Bir ailenin direnişi: 11 şehit verdiler, boyun eğmediler

Dosya Haberleri —

.

.

  • Sirsirik, Cizre’nin direnişiyle nam salmış köyü; Arslan ailesinin hikâyesi ise bu direnişin en önemli belgelerinden biri. 11 üyesini Kürt Özgürlük Mücadelesinde şehit veren aile, halen kavgasını sürdürüyor, boyun eğmiyor. 14’ünde işkence gören, hapsedilen ama mücadeleden kopmayan Lokman Arslan, “Mücadelesiz yaşam, eksik bir yaşamdır” diyor.

BARIŞ BALSEÇER

Botan, Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesinde efsane direnişler, direniş öncüleri ortaya çıkaran Kürdistan’ın önemli bölgelerinden. Botan dendiğinde Cizre’ye değinmeden geçmek de olmaz. Botan dağ ise Cizre de dağın özgür sularının yankısını bulduğu ovadır. Botan ve Cizre birbirinden ayrı ele alınamaz dolayısıyla. 
Lokman Arslan, doğup büyüdüğü Kürdistan’ın Cizre kentine bağlı Sirsirek köyünden 1995 yılında çıkıp Almanya’ya gelmiş biri. 49 yaşındaki Arslan, beş çocuk babası. Şu anda  Avrupa Şehit ve Kayıp Aileleri Kurumu (KOMAW) yönetiminde ve Güney Almanya KOMAW sözcülüğünü yürütüyor. 
Arslan ile Fransa’nın Strasbourg kentinde 9 yıldır sürdürülen “Öcalan’a Özgürlük Nöbeti” eyleminde tanıştık. Bir hafta sürecek nöbet eylemini devralan grupta yer alıyordu. Aile, Kürt Özgürlük Hareketinin 40 yılı aşan mücadelesinde 11 üyesini şehit vermiş; yine de yılmamış, geri çekilmemiş. 
Bugün hâlâ Özgürlük Hareketiyle yürümeye, harekete emek vermeye devam eden Lokman Arslan’la hem ailelerinin hikâyesini hem de şehit ailelerinin güncel gelişmelere ve Türk devletinin mezarlara saldırılarına ilişkin duruşunu konuştuk.

‘Köyümüzde direniş gelenektir’
Lokman Arslan, Cizre merkeze 10 km uzaklıkta bulunan Sirsirik köyünden. Köyü, direnişiyle nam salmış, bölgede saygı kazanmış. Bu direnişin miladı, PKK’nin efsanevi komutanı Mahsum Korkmaz’ın (Egîd) komutasında 15 Ağustos 1984’te startı verilen silahlı mücadele olmuş. “Köyümüzde direniş bir gelenektir” diyen Arslan’ın hayatı da bu hikâyenin bir parçası; bu, varlığını, gerçeğini tanıdıktan sonra işkencelere, sürgünlere, tutuklamalara göğüs germek zorunda kalan her Kürt’ün hikâyesi.
Arslan’ın çocukluğunu büyük savaşın içinde geçiriyor. Türk devleti köyleri yakıyor, Kürtleri ağır işkencelerden geçiriyor; diğer yandan ama zulme karşı direniş de her geçen gün büyüyor. Kürt Özgürlük Hareketine Arslan ailesinden katılan ilk kişiler, 1984 yılı sonlarında Adil Arslan (Baran) ve büyük kardeşi Kadriye Arslan oluyor. Bu katılımlar sonrasında aile, Türk devleti tarafından fişleniyor. 1985 yılının kış aylarında ise bütün köy, Türk devletine teslim olan bir ihanetçinin ihbarı sonucu gecenin bir vakti kuşatmaya alınıyor.

