Barışı örenler
Kadın Haberleri —

- 1800’lü yılların sonları, sömürgecilerin yürüttüğü savaşları sorgulayan, savaşın kadınlar üzerindeki etkisini, annelik duygularını irdeleyen kadın girişimlerinin ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Savaşa karşı barışı savunan kadın hareketlerinin doğuşudur.
Elif AKGÜL ATEŞ
Barış, hangi biçimde olursa olsun salt savaşın yaşanmaması değildir. Toplumsal çeşitliliğin karşılıklı tanıma, saygı ve ahenk içinde sürdürülmesi koşullarının yaratılmasıdır. En önemlisi de cinsiyetlendirilmiş barış zihniyetinin aşılmasıdır. Dolayısıyla barışın inşası ne güçler arası sözleşmelere ne de bireysel düzlemdeki barışık olma hallerine bırakılacak ve böylece başarılacak bir süreçtir. Barış inşa süreci her şeyden önce toplumsal farklılıkları güvence altına almayı, cinsiyet eşitliğini, özgürlüğü ve adaleti tesis etmeye yönelik çalışmanın ürünüdür. Bu kapsamda tarihsel süreç içinde kadın düşünürlerin öncülüğünde gelişen kadın hareketlerinin barış arayışları, günümüz açısından bir referans kaynağıdır.
Tarihsel sürece bakıldığında, kadınların savaşa karşı mücadelesi ve barış arayışının ancak 1800’lü yılların sonlarında başladığını ve savaşa karşı bir kadın uyanışını görüyoruz. Sömürgecilerin yürüttüğü savaşları sorgulayan, savaşın kadınlar üzerindeki etkisini, annelik duygularını irdeleyen kadın girişimlerinin ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Aynı zamanda savaşa karşı barışı savunan kadın hareketlerinin doğuşudur.
Bu kapsamda ilk olarak 1849’da Anne Knight, Paris'te düzenlenen Barış Kongresi’nde, Barış ve Özgürlük için Uluslararası Kadın Birliği kurulması fikrini geliştirir. Buna müteakiben 1888’de Uluslararası Kadınlar Konseyi kurulur.
Silahlarınızı Bırakın!
1890’lı yıllarda feminist düşünür Bertha von Suttner, Avusturya ve Alman Barış Toplulukları’nın kuruluşuna öncülük eder. Ardından, “Silahlarınızı Bırakın!” (Die Waffen Nieder!) adlı kitabı yayımlar. Von Suttner, kitapta savaş karşıtı düşüncelerini dile getirir. Uluslararası Barış Bürosu’nun başkan yardımcılığını yapan Suttner, 1905’de Nobel Barış Ödülü’nü alan ilk kadın olur. 1899’da Laeh’te gerçekleşen konferansta, devletler arası silahlanma yarışının azaltılması ve uluslararası anlaşmazlıklara barışçıl bir çözüm bulunması için kararlar alınır. Bu dönem Uluslararası Kadınlar Konseyi bünyesinde Uluslararası Barış ve Tahkim Daimi Komitesi kurulur.
20. yüzyılın başlarında kadın hareketleri, kadınların hayat verici özelliklerinden dolayı doğuştan barışçıl oldukları tezi üzerine yoğunlaşır. Bu dönem kadınların seçme ve seçilme hakkı talepleri, barış taleplerine paralel olarak ortaya çıkar. Ayrıca Oy Hakkı Hareketi ve Eşit Haklar Feminizmi, kadınların uluslararası alanda örgütlenmesi için gerekli zemini sağlar. Seçme ve seçilme hakkı, kadınların siyasal ve toplumsal alanda yer almasının önünü açar.
Emeği savaşla çatışanlar
1903’te Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’ni (WSPU) kuran Emmeline Pankhurst, kadınların erdemlerini yüceltirken, anneleri, “emeği savaşla çatışan üreticiler” olarak tanımlar. Kadının doğası gereği barışçıl olduğunu savundu ve savaş karşıtı kadın hareketlerinin üzerinde durur. Bu bağlamda feministlerin esas konumu, savaşa ve savaşın kadın sömürüsüne karşı çıkmak olan annelerin konumu haline geldiğini şu sözlere anlatır: “Kadın Hareketi, anne hareketidir. Kendi evlatları için en bilgece ve en şefkatli anları sergileyen, en iyi annelerin tüm dünyanın toplumsal hayatına hizmet edişidir. Eğer savaşa inanırsak ya da bu caniliğe karşı sesimizi yükseltmekten korkarsak, sanmayınız ki bizler henüz doğmamış çocukların annelerini yaratabiliriz.”
