Bitkilerin zihni var mı?

Toplum/Yaşam Haberleri —

Bitkiler/ foto: AFP

Bitkiler/ foto: AFP

  • “Bir çiçeğin güneşe yönelerek açması, onun yalnızca ışığa tepki vermesi değil; aynı zamanda “güneşi özlemesi” ve kendini yeniden ifade etme arzusu olarak yorumlanabilir.”
  • “Bitkilerin birbirleriyle kimlik tanıma, tehlike sinyalleri gönderme ya da çevreye uyum sağlama gibi yetenekleri, onların mekanik varlıklar olmaktan ziyade bilinç benzeri durumlar yaşadığını düşündürmektedir.”

RACHAEL PETERSEN / Çeviri: TİJDA YAĞMUR

Geleneksel bilim, hayvanların zihinsel ve duygusal kapasitesini uzun süredir tartışırken, bitkiler genellikle “düşünme” ya da “hissetme” gibi kavramlarla ilişkilendirilmez. Fakat 19. yüzyılın ortalarında Gustav Fechner, bitkilerin de ruhani bir iç dünyaya sahip olduğunu ileri sürerek “bitki ruhu” kavramını ortaya atmıştır. Fechner, bitkilerin yalnızca mekanik tepkiler veren varlıklar olmadığını; onların yavaş, ince fakat zengin bir içsel deneyime sahip olabileceğini savunmuştur. Bu düşünce, günümüzde bitki sinirbilimi ve panpsişizm gibi yaklaşımlarla yeniden ele alınarak, bitkilerin çevresel uyaranları algılama ve onlara yanıt verme biçimlerine dair yeni bilimsel verilerle desteklenmektedir.

Gustav Fechner ve bitki ruhu anlayışı

Fechner, gençliğinde tıbba yönelip mekanik doğa görüşünü benimsediği dönemi geride bırakıp, evreni açıklayacak daha bütünsel bir doğa felsefesine sığınmıştır. Ona göre ruh, sadece hayvanlara özgü bir özellik değil; bitkiler gibi daha durağan varlıklarda da mevcut olan içsel bir aydınlıktır. Fechner, bitkilerin dış görünüş ve davranışlarından yola çıkarak, onların “içsel hayat”larına dair ipuçları görebileceğimizi öne sürer. Örneğin, bir çiçeğin güneşe yönelerek açması, onun yalnızca ışığa tepki vermesi değil; aynı zamanda “güneşi özlemesi” ve kendini yeniden ifade etme arzusu olarak yorumlanabilir. Fechner, bitkilerin sinir sistemi yerine işlev gören farklı bir iletim ağına sahip olduğunu, bu ağın bitkinin çevresel uyaranlara karşı tepkilerini düzenleyebileceğini savunur. Böylece, hem yapısal farklılıklar hem de davranışsal benzerlikler göz önüne alındığında, bitkilerin de kendi iç dünyalarına sahip olması mümkündür.

Bitki sinirbilimi ve modern yaklaşımlar

20. yüzyılın sonlarından itibaren, bitkilerin çevreleriyle olan etkileşimlerine dair yapılan araştırmalar, Fechner’ın öngördüğü bazı temel noktaları destekler niteliktedir. 2006’da ortaya atılan “bitki sinirbilimi” terimi, bitkilerin çevresel uyarıları algılama ve buna entegre yanıtlar verme süreçlerini incelemektedir. Bilim insanları, bitkilerin moleküler düzeyde iletişim kurduğunu, hafıza benzeri süreçler geliştirdiğini ve hatta “öğrenme” kapasitelerinin olduğunu ileri sürmektedir. Bu araştırmalar, bitkilerin yalnızca pasif tepkiler vermediğini; aksine adaptif, esnek ve gelecek odaklı davranışlar sergileyebildiğini ortaya koyar. Bitkilerin birbirleriyle kimlik tanıma, tehlike sinyalleri gönderme ya da çevreye uyum sağlama gibi yetenekleri, onların mekanik varlıklar olmaktan ziyade bilinç benzeri durumlar yaşadığını düşündürmektedir. Bu durum, bitki bilincinin ve içsel deneyimlerinin tamamen reddedilemeyecek kadar somut ipuçları taşıdığına işaret eder.

Zihin, ruh ve bilinç

Fechner’ın görüşleri, dönemin egemen mekanik doğa anlayışına zıt bir alternatif sunar. René Descartes’ın hayvanları “otomata” olarak görüp zihinsel yaşamı yalnızca insana özgü sayması, Fechner’ın bitkilerde de ruh olduğunu savunmasıyla tezat oluşturur. Fechner, insanın kendi dış görünüş ve davranışlarından yola çıkarak başkalarının zihinsel dünyalarına dair varsayımlarda bulunması ilkesini bitkiler için de geçerli kılmaya çalışır. Modern felsefecilerden Peter Godfrey-Smith, deneysel kanıtlara dayanarak hayvanların (örneğin ahtapotlar, köpekler, arılar) duyusal deneyimlerinin var olduğunu savunurken, benzer argümanları bitkilere de uygulamaya çalışır. Bilimsel deneyler, bitkilerin “nöron”lardan yoksun olmasına rağmen farklı yapılar aracılığıyla çevresel verileri işleyebildiğini gösterir. Bu durum, bilinç kavramının yalnızca sinir sistemiyle sınırlı olmadığını; her varlığın kendine özgü bir deneyim alanı olabileceğini ima eder.

