Dengbêjde dile gelen

  • Günümüzde dengbêjlik adına, bir uçta geleneğe sadık ve “özüne uygun” icraları arayıp seslendirmeyi amaç edinen daha “ortodoks” ya da “özcü” diyebileceğimiz damarları da diğer uçta lümpen, yoz denebilecek savrulmaları da görmek mümkün.

MEHMET ATLI

 

Korona pandemisi boyunca müzik etkinliklerinin yapılamaz/yaptırılmaz duruma gelmesiyle beraber evde ve bilgisayar başında, sosyal medyada daha çok vakit geçirir oldum, pek çoğumuz gibi. Bu da hem bu alanda daha fazla gözlemde bulunmam ve hem de daha aktif olmam sonucunu doğurdu. Önceleri daha çok etkinliklerimizi duyurduğumuz ve menajerler eliyle yürüttüğümüz mecralarda bizzat kendim daha çok bulununca, müzik çalışmalarıma da yön veren arka planı paylaşma, güncel gelişmelere dair yorumlar ve etkileşimlerde bulunurken müziğe, mimarlığa, kimlik ve dil sorunlarına, siyasete, tarihe vs. dair de görüşlerimi açma yoluna gittim. Gevezelik ettiğim ya da haddimi aştığım da oluyor.
Bu minvalde sık sık karşıma çıkan, bazen “grotesk” ve karikatürize haller de alabilen, dengbêj, dengbêjî vb. içerikli videolara dair bir hissimi twitterda paylaştım: “Tarihsel, toplumsal ve mekânsal bağlamlarından kopan ‘dengbêjlik’ seyirlik bir ses şovuna dönüşüyor; hikâyesi olmayan…”
Ardından hemen ekleme gereği duydum ki bu, her şeyin bittiği, büsbütün kötü bir tablo demek değil, iyi örnekler de mümkün demek adına takipçi müzisyenlere bir bakıma yön gösterdim; “Neyse ki geleneği, sanatsal üretimi içinde güncele taşıyan Nizamettin Ariç gibi ustalar da var.”
Gelen tepki ya da görüşler üzerine bir dizi paragraf sıraladım. Bu yazıda söz konusu twitlerde neler söylediğimi özetlemek istiyorum öncelikle. Sonra da her birini bazı referansların ışığında açıklamayı deneyeceğim:
Hikâye dengbêjin anlatısında ve o ortak deneyimde neredeyse “her şeydir”. Sözlü kültür kaydedildiğinde, sabitlenemeyen sabitlendiğinde “hakikati” değişir. Etnomüzikoloji ile güncel piyasa işlerini karıştırmamalı; dengbêjlik henüz şov, sanat(çı), estetik, ses tekniği gibi kavramların üretilmediği bir dünyanın, toplumsallığın ve zamanın gerçekliğidir. Onu böylesi kavramlarla anlamaya çalışmak bir tür “anakronizm”.
Dengbêj dili “estetik” bir beceri ile “kullanmaz” örneğin; neredeyse dilin ta kendisidir o! Karmaşık bir geleneksel ritüel modern bir gözle unsurlarına indirgenemez. Onu var eden bağlamlar ve “anlam dünyası” içinde anlaşılmaya çalışılır.
Dengbêjde dile gelen toplum ve kodlarıdır ancak günümüzde ne o köy, ne o toplum ve ne de o dengbêj vardır. Dolayısıyla günümüzün sorusu geleneklerin dönüşümü ve güncel sanatın konusu olması sorusudur. Dönemlerinde ne oldukları ise historiyografinin, etnomüzikolojinin… bilimin konusu.
Dengbêjlik ölmediyse bile sayemizde başına az şey de gelmedi. Değişen bağlamları ve mecraları görmek, bunun, işin “doğasını” da değiştiren boyutlarını görmekten söz ediyorum.

