Bedenini ateşe vermek
Forum Haberleri —

Ateş
- Büyük direnişin felsefi özeti şudur: İnsan, anlamlı bir yaşamı seçtiğinde, kendi varlığını daha büyük bir ideale adayarak ölümsüzleşir. Bedenini ateşe verenler, sadece fiziki olarak değil, fikirleri ve mücadeleleriyle de halklarının yolunu aydınlatan meşaleler haline gelirler.
ALİ BİLEN
Osmanlı’nın Kürt mirliklerini yok etme politikası, Cumhuriyet’in erken döneminde Zilan ve Dersim’de gerçekleştirilen toplu katliamlarla devam etmiş; modern dönemde ise Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım politikaları, Halepçe’de binlerce insanın kimyasal silahlarla öldürülmesiyle zirveye ulaşmıştır. Amûdê sineması yangınında yüzlerce Kürt çocuğu, devletin sistematik ve planlı saldırısı sonucu ateşin içinde yanarak can vermiş, Türkiye’de 1990’lı yıllarda ise askeri operasyonlarla binlerce Kürt köyü ateşe verilerek halk zorla göç ettirilmiştir. Maraş ve Madımak katliamlarında Kürt ve Alevi kimliğine sahip insanlar diri diri yakılarak katledilmiş, DAİŞ ise Rojava ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde Kürt sivilleri ateşle infaz ederek vahşi propagandasını sürdürmüştür. Tüm bu katliamlar, Kürt halkına yönelik sistematik baskı politikalarının ve yok etme girişimlerinin bir parçası olarak tarihe geçmiştir. Kürt halkına karşı uygulanan vahşet düzeyindeki katliamları saymakla bitirmek mümkün değildir.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin doğuşuyla birlikte, egemenlerin halkları ve özellikle Kürt halkını cezalandırma, sindirme ve yok etme aracı olarak kullandığı ateş tersine çevrilmiş; özgürlüğün, eşitliğin ve demokratik yaşamın inşasına dönüşmüştür. Tüm baskı ve zulme rağmen Kürt halkı, özgürlük mücadelesini sürdürerek ateşi yalnızca bir yıkım aracı değil, aynı zamanda direnişin ve umudun sembolü hâline getirmiştir. Egemenlerin zulüm aracı olarak kullandığı ateş, Kürt halkı için özgürlük ve yeniden doğuşun simgesi olan Newroz’la özdeşleşmiş; zalimlerin yakıp yok etmek için yaktığı ateşe karşı halkın direniş ve yeniden var olma ateşi alevlenmiştir. Ateş artık korkunun değil, cesaretin; boyun eğişin değil, başkaldırının; yok oluşun değil, yeniden varoluşun işareti olmuştur.
Amed Zindanı, insanlık dışı işkencelerin, zulmün ve direnişin iç içe geçtiği bir mekân olarak hafızalara kazınmıştır. 1982 yılında Mazlum Doğan, Newroz gecesinde üç kibrit çöpünü ateşleyerek karanlığın içine ışık düşürmüş, zulme karşı ilk kıvılcımı yakmıştır. Ardından Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner, zindanın taş duvarları içinde bedenlerini ateşe vererek teslimiyeti reddetmiş, direniş ateşini büyütmüşlerdir. Onların yaktığı ateş, sadece zindanın karanlığını değil, bir halkın özgürlük mücadelesini de aydınlatan bir meşale olmuştur. Bu eylemler, egemenlerin ateşi bir cezalandırma ve boyun eğdirme aracı olarak kullanma geleneğine karşı, ateşin direnişin, özgürlüğün ve yeniden doğuşun sembolüne dönüşmesini sağlamıştır. Amed Zindanı’ndaki bu fedakârlık, yalnızca bir başkaldırı değil, aynı zamanda halkların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde yol gösterici bir meşale olmuştur. Onların yaktığı ateş, zindanların ötesine taşarak bir halkın iradesini ve özgürlük umudunu alevlendirmiştir.
