 10. maddesine dayanarak polis ve itfaiye kurumlarını sevk ve idare etmekte, pek çok yeri de “askeri yasak bölge” ilan etmiş durumdadır. Ankara kendine benzeyen bir vilayet, bir “Küçük Türkiye” yaratılmasının önünü açacak siyasi işbirlikçilerini “kendinden” saydı ve yönetimde kalmaları için de her zaman Kıbrıs’taki seçimlere müdahale etti. Adalı kalmakta ısrarcı olanları ve çözüm yanlılarını “düşman” ilan etmekte bir beis görmedi. Gelinen noktada Kıbrıslı Türklerin kendine özgü sakin adalı kültürü paramparça edildi. Dahası 1974 askeri müdahale sonrasında adanın kuzeyinde kiliselerin freskleri söküldü, değerli ikonları çalınarak yabancı ülkelere satıldı. Ortodoks ve Ermeni manastırları yağmalandı ve sonra da yıkılmaya terk edildi. Halbuki camiler gibi kiliseler de ibadet yerleri olmanın yanı sıra adanın ortak tarihi zenginlikleriydi.
1998 yılında Türkiye’de kumarhaneler yasaklanınca, Türkiye’nin kumar mafyası ve kara para saikleri adaya akın etti. Yerli halka yasak olduğu halde, siyasetçi, üst düzey bürokrat ve ailelerinden başlayarak kumar illeti Kıbrıslı Türkleri de sarmalına aldı. Gece kulüplerinde yabancı ülkelerin kadınları fuhuşa zorlandı, pasaportlarına el kondu. Son 23 yıllık AKP iktidarı döneminde hemen her köyde cami inşa edildi. Maaşlı imamlar atandı. Ezanın sesi, yalnızca minarelerden değil, direklere dikilen megafonlar aracılığıyla da evlerin içerisinde çınlayacak şekilde yükseltildi. Kıbrıslı Türklerin laik eğitimi ve yaşam biçimi değişime zorlandı. Meclis'teki bir konuşmasında, HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder işgalin neticesi olarak Kıbrıs’ın, kumar ve fuhuş baronlarının kara para aklama ve envai çeşitte rezilliklerinin yer aldığı, Türkiye’nin kalın bağırsağı haline getirildiğini söyledi. Kıbrıs Türk solunun öğretmeni, gazetecisi, yazarı Arif Hoca’sı 1974 sonrası Kıbrıs Türk toplumunda milliyetçiliğin arkasına sığınmış siyasi kirlenmeyi anlattığı kitaplarından birisine; “Çirkef Yatağında Gülistanlık Olmaz” adını verdi. Kıbrıs Türkler, 1974 sonrasında o sakin, adalı yaşam biçimlerinden artık uzaklaşmış, kültürel bir savrulmanın eşiğindeler.
Rum yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyetinde, sahil kasabası Larnaka'nın Tuz Gölü kıyısında yer alan Hala Sultan Tekkesi Kıbrıs kültür mirasları arasında yer alır. Yalnızca Müslümanlar tarafından değil yabancı turistler tarafından da ziyaret edilir
Kıbrıs’ın Avrupa Birliği politikalarına kayda değer bir etkisi bulunmazken, son yıllarda kilit bir yere dönüştü. Rusya-Ukrayna savaşı ve Ortadoğu'daki savaşlar Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu enerji akışı için yeni yol arayışları ve çıkar politikaları Kıbrıs'ın önemini artırdı. Parçalı bir ülke bu rolü oynayabilir mi? Veya Batı dünyası bu parçalığın devam etmesini ister mi?
Ukrayna savaşıyla Avrupa ülkelerine Rusya’dan enerji akışı kısıtlandı. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin, rakip ülkelerin gerisinde kalmamak, ekonomik büyümelerini artıda tutmak için, kendilerinde kıt olan enerji kaynaklarına her zaman ihtiyaçları vardır. Kıbrıs’ın güneyi, Mısır, İsrail ve Lübnan’daki deniz sahalarını kapsayacak bir alanda doğal gaz yataklarının varlığı, Rus enerjisi kısıtlanan Avrupalıları en büyük potansiyel müşteri yapmaktadır. İsrail’in 2019 yılından beridir, Amerikan NOBLE şirketi vasıtasıyla deniz kıta sahanlığına giren Leviathan parselinden çıkardığı doğal gaz, 2023 yılı verilerine göre, toplam gaz üretiminin yüzde 44'ünü kapsamakta. Leviathan’dan çıkardığı doğal gazın bir kısmını iç tüketimde kullanan İsrail, kalanı da Mısır'a ve Ürdün'e ihraç etmektedir. Mısır da, Doğu Akdeniz’in Zohr bölgesindeki doğal gazı üretmeye başlamıştır. Kıbrıs’ın çevresindeki doğal gazın, çözümün ve barışın gerçekleştiği bir adada sorunsuz çıkarılması, Avrupalılar kadar, bu doğal gaz yataklarında önemli paya sahip İsrail’in yakın dostu ABD’nin de arzusu. Erdoğan'ın “iki ayrı egemen devlet” için uluslararası destek talebi karşılık görmedi. Zaten KKTC, 42 yıldır Türkiye hariç hiçbir ülke tarafından tanınmıyor. Dahası yakın zaman önce Türki devletler, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, Türkiye'nin Kıbrıs’a askeri müdahalesini kınayan ve Türkiye'yi işgalci olarak gören BM Güvenlik Konseyi kararlarını tanıyarak 2025'te AB-Orta Asya Zirvesi'nde anlaşmaya bağlı, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne büyükelçi atamışlardır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Cumhuriyeti deniz alanları içerisinden çıkacak doğal gazdan Kıbrıslı Türkler adına Kıbrıs Cumhuriyeti'nden pay istediği, çıkarılacak doğal gazın Türkiye toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınması için uğraştığı da bir gerçek.
