Daha kötüsü geliyor

  • Türk ekonomisindeki çöküşe işaret eden eleştirel iktisatçı Mustafa Sönmez, ”Alınan önlemler sadece geçici olarak ateşi düşürür ama bu soğuma beraberinde başka tür problemleri yaratacak; altından kalkılması ve geri dönüşü zor sonuçlara neden olacak” dedi.

 

ZABEL MİRKAN / İSTANBUL

Rezervlerin eksilere düşmesi, cari dengenin 16 milyar 720 milyon dolar açık vermesi, dış ticaret açığının 23,9 milyar dolara ulaşması, vadesi gelen dış borç stokunun 123,5 milyar dolara dayanması; TL’deki düşüşü, işsizlikteki yükselişi sürdürecek. Yurttaşların alım gücünün günden güne düşmesi artık işin içinden çıkılamaz boyuta geldiğini somut olarak gösteriyor. Süpermarketlerde, şu an bebek maması, peynir gibi temel besin maddeleri kilitle koruma altına alınmış durumda. 200 lira gibi bir parayla alınacak gıda ve temizlik malzemeleri sınırlı, dört kişilik bir aile için ise bu banknot neredeyse yok hükmünde. Bu gelişmeler ışığında, ekonomide neler olup bittiğini Mustafa Sönmez’e sorduk.

 

Hazine ve Maliye Bakanı’nın ‘Ekonomimiz yükseliyor’ dediği gün Euro 8 lirayı geçti, altın fırladı. Bu ‘yükseliş‘ ne kadar engellenebilir?

Dolar şimdilik 7.30 civarında, Cuma günü bu rakamı gördü. Merkez Bankası, dolara olan ilgiyi azaltmak için Türk Lirası tarafında bazı düzenlemeler yapmak istedi ki dövize bu kadar talep olmasın. Talep yükseldiği için döviz fiyatı bu kadar artıyor. Talebi yükselten üç dinamik var:

* İthalat; ekonomi içeride ısındığı için ithalat artıyor.

* Borçla; vadesi gelen borçları ödemek için dövize talep artıyor.

* Yurt içindeki döviz; yurt içindeki yurttaşlar TL olarak değil de paralarını dövizde korumak istiyorlar.

Gidişata dur diyebilmeleri için bunun yatıştırılması ve insanların dövizden vazgeçirilmesi gerekiyor. Borçlardan vazgeçemiyor, çünkü zamanında ödenmesi gerekiyor. İthalatı yavaşlatmak için ise Merkez Bankası en son, ekonomiyi biraz olsun soğutacak, kredi taleplerini çok az da olsa azaltacak bir düzenleme yaptı. Bunun sonucunu bekleyecekler. Yurttaşların dövize talebini azaltmak için de Merkez Bankası’nın mevduat faizlerini artırması lazım. O cephede henüz gözle görülür bir mevduat faiz artışı yok. Mevduatların yüzde 55’ine yakını dövizde bulunuyor. O nedenle burada bir gevşeme henüz söz konusu değil. Bu alınan tedbir de keza, çok etkili olmuş görünmüyor. Hepimizin takip ettiği, doğrudan alım gücüne yansıdığı gibi dövizde, geçen haftaki coşkulu yükselişin ardından bir düşüş yaşandı ama bu hafta yine artış var. Dolayısıyla dişe dokunur bir önlem aldıklarını söylemek mümkün değil. Bir yanıyla da döviz konusunda, durdurulamaz bir boyuta geldiler. Alınan tedbirler ve önlemler ancak geçici olabiliyor.

 

Salgın ve 2008 krizini karşılaştırdığımızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