14’ünde işkence, mapusluk...
Askerler, çocuklar da dahil olmak üzere bütün köylüleri meydana toplayıp ağır işkencelerden geçiriyorlar. O dönemde 14 yaşında olan Lokman Arslan, çocuk olmasına rağmen tutuklanıyor. Cizre, Siirt ve Mardin’deki cezaevlerinde tam altmış gün boyunca işkence görüyor ve ardından Diyarbakır Zindanına konuluyor. Dört yıllık hapisliğin ardından ise serbest bırakılıyor.
Çocuk yaştaki bu tutuklamanın hedefi kuşkusuz, Lokman Arslan’ın boynunu daha o günden eğmek, korkutmaktı ama tahliyenin ardından o, mücadeleyle bağını koparmıyor. Türk devleti zulmünü ve katliamlarını artırıyor; Özgürlük Hareketi direnişi büyütüyor.

1989: Ailenin şehitler yılı
Ailenin tarihindeki en önemli anlardan biri, 1989 yılında yaşanıyor. PKK’nin önemli komutanlarından Adil Arslan’ın kardeşleri, askerler ve korucular tarafından köy meydanında infaz ediliyor. Aynı yıl içinde Lokman Arslan’ın amcalarından bir diğeri, Amed Cezaevinden tahliye edildiği gün kontralar tarafından cezaevi önünde katlediliyor. Bunun hemen ardından Arslan’ın kardeşi Kadriye Arslan’ın (Feride) şehadetinin haberi geliyor: Kadriye Arslan ve beş arkadaşı Hakkari’de Türk askerleriyle girdikleri çatışmada şehit düşüyorlar. Adil Arslan, aileye haberi ulaştırıyor. Şehit Feride’nin cenazesine ulaşılamıyor; halen de ulaşılabilmiş değil. Lokman Arslan, kardeşiyle ilgili şunları söylüyor: “Önderlik kendisine başarılarından dolayı bir kalem göndermişti. O kalem kendisine ulaşmadan şehit düştü.”

Son şehit Cizre direnişinde
PKK tarihinin büyük komutanlarından Adil Arslan (Baran), o dönem Şırnak Bölgesi Askeri Komutanı’dır ve Botan Eyalet Komitesindedir. Botan’da, 6 Ekim 1989 tarihinde Türk askerleriyle yaşanan üç günlük çatışma sonrasında yedi arkadaşıyla birlikte şehit düşer. Askerler, Şehit Baran’ın cenazesini Şırnak’a götürür. Lokman Arslan, mezarın yerini bildiklerini ama baskılardan dolayı halen köylerine taşıyamadıklarını ifade ediyor.
Aile, son şehitlerini ise Cizre’deki özyönetim direnişlerinde veriyor, onun cenazesine de hâlâ ulaşılabilmiş değil.

90’lar: Açlıktan öldürmek istediler
Doksanlı yıllara gelindiğinde devletin şiddeti, baskısı arşa ulaşmaya başlamıştır. Kürtler faili belli cinayetlerle ortadan kaldırılıyor, köyleri yakılarak sürgünlere yollanıyor, asit kuyuları ise Kürtlerin cesetleri ile taşmaya başlıyordu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in, “Ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” cümleleri sonrası Kürtlere yönelik soykırımın, yok etmenin fitili bir kez daha ateşlenmişti. 1991-1995 yılları arasında Kürdistan’da 3 bin köy ve mezra boşaltılmış, dönemin OHAL Valiliğinin ilgili meclis komisyonuna verdiği bilgiye göre 350 bin insan yaşadığı topraklardan sürgün edilmişti. Türkiye İnsan Hakları Vakfının verilerine göre ise bu dönemde 6 binden fazla kişi işkenceye maruz kalmış, gözaltında kaybedilmiş ve faili meçhul (!) cinayete kurban gitmişti. Arslan ailesi de bu yıllarda büyük baskılarla karşı karşıya kalır. İşkence, sürgün ve baskının dozu giderek artar.
1994 yılının Nisan ayında köyleri tekrar askerler tarafından basılır. Gerillanın Lokman Arslan’ın evinde olduğu ihbarı yapılmıştır. Köy sakinleri tekrar meydanda toplanır ve işkenceden geçirilirler. Lokman Arslan’ın evi bombalarla havaya uçurulur. Evlerinin etrafındaki dört ev ise yakılır. Yakılan köy, üç ay boyunca kuşatma altında kalır. Lokman Arslan, “Gerillanın ve benim köyde gizlendiğimizi düşündüler. Kuşatmayla açlıktan ölmemiz amaçlanmıştı” diye anlatıyor.
Evleri yakılıp yıkılıp köyleri zorla boşaltıldıktan sonra Arslan ailesi göç etmek zorunda kalır. Lokman Arslan, o dönemde yurtdışına çıkmıştır. Geride kalan ailenin yaşam şartları ise gittikçe zorlaşır.