Rahşan Demirel, Zekiye Alkan, Viyan Soran, Ronahî ve Berîvan gibi kadın özgürlük savaşçıları, bedenlerini ateşe vererek Kürt halkının karanlık tarihine ışık oldular. Onlar, yalnızca bir halkın özgürlük mücadelesinin simgesi hâline gelmekle kalmadılar, aynı zamanda kadınların direniş ruhunu, iradesini ve özgürlük yolundaki kararlılığını da gösterdiler. Ateşi, yalnızca yakıp yok eden bir unsur olmaktan çıkarıp mücadeleyi büyüten, halkına özgürlük ve eşitlik yolunda ilham veren bir ışığa dönüştürdüler. Yoldaşlarıyla omuz omuza, büyük bir irade ve kararlılıkla direndiler; çelikten bir irade ve sarsılmaz bir inançla özgürlüğün ateşini yaktılar.
100’den fazla kahraman, uluslararası komployu, Kürt Halk Önderi’nin esaretini ve üzerindeki ağır tecridi protesto etmek için “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek bedenini ateşe verdi. İlk olarak 9 Ekim 1998’de Maraş Cezaevi’nde tutulan Mehmet Halit Oral’ın bedenini ateşe vermesiyle başlayan bu süreç, kısa sürede Kürdistan’ın dört parçası, Türkiye metropolleri, Avrupa, Rusya ve Kafkas ülkelerine yayıldı. 15 Şubat 1999’a kadar, 100’den fazla insan bedenini ateşe vererek, Kürt halkının özgürlük mücadelesini alevlendirdi. Sonraki yıllarda, komplonun yıl dönümleri veya İmralı’daki tecridin daha da ağırlaştığı zamanlarda, bedenini ateşe verme eylemleri devam etti. Bedenlerini ateşe veren bu kahramanlar, egemenlerin zulüm ateşine karşı özgürlük ateşiyle direnerek, halklarının onurunu ve özgürlüğünü yüceltmeye devam ettiler.
“Bedenini ateşe verme” eylemi, sadece bir protesto değil, büyük bir ideolojik ve ruhsal fedakârlığın, özgürlük bilincinin en ileri düzeyde tezahürü olmuştur. Direnişin Apocu fedai çizgisi, teslimiyete karşı zaferi temsil eden bir kararlılık ve inanç sistemi olarak halkın ruhuna işlemiştir. Bugün de bu direniş çizgisi, kadın ve erkek özgürlük savaşçılarının sarsılmaz iradesiyle büyümeye devam etmekte, Kürt halkının özgürlük mücadelesi hiçbir güç karşısında yenilmeyecek bir kararlılıkla sürmektedir.
Günlük hayatta "kendini yakmak" ve "bedenini ateşe vermek" kavramları benzer görülebilir; ancak Kürt özgürlük mücadelesinde bu iki kavram arasında derin bir fark vardır. Kendini yakmak, çoğu zaman bireysel bir çaresizlik veya umutsuzluğun bir sonucu olabilirken; bedenini ateşe vermek, bilinçli, örgütlü ve kolektif bir direnişin, büyük bir iradenin yansımasıdır. Bu fark, Apocu fedai çizgisinde şekillenen bir adanmışlık ve mutlak özgürlük inancıdır. Bu çizgi, iradenin en ileri aşaması olan feda bilincini esas alır; çünkü özgürlüğe ulaşmak için kendini aşmak, bireysel benliği halkın kolektif mücadelesiyle birleştirmek gerekir. Bu büyük direnişin felsefi özeti şudur: İnsan, anlamlı bir yaşamı seçtiğinde, kendi varlığını daha büyük bir ideale adayarak ölümsüzleşir. Bedenini ateşe verenler, sadece fiziki olarak değil, fikirleri ve mücadeleleriyle de halklarının yolunu aydınlatan meşaleler haline gelirler. Ateş, burada sadece bir yanma değil, hakikatin ve özgürlüğün aydınlatıcı gücü olarak yeniden doğuşun simgesidir. Zalimlerin yaktığı ateşi özgürlüğün ateşine çevirmek, her devrimci ruhun temel misyonudur.
Özgürlük, ancak ona ulaşmayı her şeyden üstün gören bir irade ile mümkündür. Ateşe dönüşen bedenler, yok oluşun değil, sonsuz bir direnişin simgesidir. Zulmün ve baskının karanlığını aydınlatan bu ateş, insanlığın en büyük erdemlerinden biri olan fedakârlıkla birleştiğinde, tarihin en güçlü devrimlerini yaratır. Unutulmamalıdır ki, gerçek özgürlük, onu en yüce değer olarak görenlerin iradesiyle kazanılır ve korunur.