Köklere dönüş albümü: Mythos of Âşık
Dosya Haberleri —

Erdem Pancarcı / foto: Deniz BABİR
Sanatçı Erdem Pancarcı ile yeni albümü Mythos of Aşık'ı (Aşık Mitosu) ve müzikal yolculuğunu konuştuk
- Aşıklık geleneği oldukça karmaşık. Aşık, aynı zamanda bir haberci, bir eleştirmendir. Fakat göçle şekillenmiş hayatlarımızda bu gelenek sürdürülemez hale geldi. Bu nedenle albüme Mythos of Aşık adını verdim. Çünkü artık aşıklık geleneği, rivayete dönüşmüş durumda.
- Aslında bu geleneği yalnızca Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına sıkıştırmak doğru olmaz. Çünkü benzer bir gelenek Ermenistan’da, Azerbaycan’da, Gürcistan’da, Afganistan, Pakistan ve İran’da da var. Örneğin dengbêjlik de bir aşıklık geleneğidir, farkı saz kullanmamasıdır.
- Belki de bu albümün misyonlarından biri, insanları yeniden uzun müzik dinlemeye teşvik etmektir. Sosyal medyanın hızlı tüketiminden uzaklaşıp dokuz dakikalık kilamlar dinlemek bana çok önemli geliyor. Çünkü amacımız 'ürün satmak' değil, dinleyeni büyüleyip bir aleme çağırmak.
PERVİN YERLİKAYA/İLHAMİ ERDOĞAN
Sanatçı Erdem Pancarcı’nın yeni albümü Mythos of Aşık (Aşık Mitosu) dinleyiciyle buluştu. 14 eserden oluşan albümün üçü bilinen eski parçalar, diğer on biri ise Pancarcı’nın kendi besteleri. Albümdeki en eski eser, yaklaşık bin yıllık bir şiir olan Baba Tahir Uryan’a ait. En yeni eserler ise Frankfurt–Aschaffenburg bölgesinin önemli bağlama hocalarından Cafer Salman tarafından kaleme alınmış iki şiirden oluşuyor. Aşıklar geleneğine ilgisini “Belki kendi kimlik arayışımızdaki bir merak” sözleriyle açıklayan Pancarcı, bu albümle yalnızca müzikal değil, kültürel bir yolculuğa da çıkıyor.
Pancarcı ile yeni albümü Mythos of Aşık’ın yolculuğunu konuştuk.
Yaklaşık beş yıldır aşıklar geleneği ve sözlü tarih üzerine çalışıyorsunuz. O günden bugüne uzanan yolculuğu biraz anlatır mısınız?
Aşıklık geleneği oldukça karmaşık. Bir açıdan eski kilamları gün yüzüne çıkarıyorsunuz. Aşık, yalnızca bir sanatçı değil; aynı zamanda bir habercidir, bir eleştirmendir. Siyasi yönü ağır basar; toplumu yüzleştirir, aynası olur. Yeri geldiğinde toplumu rahatsız eden hakikatleri de dile getirir. Fakat göçle şekillenmiş hayatlarımızda bu gelenek sürdürülemez hale geldi. Bu nedenle albüme Mythos of Aşık adını verdim. Çünkü artık aşıklık geleneği, bir gerçeklikten ziyade bir rivayete dönüşmüş durumda.
O gelenekten edindiğimiz benzerlikler var ama “Ben bir aşığım” diyemem. Yalnızca aşıkların kullandığı bazı yöntemleri anlamaya ve uygulamaya çalışıyorum. Beste yapma süreci de çok ilginç bir süreç. Aslında bilinçli bir eylem değil, duyguların ifadesi. Yine de bu duyguyu yönlendirmek mümkün. Ben de kendime şöyle bir yöntem buldum: Ne zaman yoğun bir duygusallık yaşasam, divan arşivine girip o anki ruh halimi ifade eden bir şey buluyorum ve onu besteliyorum. En ilginç tarafı da, bazen bin yıllık, bazen 300–500 yıllık bir şiir bugünkü duygularımıza dokunabiliyor. Aşıklık geleneğiyle olan benzerliğimiz de tam olarak bu.