Korucu köyü: Çıkın, yoksa köy yakılır
Türk devleti o dönem bütün köylere korucu olmaları yönünde baskılarını giderek arttırır. Lokman Arslan, komşu köylerin hemen hemen tümünün koruculuğu kabul ettiğini belirtiyor. Arslan ailesinde erkek birey kalmamıştır artık. Anne ve kız kardeşi, beraberindeki çocuklarla, çoğunluğu akrabaları ve yarısı korucu olan başka bir köye yerleşir. İki aylık süre sonunda köylüler anne ve kız kardeşinin köyden çıkmasını isterler; ailesi yüzünden köylerinin de yakılacağını söylerler. Anne ailelerinde erkek kalmadığını, sadece kadınların kaldığını köylülere anlatsa da sonuç alınamaz. Köylüler, “Siz ailece PKK’lisiniz, devlet sizi biliyor. Köyde olduğunuz bilinse kesin köyümüz yakılır” demişler. Bunun üzerine aile bireyleri, köyden göç etmek zorunda kalır; boşaltılan köylerine ise devlet tarafından korucular yerleştirilmiştir.  

Devlet, bir ailenin peşinde...
Taşındıkları üç köyde de Arslan ailesi, aynı sorunlarla karşılaşır. Devlet ailenin peşindedir. Arslan ailesi başta Cizre kent merkezi olmak üzere, başka başka kentlere dağılmak zorunda kalır. Lokman Arslan, zor günlerin ‘95 yılının sonlarına kadar devam ettiğini ifade ediyor. 
Bu dönemde iki yeğeni gerilladadır. Köyleri yakıldıktan sonra aileden üç kişi daha gerilla saflarına katılır. Lokman Arslan, “Devlet bize ‘Ya dağa çıkacaksınız ya da burada size yaşam hakkı tanımıyoruz’ diyordu, dolayısıyla Avrupa’ya keyfi durumdan gelmedik” diyor.  
Aileden yurtdışına çıkan ikinci kişi olduğunu ifade eden Lokman Arslan, o dönem yakalanması durumunda hayatta kalma ihtimalinin olmayacağını dile getiriyor. Avrupa’ya geldiğinde doğup büyüdüğü topraklardan, köklerinden, insanlarından kopmanın ağrılarını yaşadığını dile getiren Lokman Aslan, bir zaman sonrasında ise çocuklarını ve ailesini yanına aldığını belirtiyor.
 
‘Mücadelesiz yaşam eksik yaşamdır’
Lokman Arslan, Avrupa’ya geldikten kısa bir süre sonra ise Kürt toplumuyla iletişime geçiyor ve kurumlarda çalışmalara katılıyor. Nefes alacakları yerin mücadele alanları olduğunu bildiğini dile getiren Arslan, kurumlarda dertlerini, yaşadıklarını paylaşacak insanları bulduklarını ifade ediyor ve ekliyor: “Acılarımızla ortaklaşanlar, aynı acıları yaşayan kendi halkımızdı çünkü. Mücadele yaşamının bir parçasıydık. Oradan uzak durmak, eksik yaşam anlamına geliyordu. Mücadele bir yaşamdı çünkü.” 

