Barışın inşasında umudun sınavı
Forum Haberleri —

Barış/foto:Pixabay
- Toplumsal barışın inşası, silahların sustuğu andan başlamaz; tam tersine, o andan itibaren en zor aşamasına girer. Çünkü geçmiş, bir anda ortadan kalkmaz; masa etrafında oturanlar hâlâ birbirine temkinli, kimi zaman düşmanca bakabilirler. Bu nedenle barış, duygusal bir iyimserlik değil, kurumsal bir inşa sürecidir.
ERCAN JAN AKTAŞ
İçinde bulunduğumuz dönem, umutlarımızın neredeyse günün her saatinde sınavlara tabi tutulduğu bir zaman dilimidir.
Sıkça soruyorlar: Barışa dair hâlâ umudumuz var mı?
Sürece dair umudumuzu koruyabiliyor muyuz?
Bu sorular, gündelik hayatta bireysel düzeyde anlamlı olsa da, bir asrı aşan bir toplumsal ve siyasal meseleye baktığımızda, daha geniş bir tarihsel sabrı gerektirir.
Barışın, savaşmaktan çok daha zor olduğunu bildiğimiz hâlde, çoğu zaman barış süreçlerine dair umutlarımızın kırıldığını, beklentilerimizin erken çöktüğünü görüyoruz. Oysa barış, sadece duygusal bir özlem veya ütopya değil, uzun bir tarihsel mücadele, ağır bedeller ve çok katmanlı bir toplumsal dönüşümün sonucudur.
Kendi deneyimlerimden hareketle söyleyebilirim ki: benim barışa ya da sürece dair bir “umut” anlayışım yok; çünkü barış benim için bir duygulanım hâli değil, bir mücadele biçimidir. Bu noktada temel soru şu olmalı: Umut nedir ve hangi koşullarda anlamını yitirir ya da yeniden kazanır?
Barış, birbirini uzun yıllar boyunca fiziksel, siyasal ve sembolik olarak yok etmeye çalışan iki gücün, birbirini muhatap alarak bir masaya oturmasıdır. Bu masa, bir günde kurulmaz; dile kolay, elli yılı aşan bir çatışma sürecinin sonunda, on binlerce insanın yaşamına, binlerce köy, kasaba, mahalle/yaşam alanının yıkımına, doğanın tahribatına mal olarak oluşmuştur.
Ancak biz çoğu zaman bu sürecin derinliğini unutuyor, “bir yılda ne değişti?” türü hesaplarla meseleyi indirgemeci biçimde ele alıyoruz. Elbette sorulamak, “neler değişti, değişmeyenler nelerdir?” sorularımız ve de cevap arama pratiklerimiz olacaktır. Ancak sorularımıza bulduğumuz cevaplardan hareketle hızlı bir şekilde umutlu ya da karamsar, umutsuz hallerinden kendimizi sakınmamız gerekir. Barış, istatistiklerle değil, hafıza ve yüzleşme süreçleriyle ölçülür. Gündelik siyasetin kısa döngüleri içinde, uzun soluklu adalet arayışının sabrı kaybolmaktadır.
Barış, özveri ister
Yalnızca çatışmayı durdurmak değil; kırılmış hafızaları onarmak, travmaları tanımak, yok sayılmış kimlikleri tanımak demektir. Bu süreç, inkârın yerine eşit yurttaşlığı, üstünlüğün yerine çoğulluğu koymayı gerektirir.
Toplumsal barışın inşası, silahların sustuğu andan başlamaz; tam tersine, o andan itibaren en zor aşamasına girer. Çünkü geçmiş, bir anda ortadan kalkmaz; masa etrafında oturanlar hâlâ birbirine temkinli, kimi zaman düşmanca bakabilirler. Bu nedenle barış, duygusal bir iyimserlik değil, kurumsal bir inşa sürecidir.
John Paul Lederach’ın (1997) ifadesiyle, “barış inşası, toplumun dokusunun yeniden örülmesidir.” Bu dokuda her bir insanın sesi, hikâyesi ve acısı vardır. Toplumun dokusunu yeniden örmek, geçmişin travmalarını görünür kılmak, bastırılmış sesleri kamusal alana taşımak ve farklılıkları bir arada tutabilecek yeni bir etik zemini kurmak anlamına gelir. Bu dokuda her bir insanın sesi, hikâyesi ve acısı vardır; çünkü barış, soyut bir ideal değil, insan deneyimlerinin kesiştiği kolektif bir iyileşme sürecidir.
Barışın ütopyası değil, emeği önemlidir
Barışa dair umut, edilgen bir beklenti biçimi olmaktan ziyade, eylemsel bir sorumluluk alanıdır. Johan Galtung’un (1969) belirttiği gibi, “olumlu barış” yalnızca şiddetin yokluğu değil, adaletin ve eşitliğin varlığıyla tanımlanır.
Bu bağlamda umut, mevcut şiddet yapılarının eleştirisini içerdiği kadar, dönüşümün mümkün olduğuna dair etik bir taahhüttür. Paulo Freire’nin (1970) özgürleşme pedagojisinde vurguladığı üzere, umut, praksisle birleşmediğinde naif bir arzuya dönüşür; oysa praksisle birleştiğinde direnişin bilgisidir.
Barışın inşası da tam olarak bu noktada, hatırlama, yüzleşme ve dönüştürme eylemlerinin sürekliliğine bağlıdır. Dolayısıyla barış, tarihsel bir sonuç değil, sürekli yeniden kurulan bir toplumsal süreçtir. Umudu korumak ise, bu sürecin içinde yer almayı, yani barışın öznesi olma iradesini sürdürmeyi gerektirir.
Umut, pasif bir bekleyiş değil, eyleme dönüşen bir sorumluluktur.
Barışın ütopyası değil, emeği önemlidir.
Kırılmış bir toplumun iyileşmesi için umut tek başına yeterli değildir; adalet, hafıza, yüzleşme ve toplumsal katılım mekanizmalarıyla desteklenmelidir.
Barış, savaşın antitezi değil; savaşın öğrettiklerinden doğan bir yeniden kuruluş çabasıdır.
Ve belki de en önemlisi: Barışa dair umudumuz yoksa, o zaman sorumluluğumuz daha da büyüktür.