Sabitlenemeyen sabitlendiğinde

Yukarıda sıralanan tespitler başlıca dört kaynakla temellendirilebilir, ki bu görüşleri dengbêjlik bağlamında dillendirmemi onlara borçluyum: (1) Walter Benjamin’in “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” başlıklı makalesi başta olmak üzere konu ile ilgili çığır açan fikirleri, (2) Walter J. Ong’un alanındaki en yetkin çalışmalardan biri sayılan “Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi” isimli kitabı ve (3) 20. yüzyılın en önemli sanat ve mimarlık tarihçilerinden Erwin Panofsky’nin “İkonoloji Araştırmaları” ile (4) “Gotik Mimari ve Skolastik Felsefe” isimli ünlü çalışmaları. Hassaten dengbêjlik konusuna odaklanmış çalışmalara ise değinmedim. İsteyen bu alanda giderek çoğalan literatüre de bakabilir ve bakılmalı da elbette.
Bir sözlü kültür örneği olarak dengbêjlikte ve onun anlatılarında hikâyenin ağırlıklı yerini hatırlatıyorum. Buna karşılık dengbêjliğin bugün aldığı sayısız yeni biçimde, öykünün olması gerekmiyor ya da parçalanmış, fragmanter bir biçim alması sorun teşkil etmiyor; zira ses efektlerine dönüşmüş bir imge o. Bu, suçlama ya da kabahat değil, durum tasviri.
Ortada bütünlüklü bir öykünün olmayışı ya da olmak zorunda olmayışı bir dengbêj anlatısının klasik diyebileceğimiz ya da özgün, otantik içeriklerine tamamen ters bir durum. Çünkü bu tür sözlü anlatılarda ve anlatının da bir parçası olduğu toplumsal deneyimde hikâye merkezî bir konumdadır; onun eksiksiz, konvansiyonel içeriği başlıca amaçtır. Günümüz dengbêjliğinin sorunu ise büyük oranda bu “hikâye yitimi” ya da Benjamin’in ifadesi ile söylersek “aura yitimi” ile ilgili sayılabilir.
Kastettiğim, dengbêjin anlatısına konu olan öykünün tahrif edilmesi, parçalanması ya da tavsanması değil sadece, bunlar da sıkça oluyor, daha çok dengbêjlik dâhil geleneksel sanat-zanaatların, sözlü kültür ürünlerinin, birçok şerhle beraber “feodal” denebilecek bir sosyal-ekonomik yapının çözülmesiyle, bağlamlarını (hikâyelerini) yitirmesi. Salt Kürtler ya da dengbêjliğe özgü olmayan, neredeyse bütün dünyada benzerlerine rastladığımız bir örüntüden söz ediyoruz. Özetle; geleneksel dünyayı, onun ilişkilerini, doğayı çözen modernlik, kapitalizm ya da kentleşme gibi süreçler sözlü kültürü yazının ve görselliğin baskın olduğu bir dünya yönünde evrilmeye zorlamakta. Aynı şeyin geleneksel danslar, el sanatları, gastronomi, mimari vb. birçok alanda benzer karşılıklarını bulmakta zorlanmayız.
Dengbêjin anlatısını ve ezgilerini de içeren toplumsal ritüel, Walter J. Ong’un girişte andığım kitabında ayrıntıları ile ele aldığı gibi, bir “sözlü kültür” örneğidir. Yazılı bir tekste ya da notasyona bağlı olmayan dengbêj, başka metinselliklerle ve konvansiyonlarla bağlıdır; geleneksel kültürün kodları, onay, iltifat ve lanetleme ifadeleri, edebi kalıplar, dilin neredeyse “organik” denebilecek akıcılığı ile dinleyicilerin de yer yer bir biçimde katıldığı, hikâyeyi bildiği karmaşık bir toplumsal olay söz konusudur. Doğaçlamaya yer varsa bile bu başlıca öncelik değil bir tür anomalidir. Ezgiler, makamlar, ses ve gırtlak oyunları mevcutsa da ikincil faktörlerdir. Tekrarlanamaz, unsurlarına indirgenemez, hafıza dışında kayıt edilemez, yazıya gelmez, standardize edilemez, anlık, performatif, ritüle dayanan ve onun içinde anlamlı, belli mekansallıklar ve vesilelerle varlık bulan bir geleneksel fenomen; anlatı geleneği.
Şimdi, böylesi bir gerçeklik 20. yüzyıldan günümüze inanılmaz bir gelişme gösteren kayıt ve çoğaltım teknolojilerinin varlığında bambaşka gerçekliklere dönüşmekte. Benjamin’in andığım makalesinde tartıştığı üzere, salt mekanik ya da teknik bir değişim değildir bu sanat ürünü için. Köy meydanında ya da ağanın evinde, avlusunda gerçekleştiği biçimiyle anlık, uçucu, doğaçlamalara ve türlü varyasyonlara olanak veren “olağan haliyle” dengbêjlik ile kayıt altına alınıp, yazılı tekst, notasyon, efektlendirme, orkestrasyon gibi işlemlerden geçtiği ve dinleyicilere teknolojik yollarla ulaştığı haliyle dengbêjlik, aynı şey değiller.
Bu ikincisi, sanatın daha “demokratik” bir zemine gelerek yaygınlaşmasının yanında, ürünün metalaşmasını ve özsel başkalaşımları da gündeme getiren radikal değişiklikler demek.