Bitkilerin içsel dünyası

Fechner’ın en çarpıcı özelliklerinden biri, analojik düşünceyi* kullanarak varlıklar arasında benzerlikler kurmasıdır. İnsanların, birbirlerinin dış görünüş, davranış ve iletişim biçimlerinden yola çıkarak zihinlerine dair varsayımlarda bulunması gibi, bitkilerin de yavaş ama sürekli tepkileri üzerinden onların içsel dünyaları hakkında çıkarımlar yapılabileceği öne sürülür. Bitkiler, ses ya da kelimelerle iletişim kurmasa da, renk, koku, dokunuş ve hareket gibi sinyallerle “sessiz konuşmalar” gerçekleştirirler. Bir çiçeğin açma, yaprak dökme, güneşe yönelme gibi tepkileri, aslında onun içsel durumunun bir dışavurumudur. Bu anlamda, bitkilerin “konuşamaması”, onların iç dünyalarının zenginliğini azaltmaz; aksine, farklı bir iletişim biçiminin ifadesidir. Analojik yaklaşım, bitkiler ve insanlar arasındaki varoluşsal benzerliklere işaret ederek, her iki grubun da çevreleriyle etkileşim içinde kendi benzersiz yaşam deneyimlerini sergilediğini savunur.

İnsan-bitki ilişkisi

Bitkilerin bilinç ve duygu sahibi olabileceği fikri, insan-doğa ilişkisinde derin sonuçlar doğurur. Fechner’ın “bitki körlüğü” olarak adlandırdığı durum, insanların bitkilerin içsel dünyalarını fark edememesine işaret eder. Modern toplumda doğa, genellikle sadece tüketilen bir kaynak olarak görülür; bu bakış açısı, bitkilerin zengin içsel yaşamını göz ardı eder. Endüstriyel tarım, ormansızlaşma ve ekosistemlerin tahrip edilmesi, doğanın dengesini bozarken, bitkilerin bilinç sahibi olabileceği düşüncesi, doğayla kurulan ilişkinin etik boyutunu yeniden sorgulatır. Eğer bitkilerin de içsel yaşamları varsa, onların yaşam haklarına ve korunmasına yönelik politikalar geliştirmek, ekolojik sürdürülebilirlik açısından büyük önem taşır. İnsan-doğa ilişkisinde, yalnızca ekonomik çıkarların değil, doğanın kendi içindeki yaşam zenginliğinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Bitkilerin düşünebilme ve hissedebilme olasılığı

Fechner’ın bitki ruhuna dair öngörüleri, geleneksel mekanik evren anlayışına meydan okuyan, yenilikçi ve cesur bir bakış açısı sunar. Bitkilerin yalnızca mekanik tepkiler veren varlıklar olmadığını, onların çevresel uyaranlara karşı adaptif ve öğrenmeye açık tepkiler sergileyebileceğini gösteren modern bilimsel çalışmalar, bu görüşü desteklemektedir. Sinir sisteminden yoksun olmalarına rağmen, bitkiler çevreleriyle olan etkileşimleri sayesinde kendilerine has bir “zihin” veya “ruh” barındırıyor olabilirler. Bu durum, bilinç kavramının sinirsel yapıların ötesinde, daha kapsayıcı bir varlık anlayışını gerektirdiğini ortaya koyar.

İnsanların doğayla kurduğu ilişki, bitkilerin içsel dünyalarını da hesaba katan daha bütünsel bir perspektife ihtiyaç duyar. Doğayı yalnızca maddi bir kaynak olarak görmek yerine, onun yaşayan, hisseden ve çevresiyle etkileşim içinde olan bir bütün olarak kabul edilmesi, ekolojik krizlere karşı daha duyarlı politikaların geliştirilmesine katkı sağlar. Bitkilerin duyusal deneyimlerinin, diğer canlılarla paylaştığımız yaşam biçimleriyle benzerlik taşıması, insanın doğayla olan bağını yeniden gözden geçirmesine olanak tanır. Bu anlamda, bitkilerin “düşünmesi” ya da “hissetmesi” kavramı, evrensel bir yaşam anlayışını savunan, etik ve ekolojik sorumluluklarımızı hatırlatan önemli bir tartışma alanı sunar.

(*) Benzerlik veya kıyas yoluyla iki şey arasındaki ortak özellikleri ortaya koyan, benzerlik taşıyan anlamına gelir. Yani, bir şey başka bir şeye benzer ya da kıyaslanabilir olduğunda, onun "analojik" özellikleri vardır. Örneğin, "analojik düşünme" deyimi, farklı durumlar arasındaki benzerlikleri bularak, bir durum hakkında çıkarım yapmayı ifade eder.

Kaynak: https://aeon.co

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.