Barış/Aşitî düşüncesinin ağır bedeli

Forum Haberleri —

.

.

  • “Yurtta  Sulh, Cihanda Sulh” söylemi ise süregelen Kürt katliamlarında görüldüğü gibi sadece bir manevra /taktik olarak kulanılmıştır.

ALİ DAĞDEVİREN 
"İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece, hiçbir şey savaşları ortadan kaldırmayacaktır” (A.Einstein)

İlkel insan topluluklarının devletleşmeye dönüşmesiyle başlayan, yedi bin yıla yakın zaman içinde 15 bin üzerinde savaş yaşanmıştır. Bu savaşlar 4 milyar üzerinde insan yaşamına malolmuştur. Bunca felaketten sonra bile insanlığın ciddi bir barıştan söz ettiği söylenemez! Dünyada yedi bin üzerinde barış anlaşmasından(!) bahsedilse bile devam etmekte olan savaşlar bu anlaşmaların gerçek bir barışı sağlamadıklar ortadadır. İnsanlık tarihi “Savaş ve Barış Tarihi” olmak yerine “Savaş ve yeni savaşlara hazırlanma tarihi” olarak devam etmektedir. Yüzyılımızda ise insanlık daha büyük tehlike (Nükleer) altındadır. Diğer yandan korkunç felaketlere yol açan bu savaşlara karşı barıştan yana düşünceler ve direnmeler de ağır bedellere karşın her dönemde olmuştur ve bugün daha da  güçlenerek devam ediyor.

Tarihte savundukları gerçeklerden ötürü yargılanan ve zamanın güdümlü sözde mahkemeleri önünde düşüncelerini savunan, işkencelere maruz kalan, hatta katledilen, ateşlere atılarak yakılan, derileri soyulan soylu insanların sayısı da az değildir. Bu savunmaların ve direnmelerin haklılığı/gerçekliği yıllar sonra bugün daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Aradan yüzlerce/binlerce yıl geçmesine karşın insanlık bugün bile, abideleşmiş o düşüncelerden/ savunmalardan/direnmelerden güç almaktadır. Sokrates, Galile, Dreyfus gibi ve konumuz olan Barış’ı savundukları için yargılanan Oppenheimer’i, ölüme mahkum olan Rosenbergler, Dante Alighieri, Jean Bodin, Hugo Grotius, Montesqieu, J.J.Rousseau insanlığın akyüzü olup tarihin leke/pas tutmayan sarsılmaz onur abideleridir.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de barışı savunmanın bedeli ağır olmuştur/olmaktadır. Sadece işgal ve talan zihniyetiyle koca bir imparatorluk kuran Osmanlılarda bir devlet politikası olarak barış ve hatta barış sözcüğüne rastlamak mümkün değildir. Bu konuda değişik ırktan ve dinden/inançtan insanlardan barış içinde yaşayacak yeni bir toplum oluşturmaya çalışan 14. yüzyılın büyük eylemcisi Şeyh Bedrettin’in çabası Osmanlı  tarafından kanla bastırılmıştır. Bu yenilmez cüsseli devin sonunu getiren Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti 2. dünya savaşında, Sovyetler Birliği’nin görünen zaferi sonucu savaşa katılmamakla birlikte Hitler Faşizmi’ne içerde ve dışarıda destek sunmuştur. Mustafa Kemal’in ifadesi olarak anılan “Yurtta  Sulh, Cihanda Sulh” söylemi ise süregelen Kürt katliamlarında görüldüğü gibi sadece bir manevra /taktik olarak kulanılmıştır. Zaten o dönemlerde ülkede devletin izin verdiği ciddi bir barış girişimi olmamıştır. M. Kemal’den sonra İnönü döneminde, TC 1945 yıllarında BM Temel Yasası ile birlikte İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni imzalamıştır. Ancak ülke içinde başta Kürtler olmak üzere İnsan Hakları’nın katliamı adeta resmi devlet politikası haline gelmiştir.

