Bugünün işgaline 2007’den bakmak

Meral ÇİÇEK yazdı —

  • Tarih elbette ki tekerrürden ibaret değil. Ancak bugünü anlamak açısından geçmiş olayları hatırlamak faydalı olabilir. 2007-8 sürecini anımsamak da, TC’nin hem 15 Haziran’da Başûr’a yönelik başlattığı hava ve işgal saldırılarında ABD rolünü daha net görmeyi sağlayabilir.

Haziran 2007’da, o dönemki TC Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, verdiği bir röportajda Irak hükümeti veya ABD güçlerinin Başûr’da PKK’ye karşı harekete geçmemesi durumunda askeri operasyon başlatacakları ‘uyarısında’ bulundu. O dönem Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt, bir yandan sınırötesi operasyon için AKP’nin siyasi karar alması gerektiğini sürekli tekrarlarken, ABD’yi ise neredeyse PKK’ye destek sunmakla suçluyordu. Yani TC bir an önce Başûr’a operasyon yapmak istiyor da sanki Washington engel oluyormuş. Tıpkı ABD’nin bugün, TC’nin Rojava’ya yönelik operasyonlarına engel olması (!) gibi.


Oysa Oremar eyleminden hemen sonra, PKK’ye karşı kurulan üçlü mekanizmanın canlandırılması gerektiğini söyleyen, dönemin ABD ve İngiltere dışişleri bakanları idi. Washington’da İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband ile bir araya gelen Condoleeza Rice, görüşme sonrası basına yaptıkları açıklamada ‘PKK ile mücadele için oluşturulan, ancak şimdiye kadar işlerlik kazanmayan üçlü mekanizma çerçevesinde Türk, ABD ve Irak dışişleri bakanlarının, Kasım başında İstanbul’da biraraya gelmesini önerdi.’


2-3 Kasım 2007’de İstanbul’da düzenlenen Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı’ndan hemen sonra dönemin TC Başbakanı Erdoğan Washington’a gidip ABD Başkanı Bush ile görüştü. Burada Erdoğan’a ABD’nin kendilerine istihbarat paylaşımında bulunacağı, PKK’ye yönelik sınırlı askeri operasyonlara destek sunulacağı ve Kürdistan Bölge Hükümeti üzerinde baskı uygulanacağı söylendi. Bush’un talimatı çerçevesinde ABD ordusu 15 Kasım’da, günlük temelde TC’ye istihbarat vermeye başladı. ABD Aralık ayında ise kontrolündeki Irak hava sahasını Türk savaş uçaklarına açtı ve TC’nin Başûrê Kurdistan’daki hava saldırıları böylece başlamış oldu. Washington bir yandan TC’nin Medya Savunma Alanlarına yönelik kara ve hava saldırılarına her türlü desteği sunarken, bir yandan ise ‘Kürt sorununun barışçı çözümü için’ çağrılar yapmayı da ihmal etmedi.


Sonraki süreçte Ankara-Bağdat-Hewlêr hattında da ilginç gelişmeler yaşandı. Türk devlet temsilcileri o zamana kadar Kürdistan Bölge Hükümetini tanımayıp, oldukça düşmanca bir dil kullanırken 1 Mayıs 2008’de, o dönem dışişlerinde baş danışman olan Ahmet Davutoğlu ve Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik Bağdat’ta dönemin Kürdistan Bölge Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüştü. Bir hafta sonra ise Abdullah Gül, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’yi Ankara’ya davet etti. Erdoğan ise 10 Temmuz’da Bağdat’a resmi ziyaret gerçekleştirerek 18 yıldan sonra Irak’a giden ilk Türk başbakanı oldu. Ekim 2009’da tekrar Bağdat’a gitti. Gül de Mart 2009’da, 33 yıldan sonra Irak’a giden ilk Türk Cumhurbaşkanı olarak burada hem Celal Talabani hem de Neçirvan Barzani ile görüştü.


Bir yanda Türkiye ile Irak bir yanda da Türkiye ile Başûr arasındaki bu yakınlaşmayı sağlayan, ABD ve İngiltere oldu. Yukarıda sözü edilen ABD-İngiltere dışişleri bakanları görüşmesinden sonra C.Rice ‘PKK sorununun’ çözümü için ABD’nin, Türkiye ve Irak ile çalışmaya kararlı olduğunu kaydetti. İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband da sorunun çözümüne ilişkin Bağdat hükümetinin ve Bölgesel Kürt yönetiminin kilit olduğunu ifade etti.


O dönem açısından hatırlanması gereken önemli bir ayrıntı ise Kerkük meselesi. Irak Anayasası’nın 140. maddesi kapsamında Kerkük’ün statüsünün belirlenmesi amacıyla referandumun 15 Kasım 2007’de yapılması öngörülüyordu. Türk devletinin tehditkâr bir dille karşı çıktığı referandum önce 6 aylığına ertelendi, ardından bir daha da tarihi belirlenmedi. O dönem BBC’nin konuya ilişkin röportaj yaptığı Uluslararası Kriz Grubu Ortadoğu Direktörü Joost Hiltermann, “Bu aynı zamanda ABD’nin Türk ordusuna Irak havasını kullandırması ile de aynı zamana denk geliyor. Size göre Iraklı Kürtlerle Amerikalılar arasında süregiden pazarlığın bir parçası olarak görülebilir mi bu durum?” sorusuna şu şekilde yanıt vermişti: “Evet, tüm bu konular birbiriyle bağlantılı. Petrol konusu, Kerkük meselesi, Kuzey Irak’taki PKK konusu günbegün birbirine bağlantılı görünmeyebilir ama değişik siyasi oyuncular arasında siyaseten birbirine bağlantılıdır.”


Tarih elbette ki tekerrürden ibaret değil. Aynı şekilde tarihi belirleyen dinamikler de sabit değil. Ancak bugünü anlamak açısından geçmiş olayları hatırlamak faydalı olabilir. 2007-8 sürecini anımsamak da, TC’nin hem 15 Haziran’da Başûr’a yönelik başlattığı hava ve işgal saldırıları hem de Rojava ve Kuzeydoğu Suriye’ye karşı işgal planlarındaki ABD rolünü daha net görmeyi sağlayabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.