‘Kurumlarımız hafızamızı taşıyor’
Yurtdışına geldiklerinde çocuklarının küçük olduğunu ve olup bitene anlam vermekte zorlandıklarını aktaran Arslan, devam ediyor: “Biz buradaydık, olan biten ise Kürdistan’da. Zaman geçti, çoçuklarımız büyüdü. Kurumlarımızın hafızamızı taşıyan yerler olduğunu anladılar. Çocuklarımız davamızın haklılığını biliyorlar.”  
Arslan ailesi, 40 yılı aşan Kürt Özgürlük mücadelesinde bedeller vermiş ama tek bir geri adım atmamış. Bütün bu yaşananlar karşısında aile, mücadeleye dört elle sarılmış. Lokman Arslan, mücadelenin ilk yıllarında aile bireylerinin gerillaya katılımı ve şehadetleri sonrasında yalnız olduklarını düşündüklerini ifade ediyor. “Her katılım sonrası dışlanıyorduk” diyen Arslan, ekliyor: “İtiraf etmeliyim ki 90’lı yıllardan önce ‘Başımıza neden bunlar geldi’ diye sorduğumuz anlar da oluyordu.”

‘Başlarını taşa koyanların
mücadelesinin parçasıyız’
Arslan, mücadeleye katılan her insanın kendilerine bir tarih, bir miras bıraktıklarını sonradan anladıklarını ve onların irade ve mücadelesini kavradıkça gurur duyduklarını dile getiriyor. “Her düşenin acısını elbette yaşadık, yaşadım ama onların kahramanlığına, kavgasına sahip çıkarak aslında onlara değer vereceğimizi öğrendik” diyen Arslan, devam ediyor: “Başlarını taşa koyup uyuyan binlerin mücadelesinin parçası olmak gerekiyordu.”
Botan’da hemen hemen herkesin özgürlük için bir bedel ödediğini, ödemeye devam ettiğini kelimelere döken Lokman, büyük bir amaç için büyük bedellerin ödendiğini vurguluyor.
Lokman Arslan, Kürt halkının dili yasaklanan, asimile edilip yok edilen, köyleri, kentleri yıkılıp yakılan, katledilen, doğası her gün yok edilen bir halk olduğunu ve verilen mücadelenin bütün bu haksızlığı görüp mücadele dışında bir seçenek bırakılmayan insanlarımızın mücadelesi olduğunu vurguluyor.

‘Sistem zihnimi parçaladı,
mücadele sağalttı’
Türk devlet sisteminin sömürgecilik anlayışının Kürt halkının her şeyini elinden almaya çalıştığını dile getiren Lokman Arslan, mülteciliğin de bu çerçevede ele alınması gerektiğini ifade ediyor: “Sistem zihnimizi parçaladıkça, mücadele edenler onu bir arada tuttu. Bana göre mücadelenin önemi de buradadır. Binlerce insanımız boş yere gitmedi, boş yere canlarını feda etmediler. Haklı olduğumuz için, bu dava haklı bir dava olduğu için kazanacağız. Yeniden ölmemek için hepimiz bu mücadeleye sarılmalıyız.”
Lokman Arslan’a şehitlerin bıraktığı mirasının önemini soruyorum. Arslan, şehitlerin bıraktığı en önemli şeylerden birinin Kürtlük bilinci olduğunu dile getiriyor ve ekliyor: “Şehitlerimiz bize, bu mirasın verilen bedellerle sağlandığını hatırlatıyor.” 
Kürdistan’da onlarca isyan ve onlarca katliamın yaşandığını hatırlatan Arslan, serhildanların öncülerinin Kürt tarihine işlendiğini belirtiyor ve devam ediyor: “Kürtlerin en büyük ve şu an için son serhildanı olan PKK’de yer alıp şehit düşen arkadaşları daha farklı değerlendiriyorum. PKK’ye katılan her insanımız bir öncüdür. Dört parça Kürdistan’dan bu mücadeleye katılanlar, işgal ve sömürüye karşı ortak bir bilincin ortaya çıktığını da bize göstermiş oldular. Dolayısıyla Kürdistan’ın dört parçasında yaşayan her onurlu Kürt’ün şehitlerini sahiplenmesi, bize gurur veriyor. Mücadeleye katılan her bir genç, geride kalan onurlu Kürtler için şehit düşüyor.”

