Berlin Duvarları ve Duhok’taki konferans
Şemsettin ÖZER yazdı —
- Duhok’taki Ortadoğu Barış Forumu’na ev sahipliği yapan Kürtleri, “Bu, emperyalistlerin organizasyonudur” diyerek alaya alanlar, özünde bir egemenlik dilini tekrarlıyor.
İnsanlık tarihi, kesintisiz bir egemenlik arzusu etrafında örülmüş uzun bir hikâyedir. Bu arzu, yalnızca siyasi veya askeri bir talep değil; insanın kendini dünyaya “zorla kabul ettirme” çabasının tarihsel bir tezahürüdür. Arkaik dönemlerde inşa edilen devasa surlar, dağ başlarına dikilen kral heykelleri, görkemli saraylar ve merkezi otoritelerin ritüelleri… Tüm bunlar, insanın dış dünyaya hükmetme arzusunun maddi biçimleridir. Bu yapılar, ne kadar taş ve bronzdan yapılmış olsa da esasen zihinsel bir mimarinin ürünüdür: İnsan önce zihninde duvar örer, sonra onu dünyaya taş olarak diker.
Batı toplumlarının yüzyıllar süren iç savaşlardan aklın egemenliğine geçişi, modern düşüncenin en önemli kırılma noktalarından biridir. 1648 Westfalya Barışı, yalnızca bir diplomatik anlaşma değil; kralların ve kilise dogmasının mutlak iradesinden aklın kamusal otoritesine doğru gerçekleşen tarihsel bir sıçramaydı. Bu sıçrama, aynı zamanda yeni bir dengesizlik de yarattı; aklın kendisi, Doğu üzerinde yeni bir egemenlik aracına dönüştü. Ortadoğu ise kendi zihinsel duvarlarını aşamamanın yanı sıra bilimi, sanatı ve felsefeyi şeytanlaştırarak dincilik ile halk üzerinde, tam bir irtifak hakkı gibi ulaşılmaz duvarlar ördü. Dolayısıyla Ortadoğu’daki egemen devletler ve önderler, tıpkı birer çağdaş Hammurabi kanunları gibi, Kürtlerin ensesinde varlıklarını hep güncel tutarak korudular; böylece geleneğin kutsallığı ve ulusal-dini dogmaların mutlaklığı, düşüncenin özgürleşmesinin önüne set çekti.
Zihisel duvarların yıkılamaması
Berlin Duvarı da bu zihinsel mimarinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak insanlık hafızasına kazınmıştır. Soğuk Savaş’ın ruhu, iki dünyanın ideolojik çatışmasından ibaret değildi; asıl savaş, insanların kendi zihinlerinde inşa ettiği “öteki” duvarında yaşanıyordu. Tarih boyunca egemenlik nesneleri —kale, sınır taşı, imparatorluk mührü ya da duvar—gerçekte aynı şeyi anlatır; zihnin kendi içine kapanması. Bu yüzden insanlık çoğu kez maddi duvarları yıkmayı başarır fakat zihinsel olanları ancak çok sonra, çoğu zaman da utançla fark eder.
Soğuk Savaş kabalığının tekrarı
Bugün hâlâ Soğuk Savaş’ın ideolojik tortularını aşamayan, reel sosyalizmin eski dogmalarına sıkışmış bazı sol çevrelerin, Kürt Özgürlük Hareketi'ne acımasızca saldırması, bu durumun güncel bir örneğidir. Duhok’taki Ortadoğu Barış Forumu’na ev sahipliği yapan Kürtleri, “Bu, emperyalistlerin organizasyonudur” diyerek alaya almaları, özünde bir egemenlik dilinin tekrarından başka bir şey değildir. Kürt ekmeğini yiyen, kendini yurtsever diye tanıtan kimi gazeteciler ile YouTube yayıncılarının, “Mazlum Abdi ve İlham Ahmed’in foruma katılması, Türkiye ve Amerika’nın onayı olmadan KDP’nin özgür iradesi olamaz” sözleri ise zamanın ruhunu okuyamayan, özgürlük anlayışının diplomatik gerekliliklerini kavrayamayan ve en önemlisi, Kürt birliğinin tarihsel anlamına yabancı kesimlerin söylemleridir. Bu değerlendirmeler, Soğuk Savaş’ta kalmış kaba bir materyalizmin tekrarından ibarettir.