Bir yandan “iki ayrı devlet” tezini savunup KKTC’nin tanınmasını talep etmek; öte yandan dünyanın tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” deyip yok saymak, sıra doğal gaza geldiğinde ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Kıbrıslı Türklerin ortaklığını hatırlayarak onlar adına pay talep etmek; Türkiye’nin Kıbrıs politikasında içine düştüğü çelişkileri ve çıkmazları da ortaya koymaktadır.
Kapitalist-emperyalist dünyamızda ABD dahil her ülke çıkarı olmadığı sürece, her türlü müdahaleden kaçınır.
Ancak çok bilinmeyenli bir denklem olan Kıbrıs sorununun çözümünde Doğu Akdeniz’deki olası doğal gaz yataklarının, Kıbrıs sorununun çözümünü zorlayacak riskleri almaya cevaz vermektedir. Bu nedenle 2026 yılında Trump’ın ve Avrupalı liderlerin Kıbrıs sorununu çözmek için devreye girmesi, AKP’nin de “iki devletli çözüm” tezinden vazgeçerek federal ya da konfederal bir çözüm için masaya oturması sürpriz bir gelişme olmayacaktır sanırım.
***
Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk işçi-öğretmen ve memur sendikalarının dayanıştığı çözüm ve barış mitinginden
Elbette birlikte yaşam mümkün
Sizinle son görüşmemizde, adada bir dönem dostluk ve barış umudunun yeşerdiğini ve bu süreçte Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortak kültürel etkinlikler düzenlediğinizi anlatıyordunuz. Yakın zamanda böylesi bir atmosferi yakalamak mümkün mü? Yoksa gerek Yunanistan ve gerekse de Türkiye’nin her iki topluma empoze ettiği milliyetçi politikalar bunu imkansız mı kılıyor?
BM Genel Sekreteri’nin adıyla anılan Annan Planı, Türkiye’de yeni iktidar olmuş AKP tarafından destekleniyordu. Türkiye’den gelen talimatla 29 yıldır süren yasak kaldırıldı, geçişler için kapı açıldı. Binlerce Rum ve Türk, sınır kapılarında uzun kuyruklar oluşturdu.
Denktaş’ın dediği olmaz! Yani Rumlar ve Türkler arasında, münferit vakalar dışında hiçbir kötü olay yaşanmaz. Aksine kapılardan geçerken pek çok Türk ve Rum birbirlerine sarılıp sevinç gözyaşları döktü. Eski komşular arasında dostluklar yeniden canlandı. Karşılıklı davetler oldu, sofralar kuruldu, sohbetlerde 1974 ve 1964 öncesi anılar tazelendi. Okullarda okutulmakta olan ve iki cemaati birbirine düşman gösteren tarih kitaplarının yerini alternatif ders kitaplarının alması için, barış yanlısı öğretmen sendikaları yeniden kitap yazımı için kolları sıvadı. “Yeşil Hat Tüzüğü” ile iki toplum arasında karşılıklı ticaret başladı. Kadın örgütleri, öğretmen ve işçi sendikaları, 1 Mayıs, Dünya Barış Günü vb. miting ve gösterileri birlikte organize edip kutladı. Eski yıllardaki gibi Türkler Rumların, Rumlar da Türklerin her yıl düzenlediği çeşitli köy panayırlarına katıldı. Rum ve Türk sanatçılar, ortak konserler ve sergiler düzenledi.
Türkiye dışişlerinin ortaya attığı “iki devletli çözüm” tezine, Elen ve Türk milliyetçiliğinden kaynaklı karşılıklı nefret söylemlerine rağmen, yine de iki toplum arasındaki siyasi-sosyal-kültürel-ticari ilişki devam etmektedir. Çıkın sokağa ve rastgele önünüze çıkan bir Kıbrıslıya, adada Rumlarla Türklerin birlikte yaşayıp yaşayamayacağını sorun. Fanatik bir Elen milliyetçisi ya da ganimetle zenginleşen fanatik bir Türk milliyetçisine denk gelmezseniz bir Kıbrıslıdan alacağınız cevap aşağı yukarı şöyledir: “Elbette mümkün! Yeter ki bizi yönetenler ve adanın sürer durumundan beslenenler bizi rahat bıraksın!”
Nitekim Türk-Rum adamızda çözüm ve barış yanlılarının ortak deyişidir: “Kıbrıs bölünmeyecek kadar küçük, Kıbrıslıların sığacağı kadar da büyük bir adadır.”
* * *
Halil Paşa kimdir?
Halil Paşa; 1957’de Kıbrıs'ta doğdu. ODTÜ Ekonomi bölümü mezunudur. Ayrıca “Avrupa Birliği ve Mali Politikaları” üzerine yüksek lisansı vardır. İçinde yer aldığı Türkiye 78 kuşağı yıllarının anlatıldığı “Biz Devrime Çok İnanmıştık” kitabının yazarıdır. 1995 yılından beridir Kıbrıs'ın günlük gazete ile haftalık ve aylık dergilerinde, siyasi, ekonomik ve seyahatle ilgili makale ve yazı dizileri yayınlamakta. 20 yılı aşkın süredir Kıbrıs'ta YKP Parti Meclisi üyesidir.