Sonuçları itibarıyla ikisi de ekonomik kriz ama dinamikleri son derece farklı. Yıkımı ve tahribat gücü, 2008’den daha güçlü. Dünya ekonomisini daha çok sarsacak gibi görünüyor. Türkiye krizini ise 2018’den başlatmak lazım. Hatırlayalım; 2018’deki dalgalanma yine böyle bir döviz türbülansıyla başlamıştı. Ekonomi küçüldü ve 2019’da da bu küçülme devam etti. Ardından ekonomiyi ısıtmak için faizleri düşürüp dövizin fiyatını düşük tutmaya çalışarak bir politika geliştirdiler. Kamu bankaları üzerinden kredi musluklarını açtılar. İnsanlara konut ve otomotiv alabilecekleri oldukça cazip koşullarda kredi dağıttılar fakat ekonomi önlenemez bir biçimde ısındı ve haliyle dövize talep arttı. Türkiye açısından, ithalatın da etkisiyle bu önlemler zinciri de kazanımla sonuçlanmadı. Şimdi yine iki aylık bir ısınma denemesinin sonunda ekonomiyi yine soğutmak zorunda kaldılar. Soğutma dediğimiz de zaten var olan işsizliğin daha da artması, insanların daha da yoksullaşması anlamına geliyor. Koşullar ortada, daha kötüsünün beklendiğini görmek halk açısından üzücü bir durum.

 

Fransa’nın Libya nedeniyle Türkiye’ye yaptırım istemesi, Yunanistan’ın boykot çağrısı gibi siyasi gelişmeler ekonomiyi nasıl etkiliyor?

Bu gelişmeler tabi ki son derece etkili ve adım atılırken kırk kez düşünülmesi gereken şeyler. Şöyle ki; Türkiye’nin ekonomik riskleri zaten var, bir de bu siyasi riskler var. Bu tür politik gelişmelerin, Türkiye’nin risk primini yükselten hamleler olduğunu biliyoruz. Türkiye şu anda emsal ülkeler içinde açık ara ilk sırada yer alıyor. Dolayısıyla bu tip politik gerilimler riski daha da arttırıyor. Riskin artması şu demek; yabancı yatırımcılar sizden daha çok uzaklaşacak ve yatırım yapmaktan kaçınacaklar. Bu da Türkiye’nin nefes borusunun kesilmesi anlamına geliyor.

 

Faiz arttırma hamlesi; Türkiye için bir tampon oluşturur ya da bir ilaç olur mu, bunun olumsuz etkileri ekonomiye nasıl yansır?

Türk Lirası faizlerini arttırdığınız zaman insanlar dövizlerini bozdurup Türk Lirası’na geçerler fakat faizler yükseleceği için bu faizleri kullanmak konusunda geri çekilirler. Dövizin yüksek olması kadar Türk Lirası’nın faizinin yüksek olması da bir problem. Her halükarda böyle bir önlem olarak gündeme getirecekleri şey sadece ateşi düşürür ama bu soğuma beraberinde başka tür problemleri yaratacaktır. İşsizliği katılaştırmak, gelir dağılımının daha da eşitsiz hale gelmesi gibi altından kalkılması ve geri dönüşü zor sonuçlara neden olacaktır.

 

Süpermarketlerde görüyoruz, örneğin peynir gibi temel besin maddeleri çalınmasın diye kilit altına alınmış durumda. Yakın gelecekte Türkiye ekonomisinin düzeleceğini düşünüyor musunuz?

Düzelmeden ne kast ettiğimize bağlı bu sorunun yanıtı. Benim düzelme dediğime başkası düzelme demeyebilir. İnsanların alım gücünün iyi-kötü iyileşmesi, iş bulmaları ciddi bir istikrarlı büyümeye bağlı. İstikrarlı büyüme planlı bir büyümeye. Planlı büyüme dediğimiz AKP’nin 18 yıldır istediği ekonomik durumdan farklı bir şey. İnsanlara iş ve aş sağlayacak bir planlama öngörmek, bunun hedeflerini koymak, hedefleri gerçekleştirmek için kamuya da görev vermek; Türkiye’nin daha çok tarım, sanayi gibi istihdam yaratabileceği iş kollarına öncelik vermek gibi. AKP’nin istikrar dediğiyle bizim bahsettiğimiz istikrar aynı şey değil.

Türkiye şu haliyle daha çok yabancı kaynak kullanmak zorunda. Kendi kaynakları yeterli olmuyor. Yani yabancı yatırımcıları üretken alanlara getirip onlara da siyasi ve ekonomik olarak güven verme çabası, büyük oranlara ulaşmış işsizlik oranını biraz olsun düşürmek için gerekli. AKP’nin programında böyle bir şey yok. Bundan kurtulmak, krizin etkisini kırabilmek için bunu sağlayabilecek iktidar ya da koalisyonların önce iktidar olmaları gerekiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.