Kim organize etmiş olursa olsun
'Berlin Duvarı' bir taneydi ama egemen devletler Kürtlerin arasına dört 'Berlin Duvarı' çekmekle kalmadı, Kürt'ün zihnine de koca duvarlar ördü. Özgürlük felsefesi, bu duvarların bedelini ağır ödedi. Bugün Duhok Konferansı’nın ortaya çıkması ve Kürtlerin Ortadoğu’da barışa ve demokrasiye öncülük ediyor olması, tam da bu bedelin ve özgürlük paradigmasının bir sonucudur. Duhok’ta Kürtlerin bir araya gelmesi, Kürt Halk Önderi'nin geliştirdiği konfederal sistem projesinin doğal sonucudur. Bunu görmeyen; Önderlik düşmanlığıyla hareket eden, siyasal analizi modası geçmiş dogmalardan ibaret olan kesimler ise nesli tükenmiş kelaynaklar gibi çaresizce ortadan kaybolmanın acısını yaşamaktadır. Duhok Konferansı ve daha önceki Rojava'daki konferanslar, zamanın ruhuna uygun biçimde konfederal sistemin işlemesinin ilk pratik adımlarını temsil etmektedir. Kim organize etmiş olursa olsun bu sürecin mimarisi Kürt Halk Önderliğinin felsefesidir; devrimci paradigmanın ete kemiğe bürünmüş halidir.
Önemli bir dönüm noktasının işareti
Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve reel sosyalizmin çöküşü, sadece bir rejimin sonu değil, zihinsel bir yarılmanın görünür hale gelmesiydi. Yıkılan duvarın yerine özgürleştirici bir düşünsel yapı kurulamadığı için bu süreç, yarayı kapatan değil, açık bırakan bir kırılma olarak kaldı. Tam da böylesi tarihsel bir fon üzerinde, bugün Duhok’ta düzenlenen konferans, önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Kürt Özgürlük Hareketi'nin felsefesi, Ortadoğu’nun tabu haline gelmiş ulus-milliyetçilik duvarlarında bir gedik açmakla kalmadı; bu duvarların büyük bölümünü tarihin “eleştirel an”ında yıktı. Dün “Türk İstiklal Marşı’nı okumadığı” için aşağılanan, cezalandırılan Kürt çocuklarının hikâyesi; bugün Duhok salonlarında “Ey Reqîb” marşı çalındığında ayağa kalkan eski bir Türk Başbakanı’nın görüntüsünde, tarihin sembolik bir karşılığına dönüştü. Ahmet Davutoğlu’nun niyetini okumaya gerek yok fakat bu tavır, kişisel bir jestten çok, Özgürlük Hareketi'nin ulaştığı gerçekliğin bir göstergesi oldu. Halklara saygının, ortak insanlık değerlerinin ve tarihsel yüzleşme ihtiyacının artık daha açık biçimde kabul gördüğünün kanıtıdır. Aynı zamanda Kürt halkının uzun, ağır ve onurlu mücadelesinin yarattığı dönüşümün dışa vurumudur.
Asıl soru ise şu: Kürtler bu zihinsel Berlin Duvarı’nı nasıl aştı? Bu büyük kırılma, hangi tarihsel ve sosyolojik sürecin sonucudur? Bu soruya verilecek cevap, yalnızca Kürt tarihini anlamak için değil; Ortadoğu’nun gelecekteki özgürleşme imkânlarını kavramak için de belirleyicidir. Burada söz konusu olan, basit bir politik değişim değil; zihinlerin, değerlerin ve tarihsel tahayyüllerin köklü bir dönüşümüdür.