Aşıklar geleneği, Anadolu ve Mezopotamya’nın en eski geleneklerinden. Sizce bu gelenek aradan geçen zamanla bir asimilasyon yaşadı mı?
Aslında bu geleneği yalnızca Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına sıkıştırmak doğru olmaz. Çünkü benzer bir gelenek Ermenistan’da, Azerbaycan’da, Gürcistan’da, Afganistan, Pakistan ve İran’da da var. Örneğin, Sayat Nova, bilinen önemli aşıklardan. Belki de bu geleneğe tüm İpek Yolu üzerindeki halklar ortaktır. Herkesin kendi yargı mekanizması var; kimine göre aşıklık yalnızca bir Alevi geleneğidir, ancak bana göre öyle değil. Örneğin dengbêjlik de bir aşıklık geleneğidir, farkı saz kullanmamasıdır. Sazla söyleneni stranbêj olur, ancak dengbêj de aslında bir aşık gibi yürür. Bu proje belki de insanların aşıklık geleneğini yeniden sorgulamasına yol açar. Belki yeni bir tartışma alanı doğar. Ben “Aşıklık geleneği budur” demiyorum, aksine “Gelin birlikte biraz daha araştıralım” diyorum.
Mythos of Aşık projesi ilk ne zaman ve nasıl şekillendi?
Bu aslında ilk stüdyo projelerimden birine dayanıyor. 2001’de, babam, Ozan Rençber’in 'Dewrano' albümünü kaydediyordu. O albümde ilk kez bir kayıt için perküsyon çalmıştım. O çalışmada yer alan bir kilam, Dersim ezgisi Ele, bugün benim albümümde de yer alıyor. Yani 24 yıl önce bir kilamın sizi etkilemesi ve o etkinin hala sürmesi bence çok önemli. Belki de aşıklık geleneğinin en güzel yanı budur. İnsanları asırlarca etkileyebiliyor. Bu eser, yıllar içinde farklı Dersimli ozanlar tarafından seslendirilmiş. Benim yorumladığım versiyon ise Ozan Rençber’in bizlere tanıttığı.
Albümün içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Albümde çok sayıda solist ve müzisyen bulunuyor. Tıpkı bir terzinin her diktiği elbiseyi kendisinin giymemesi gibi, her eseri de benim okumam gerekmiyor. Bazen bir beste ortaya çıkıyor ve diyorum ki “Bu parça yaşlı bir Maraş dedesinin sesini istiyor.” O zaman Londra’daki bir dostumuzu arayıp rica ediyoruz. Feqiyê Teyran’ın uzun bir şiirini besteledim, o eser için dengbêj gerekiyordu; Erkan Top’u aradık. Yine Radyo Erivan arşivinden 'Gulîzer' adlı eseri yorumladık; o da kadın sesi istiyordu; Serap’la iletişime geçtik.
Bu albümde ben solist değilim. Elbette bazı eserleri kendim seslendirdim ama bazen bir parçayı benden çok daha iyi okuyacak kişiyi bulup onunla birlikte yorumluyoruz.
Bu projenin temellerinin 24 yıl öncesine dayandığını söylemiştiniz. Albüm nasıl bir kompozisyona sahip?