‘Kemiklerimizden korkuyorlar’

Lokman Arslan’a, Türk devletinin gerilla mezarlıklarına yönelik saldırılarını ve Kilyos kaldırımlarına gömdüğü cenazeleri, posta kutusu ile annesine gönderilen cenazeyi hatırlatıyorum. 
Arslan, bu uygulamaların Osmanlı’dan bu yana sürdürüldüğüne dikkat çekip devam ediyor: “Anlaşılıyor ki şehitlerimizin kemiklerinden de korkuyorlar. Mezar taşlarına yazılmış her bir şehit ismi, düşmanın korkusu oluyor; çünkü her bir isim, aynı zamanda Kürt halkının mücadele tarihi bilincini, mücadele hafızasını oluşturuyor. Şunu net bir biçimde söylüyorum: Bu korku, onların sonunu getirecek.”
Şêx Said’in ve Seyid Rıza’nın mezar yerlerinin de halen bilinmediğini hatırlatan Arslan, “Peki olan nedir?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Bu barbarlık, sadece mücadele azmimizi yükseltti. Mezarlıklara yapılan saldırıları elbette hiçbir Kürt kabul etmiyor. Biz elbette onlara benzemeyeceğiz, böyle bir kültürümüz yok. Bir insan öldükten sonra onun mezarına saldırmak insani değil. Bizde bir söz var: ‘Yılanı öldürürsün ama dostça gömersin.’ Kürtler böyle bir ahlaktan geliyor. Biz, insanlıktan nasibini almış bir halkız.”
Hiçbir halkın kültürüne, mirasına, mezarlarına saldırının kabul edilemeyeceğini ve bunu nefretle kınadıklarını belirten Arslan, “Mesele Kürt olunca tüm barbarlıkları ortaya çıkıyor” diyor ve devam ediyor: “Bir anneye oğlunun cenazesini kargo ile göndermeye ne diyebiliriz? Vahşilik desek bile eksik kalır. Bu nasıl bir devlettir, nasıl bir halktır? Buna Türk halkının da tepki vermesi gerekiyor, bunu kabul etmemesi gerekiyor. Devletiniz nasıl bir insanın cenazesini annesine kargo ile gönderebilir? Türklerin kendi devletlerini sorgulaması, ‘Vicdanımızı öldürüyorsunuz’ demesi gerekiyor. Türk devleti, insanlık değerlerini yok ederek kendi toplumunu da çürütüyor. Vicdanını yitirmiş bir toplum, kaybetmişti. Bir devlet de bir halkı, cenazelerini kargo ile göndererek korkutmaya, yıldırmaya çalışıyorsa, zaten kaybetmiştir.”

‘Önderliksiz barışın imkanı yok’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması amacıyla 25 Haziran 2012 tarihinden beri Fransa’nın Strasbourg kentinde devam eden eylemde bir haftalık nöbeti devralan Şehit Aileleri Komitesi adına konuşan Lokman Arslan, Türk devletinin önündeki tek seçeneğin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek olduğunu, çözümün anahtarının İmralı’da olduğunu belirtiyor: “Önderliğimiz yaşamını kaybederse Türkiye’de bir barışın sağlanması mümkün değildir. Kürt halkı, böyle bir barışı asla kabul etmeyecek. Önder Apo’nun Kürtler için önemi tartışılmazdır ama Türk devleti, kendileri için olan önemini hâlâ göremiyor.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.