Ritüel, sanat, şov

Erwin Panofsky’nin sanat ve mimarlık tarihi yaklaşımları, özellikle “anakronizm” olarak işaret ettiğim konular bağlamında önemli. Tarihsel olguların ait oldukları dönemin değil bir başka zamanın kavram ve değerleriyle anlaşılmaya çalışılması anlamında, bir tarih metodolojisi hatası denebilecek anakronizm, dengbêjlik konusunda da sıkça karşımıza çıkıyor.
Sanat tarihinde ampirisist-betimleyici, ikonografik yaklaşımların ötesine geçerek, sanat eserine, ait olduğu tarihsel, toplumsal, dinsel, düşünsel vb. manzaraların içinden bakıp o günün insanları için ne anlama geldiğini çözümlemeye yönelik “ikonolojik” yöntem ve okumaları öneren Panofsky, dengbêjlik meselesini nasıl ele almamız gerektiği konusunda aydınlatıcı.
Henüz zanaat-sanat ayrımının ne dilde ne de pratik dünyada belirmediği (bu, Rönesansla ve İtalya’da başlayıp dünyaya yayılarak günümüze kadar sürdüğü kabul edilen bir süreç), bugünkü teknolojilerin ve medyumun çoğulu olan mecralar anlamıyla medyanın ve medyatik şovların söz konusu olmadığı, müzik ve halk edebiyatı bilgisinin yazılı olmadığı ve yazılı değil görgül yollarla öğrenilip aktarıldığı bir dünyada, dengbêjin yaptığı ne sessel, görsel bir şov ne de bugünkü anlamıyla sanattır. O, sözlü kültür dünyasında yaşayan bir toplumsallığın “medyası”, “kamusal dili” işlevini üstlenmiş “anlatıcı”dır; dile gelen toplumsallıktır her şeyden önce.
Nasıl ki Panofsky’e göre gotik mimariyi anlamak isteyen bir araştırmacının o dönem Hıristiyanlığının tarihine, kodlarına, örneğin, skolastik düşünceye bakması ve anlaması gerekiyorsa, bir ses şovu, dilsel hüner, sanat konusu olarak değil bu unsurları da bir biçimde içeren daha geniş bir fotoğrafa, ritüele ve onun toplumsal rollerine bakmalıyız dengbêjlik konusunda; işin esası bu, diye düşünüyorum.
En azından etnomüzikolojik bir perspektifin böyle olabileceğine işaret etmek istiyorum. Güncel bir sanat üretim konusu, piyasaya yönelik müzik üretimi ya da düpedüz “kitsch” üretimi söz konusu olduğunda ise “dengbêjlik esintili” ses efektleri, şovlardan söz edilebilir, bunu beğenenler de olabilir. Ama döneminde, “Kürt feodalitesi” ya da “ortaçağları” boyunca, geleneksel köy yaşamı, banîlik ve hayırseverlik mekanizmaları (ki sponsorluktan farklıdır), statü göstergeleri, eğlence ya da yas seremonileri, propaganda imkânları ve araçları bakımından dengbêjliğin ne olduğu ise tarih yazımının, etnolojinin, etnomüzikolojinin vs. konusu olarak bilimsel titizlik gerektiren bir araştırma alanı olarak görülmeli. Zira uzun gölgeleriyle tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan dengbêjlik, bir yanıyla çok evrensel bir çerçeveye otururken bir yanıyla da çok Kürtlere özgü sayılmalıdır ve ancak böylesi bir zaman-mekân diyalektiği içinde tarihselleştirilmesi mümkün gibi görünüyor.
Bunda amaç, dengbêjliği aşkınlaştırarak ona bir tür muhafazakâr dokunulmazlık atfetmek, müzelerde dondurmak değil; tam aksine, onu ait olduğu maddi-toplumsal temeller üzerinde anlaşılır kılmanın yollarını vurgulamak. Bilimsel bir konu ile güncel-popüler sanatla ilgili bir konuyu ayırt ederek açıklığa kavuşturmak. Herhangi bir politik, ticari ya da sanatsal angajmanın içinden değil konuyu akademik bir genişlik ve derinlik içinde ele almanın imkânlarını aramak.