Son beş–altı yıldır sürekli üretim halindeyiz. Sayısını tam olarak bilmiyorum ama onlarca beste ortaya çıktı. En zor kısmı, bu besteleri bir çatı altında toplayıp anlamlı hale getirmekti. Örneğin, Feqiyê Teyran’dan alınan iki kilam. Artık Türkçe çevirileri bulunan divanlar ortaya çıkıyor ve bu bizim için büyük bir imkan. Çünkü Feqiyê Teyran o kadar eski kelimeler kullanmış ki, bugün Kurmancî konuşan birçok kişi bile o kelimeleri bilmiyor. Bu kelimeler genellikle tasavvufî, batınî bir dilden geliyor. Dolayısıyla o çeviriler, besteler yapabilmemiz açısından çok kıymetli. O eserlerden biri dokuz dakikalık bir kilam. Kaydederken arkadaşım Erkan “Bu biraz uzun olmadı mı?” demişti. Aslında orijinali on beş kıtalık, biz on kıtasını kullandık. Ama o on kıta içinde kendimi buldum. Belki de bu albümün misyonlarından biri, insanları yeniden uzun uzun müzik dinlemeye teşvik etmektir. Sosyal medyanın hızlı tüketiminden uzaklaşıp bir saati bulan albümler ya da dokuz dakikalık kilamlar dinlemek bana çok önemli geliyor. Çünkü amacımız “ürün satmak” değil, dinleyeni büyüleyip bir aleme çağırmak.
Albümde iki de Karacaoğlan eseri var. Özellikle Aleviliğe yakın şiirlerini seçtim. Genellikle Karacaoğlan yalnızca “Türk halk şairi” olarak bilinir ama ben onun mistik tarafını, o batınî arka planını da araştırıyorum. Ayrıca Radyo Erivan arşivinden 'Gulîzer' adlı bir eser yer alıyor. Albüm neredeyse tamamlanmıştı ama bir parça eksikti. Lizbon’da arşiv kayıtlarını dinlerken daha önce hiç yorumlanmamış bir 'Gulîzer’e rastladım. Aynı isimle farklı versiyonlar var ama bu kayıt, hocamız Davutiye Reşit tarafından okunmuş ve bugüne kadar kimse tarafından yeniden seslendirilmemiş. Kimin yazdığı bilinmiyor ama çok güzel bir aşk hikayesi. Bu parçayı bulduğumda “Tamam, albüm artık tamamlandı” dedim. Çünkü Radyo Erivan arşivine dokunmak istiyordum.
Bir diğer önemli deyiş ise Tahir Palalı ile ortaya çıktı. O deyişin sözleri, Ali Nihai tarafından yazılmış. Nihani, 1870–1906 yılları arasında Hacıbektaş Dergahı’nda Sıtkı Baba gibi önemli isimlere dersler vermiş. Ancak hiç bilinmiyor, divanı ilk kez yayımlandı.
Bu projeye anneanneniz de dahil olmak üzere pek çok sanatçıyı dahil etmişsiniz. Albümde kimler yer aldı, nasıl bir ekip çalışması yürüttünüz?
Evet, belki de en özel bilgilerden biri albümde anneannemin de yer alması. Albümün son eserini o seslendirdi. Bu parça, İç Anadolu’da çok yaygın olan bir halay ve ağırlama olan 'Köprüden Geçti Gelin'. Çoğu kişi bilmez ama Hacıbektaş çevresinde bu parça çok önemlidir. Anneannemin sesi çok güzel olduğu için geleceğe bırakmak istediğim tek eser, onun sesiyle olsun istedim. Bir aile yadigarı oldu.
Kayıtlarını Hacıbektaş’ta, tarlada yaptık. Çünkü bu bir halay olduğu için doğal ortamında kaydedilmesini istedim. O bölgeden üç amcayı davet ettik, ardından Abdallardan bir davul-zurna ekibi geldi. Gerçek bir köy ortamında halay çekildi, çalındı. Bu kayıtların video görüntüleri de yakında paylaşılacak. Anneannemin sesini ise daha sonra Almanya’da ekledik.