Pankhurst’un geliştirdiği “Şiddetsizlik Teorisi”, ABD’de kadın hareketleri, Hindistan’da Mahatma Gandi’nin Britanya kolonilerine karşı yürüttüğü pasif direniş, Martin Luther King’in öncülüğünü yaptığı Amerikan-İngiliz vatandaşlık hakları hareketine yol gösterici olur.
1915’lerde feministler Hélène Brion, Helena Swanwick, Olive Schreiner, Frances Hallowes ve Sylvia Pankhurst öncülüğünde “Feminist Pasifizm” akımı doğar. Kuramsal olarak Feminist Pasifizm, eril iktidar ile savaşın varoluşu arasındaki bağlantıyı vurgulayan tarihsel feminist varsayımları dayanak alır. Feminist Pasifizm, eril iktidarla savaş arasında bağlantıyı kuran varsayımlardan hareket eder. Akıma göre kadınlar evrensel bir şekilde boyunduruk altına alınmış bir sınıf olmalarından ötürü, milliyetçiliğin dışında kalmış. Dolayısıyla birbirleriyle, daha fazla ortaklığa sahipler.
İlk bedeli biz ödedik
Olive Schreiner, “Bizler insan hayatının her bir safhasında ilk bedeli ödeyenler olduk” derken cinsiyetçi ideolojiyi sorgular. Schreiner, kadınların annelik nedeniyle paylaştıkları bedensel acı deneyimini, kadınların savaş karşıtlığının “ahlaki gücü”ne bağlar. Anneliğin savaş karşıtı olmasının doğal, içgüdüsel, ahlaki, duygusal yapılarından kaynaklandığını savunur.
Aynı dönemde savaşın kadınlar üzerindeki etkilerini ve annelerin savaşa karşı duruşunu irdeleyen İngiliz feminist düşünür Helena Swanwick, “Erkekler savaşır, kadınlar değil. Kadınlar, üretimleriyle olan benzersiz ilişkilerinden ötürü, savaştan orantısız bir şekilde etkilenir. Savaşta öldürülen ya da yaralanan her erkek annesinin karnında aylarca taşınmış, beslenmiş ve bakılmıştır. O, bir kadın emeğinin ürünüdür. Kadınların hem onun üstünde hem de kadınlar tarafından bahşedilen ve idame ettirilen hayatı üstünde hakkı vardır. Kadınların içgüdüleri insan ırkının refahı için son derece önemlidir ve bilimsel bilginin de artık annelerin içgüdülerinin önemini doğrulaması son derece umut vericidir” fikirleriyle Feminist Pasifizm kurama yeni bir perspektif geliştirir.
Savaşa karşı devrimsel çıkış
Yine Frances Halloween, savaş ve militarizme karşı çıkarken, “Erkekler insan hayatının değerini çok az takdir ediyor gibiler. Eril bir icat olan militarizm erkek bedenine, kullanıma sokulmak üzere pek çok düşmanca şey yüklüyor. Kadınlarsa içtenlikle yaşamın kıymetini ve değerini kavrıyorlar. Dolayısıyla savaşın tüm trajedisi, bir zamanlar hayatta olan ama artık yitirilmiş oğulları ardından gizlice gözyaşı döken milyonlarca annenin sessiz ızdırabını hayal edebilenlerce kavranabilir” der.
Böylece Feminist Pasifizm akımının öncüsü kadınlar savaşa karşı barış mücadelesinin temellerini atar. Erkek egemen militarist anlayışın yarattığı savaşların en büyük mağdurunun kadınlar olduğunu, evlatlarını yitirmenin acısını yaşayan kadınların barışın sağlanmasındaki rolü üzerinde dururlar. Kadın öncülerin bu devrimsel çıkışı onları erkek egemen zihniyetin hedefi haline getirir.