Nizamettin Ariç örneği ya da günümüzde dengbêjlik ne olabilir?

Tarihsel bir fenomen olarak dengbêjliği ayırt ettikten sonra güncel üretimlere daha yakından bakabiliriz. Bu noktada farklı politik, kültürel, ticari ya da sanatsal seçimlerle ilişkilendirilebilecek yönelimlerden, zevklerden, kişisel tarzlardan konuşabileceğimiz bir düzleme gelmiş oluyoruz böylece. Günümüzde dengbêjlik adına, bir uçta geleneğe sadık ve “özüne uygun” icraları arayıp seslendirmeyi amaç edinen daha “ortodoks” ya da “özcü” diyebileceğimiz damarları da diğer uçta lümpen, yoz denebilecek savrulmaları da görmek mümkün.
Bu geniş skalada benim kişisel beğenim ve yönelimim Nizamettin Ariç’in müzik çalışmalarındaki rafinmanda somutlanan, bir tür deneyselliktir. Ariç’in yaptığı öncelikle güncel ve kişisel bir sanattır. Dengbêjlik ise bir nüve, bir arka plan ya da anlatım tekniği, türü olarak Ariç’in çalışmalarında izlenebilir; ama anlattığı güncel bir hikâyedir. Kuşkusuz başka yollar da olanaklı ve eşit derecede meşrudur sanat mecrasında. Kimsenin bu konuda bir sahiplik ya da bekçilik iddiası içine girmesi gerekmez ve doğru olan da bu değil.
Savunulabilecek anlamlı bir pozisyon, dengbêjliği bir yandan akademik çalışmaların konusu olarak daha detaylı ve taze soluklarla okurken bir yandan da her türlü sanatsal yönelimin meşruiyet ve düşünce-ifade özgürlüğü bağlamında söz hakkının kabulüdür. Çalışmaların kalite, aslına uygunluk, estetik vb. kriterler açısından değerlendirilmesi ise sanat kamuoyunu ilgilendiren bir güncel sanat ve popüler kültür tartışması konusudur. Ama bunun tarihsel anlamıyla dengbêjlik olmadığı; günümüz sanatçısının dengbêje atfedilen rollerden farklı rollerle eylemde bulunan modern bir birey olduğu hatırlanmalı.
Dileyen, bu yazı boyunca “dengbêj” kelimesinin geçtiği yerlere “govend” sözcüğünü koyarak yeniden okuyabilir. Daha önce bu sayfalarda “geleneksel ev”in dönüşümü ile düğün salonları ve taziye evlerinin belirmesi arasındaki paralellikten söz etmiştim. (5) Temel sorunsallar üçünde de aşağı yukarı benzer olacaktır ama “halay” da umarım bir sonraki yazımın konusu olsun.

 

1. Walter Benjamin, Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı, Çeviren: Ahmet Cemal, “ Pasajlar” İçinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
2. Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Çeviren: Sema Postacıoğlu Banon, Metis Yayınları, İstanbul, 2018.
3. Erwin Panofsky, İkonoloji Araştırmaları: Rönesans Sanatında İnsancıl Temalar, Çeviren: Orhan Düz, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2012.
4. Erwin Panofsky, Gotik Mimari ve Skolastik Felsefe: Ortaçağda Sanat, Felsefe ve Din Arasındaki Benzerliklerin İncelenmesi, Çeviren: Engin Akyürek, Kabalcı Kitabevi, İstanbul, 1995.
5. Mehmet Atlı, Pêşîya Malê Xendek e ya da Kürtlerde Ev’in Halleri, Politikart, Sayı: 163

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.