14 Mayıs 1950’de yönetime gelen Demokrat Parti (DP) iktidara gelişinin üçüncü ayında ABD yanında yer alarak Kore Savaşı’na, Anayasaca zorunlu olan Meclis Onayı’nı almadan  4500 kişilik bir askeri güç gönderme kararı aldı. Hizmetine soyunduğu Emperyalistler’in çıkarları uğruna ülkesinden kilometrelerce uzaktaki yabancı topraklara 5 bin üzerinde kurban verdi. Bu durum ülke genelinde  protestolara yolaçtı. DP hükümeti intikam alırcasına 12.3.50’de kurulan Türkiye Barışseverler Cemiyetini kapatıp/yasaklayıp yöneticilerini tutuklattı. MSB onları Ankara Garnizon Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne havale ederek cezalandırdı. Böylece ülkenin ilk resmi barış girişiminin ömrü sadece dört buçuk ay sürebildi. 1960’lara dek dünyadaki gelişmelere paralel olarak bir takım barış örgütlenmeleri girişimleri olduysa da barış düşmanlarının ciddi engellemelerini aşamadı. Amerikan izni/bilgisi dahilinde gerçekleştirilen 12 Eylül darbesi insan temel hak ve özgürlükleri ve demokrasiyle birlikte Barış’a da savaş açtı. 18.4.77 tarihinde 38 kurucu üye tarafından resmen kurulan Barış Komitesi Derneği’nin ömrü üç buçuk yıl sürdü. Darbe sonrası 23.2.82 tarihinde İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcısı’nın talebi üzerine aralarında beş milletvekili de bulunan 44 barışsever hakkında tutuklama kararı çıktı. Daha sonra bu dava; ülkenin seçkinlerini (avukat, doktor, mühendis, sendikacı, yazar, ressam, tiyatro sanatçısı, TRT programcısı, iş insanı, Türk Tabipler Odası yöneticisi, üniversite öğretim üyeleri, sinema sanatçısı, Halkevleri başkanı vb.) de içine alacak şekilde acımasızca genişletildi.

Bugünkü özel yetkili (saray talimatlı) mahkemelerin yaptığı gibi zamanın askeri savcıları ve sıkıyönetim mahkemeleri tarafından hemen her gün (bugün Kürt coğrafyasındaki gibi) yeni soruşturma davaları açılarak onlarca insan gözaltına alındı/tutuklandı. Cunta zulmüne (saray saltanatına) direnen, barış/demokrasi/özgürlük ve onur savaşı veren ve teslim olmayan herkes bundan payını aldı/almaktadır. Esas amaç insan temel hak ve özgürlükleri ile barış ve demokrasi konusunda duyarlı herkese, her kesime gözdağı vermek ve onları sindirmektir.

Bu karanlık dönemde; 650 bin gözaltı/işkence; 2 milyon üzerinde insan fişlendi/ iskence gördü; 230 bin insan sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüldü; 100 bine yakın insan örgüt üyeliğinden yargılandı; 7 bin kişi hakkında ölüm cezası istendi; teslim olmayan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl hapis cezasına çarptırıldı; 14 kişi açlık grevinde öldü; 171 kişi işkenceden öldü; 144 kişi kuşkulu şekilde yaşamını yitirdi; 50 kişi idam edildi; başta Diyarbakır zindanı olmak üzre Kürdistan coğrafyası korkunç bir katliamdan geçirildi.

Bugün Kürtlere yönelik kumpas davalarında olduğu gibi o günlerde de Birinci Barış Davası başta olmak üzere benzeri davalarda savunuculuk yapan avukatların tümü sanık sandalyesine oturtuldu. Bununla da yetinilmeyerek 1136 sayılı Avukatlık yasasını ayaklar altına alarak eğilmeyen avukatları meslekten menettiler. Ama onlar; barış savaşçıları olarak sanık sandalyesine oturtulan o silahsız kahramanlar; “Silahların gölgesinde ağır, vakur ve emin birer birer kalktılar. Göğüs kafeslerindeki yüreklerini, milyonlara sundular, BARIŞI SAVUNDULAR!”

Ve bugün kör dünyanın gözleri önünde zincirlere vurulmuş kelepçeli Kadın/Erkek/Büyük /Küçük ve gururlu/onurlu insanlar beşer, onar, yirmişer, otuzar ve ellişer... polis kamplarına götürülüyorlar! Ve onlar o kahramanlar Barış’ın zaferini haykırarak AKP/MHP faşizmine /zindanlarına meydan okuyorlar! Kürt coğrafyasının toplama kamplarına dönüştürüldüğü bir dönemde kahramanca direnişleri önünde yürekten büyük bir saygıyla eğildiğimiz Kürdistan Barış Savaşçıları Analar olmak üzere Barış’ı ve Barışseverler’i bekleyen zor ama bir o kadar onurlu mücadelelerinden gerilere bir ayna tutmaya çalıştık..  Gördük ki, barış, demokrasi, temel hak ve özgürlükler alanında insanlık yüzkarası AKP/MHP”nin barış düşmanlığı geçmişi sollayarak acımasızca devam ediyor.. 

Ama umut tükenmemiş, barış engel tanımaz savaşta, direniş de dorukta! ZAFER UFUKTA...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.