Albümde yer alan diğer isimler arasında Ozan Rençber var. 'Ele' kilamında son kıtada bize eşlik etti. O eserde ayrıca Buket Bakmaz da yer aldı. 'Melahat Vakti' deyişinde sevgili dostum Tahir Palalı ile birlikte çalıştık. Kirvem ve Frankfurt–Aschaffenburg bölgesinin önemli bağlama hocalarından Cafer Salman, iki eserin söz yazarı. Bunun dışında Gamze Duran Eder, Serdar Canan, Sasa Serap, Erkan Top, Mahir Kutlutürk ve Rohat Özkaya da albümde yer alan sanatçılar. Ali Haki Edna’nın bir şiirini Mahir Kutlutürk ile birlikte seslendirdik. Çalışmaların bir kısmı Almanya’da, bir kısmı ise arkadaşlar kendi stüdyolarında kaydetti. Londra’da kayıt yapanlar oldu; İstanbul’da 40 derece sıcakta evde kayıt aldığımız da oldu.
Albümünüzde hangi duygular ön plana çıkıyor?
Bence iki duygu özellikle öne çıkıyor, aşk ve nasihat. Aşk var ama bu, sadece iki insan arasındaki bir aşk değil. Baba Tahir ya da Feqiyê Teyran’a baktığımızda, bu bazen batınî bir aşk; yani yaratıcıya duyulan aşk. Fakat öyle güzel yazılmış ki sevgiliye duyulan aşkı da sözlerinde bulabiliyoruz. Belki de bu bize şunu gösteriyor: Doğru sevdiğimizde, sevdiğimizde Tanrı’yı da görebiliriz. 'Nur yüzlü' derken kastedilen de budur. 'Hakkın nuru yüzünde var' derler.
İkinci baskın duygu nasihat ise albümde birçok eserde hissediliyor. Bu, büyük ihtimalle Alevi geleneğinden geliyor. Kimseye bir nasihatimiz yok ama büyüklerimizin aktardığı değerli nasihatler var. Onları tekrar hatırlatmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
Almanya’da büyümüş bir sanatçı olarak bir geleneği araştırıyor ve aktarmaya çalışıyorsunuz. Diasporada bu süreci yürütmek nasıl bir deneyim? Ulaştığınız ya da ulaşmak istediğiniz kitleden aldığınız tepkiler nasıl?
Bu aslında tamamen meraktan doğan bir süreç. Belki de kimlik arayışımızın bir sonucu. Kendi kimliğimizi araştırırken hem Türk hem Kürt geleneği olduğunu biliyordum. Fakat muhtemelen bir Ermeni geleneği de var. Yoksa bu kadar yakınlık kurmaz, merak hissetmezdim sanırım. Belki de tüm bu kültürlerin ortak noktası bizim özgeçmişimizde. Yani bu daha çok gelişen karşılaşmalar. Daha sonra “Ben bu izleri buldum, o halde dostlarla da paylaşayım” demişimdir. Ama hiçbir zaman “Ben bu geleneği temsil edeceğim” gibi bir iddiam olmadı. Bu tamamen meraktan doğuyor. Gönül isterdi ki bu araştırmaları 70’lerde, 80’lerde yapayım. Belki farklı bilgiler edinebilirdik.
Fotolar: Deniz BABİR
* * *
Konser serisi
Albüm tanıtım turneniz kapsamında konserler nerelerde ve ne zaman gerçekleşecek? Dinleyiciler size nasıl ulaşabilir?
Albüm tanıtım turnemizin ilk konseri, kendi evimizde Aschaffenburg’da yani Frankfurt yakınlarında olacak. 2 Kasım Pazar günü, önemli opera salonu Stadttheater Aschaffenburg’ta sahne alacağız. Daha sonra, 8 Kasım Zürih yakınlarında Wintertur, 15 Kasım Münih, 16 Kasım Stuttgart, 22 Kasım Berlin, 28 Kasım Köln. 20 Aralık’ta Hamburg konserimiz var. Gelecek yıl, bu turneye Londra’yı da ekleyeceğiz. Kanada, Amerika ve Avustralya'da da görüşmelerimiz var. Tarihleri netleşince duyuracağız. Bilet ve turne bilgilerine sosyal medya hesaplarımızdan ya da erdampancarcı.com'dan ulaşabilirler.
Söyleşinin tamamı Youtube kanalımızda: https://youtu.be/HmlwS6ODi0U















