Depresyondan çıkışın yolları

Dosya Haberleri —

Engin Sustam

Engin Sustam

Cetobac-EHESS ve Citeres-Tours Üniversitesi’nden Akademisyen Engin Sustam, seçimin yarattığı atmosfer, çıkartılması gereken dersleri gazetemize değerlendirdi:

  • Sol veya HDP veya hatta hala CHP ‘umut’ aşılasa bile, direnişin her mikro alanda yayılarak devam edeceğini görsek bile, bu depresyonu yaratan otoriter, muhafazakâr ve neoliberal sistemdeki ‘Erdoğan yorgunluğu’ yerinde duruyor ve sistemdeki baskılamayla toplumsal depresyon daha da artarak sola da şu an sirayet ediyor.
  • HDP 2015'den beri ısrarla üzerinde durduğu halde HDP’den vazgeçen bir seçmen kitlesini daha iyi bir demokratik siyaset alanıyla geri almalı. Ankara’da kurulan dille açıkçası Diyarbakır’ın dili aynı değil. Ondan belki de kaybedilen alanlara Kürt siyaseti yeniden sızmanın yollarına bakmak zorunda.
  • Gelecek yerel seçimleri düşünmek önemli olmakla birlikte, kayyum siyaseti karşısında her alanda her mahallede yerelde yeniden başlamak, insanlarla diyaloğu umudu yeniden kurmak, dayanışmayı güçlü kılmak, önümüzü açabilir, herkesin birazda olsun neo-faşist dönemde nefes almasını sağlayabilir.

MAHİR FIRAT FİDAN

Türkiye siyasi tarihinin en kritik seçimlerinden biri olan 14 ve 28 Mayıs seçimi ardından tartışmalar devam ediyor. Türkiye’de yükselen aşırı sağ ile Batı’da ya da dünyada yükselen aşırı sağ ve neoliberal otoriter sistemler arasında müthiş bir yakınlık, beraberlik ve ilişkisellik olduğunu belirten Cetobac-EHESS ve Citeres-Tours Üniversitesi’nden Akademisyen Engin Sustam, son 10 yıldır sadece Kürtlerin değil tüm dünyada solun bir depresyon içinde olduğunu vurguluyor. “Bu depresyonu yaratan otoriter, muhafazakâr ve neoliberal sistemdeki ‘Erdoğan yorgunluğu’ yerinde duruyor ve sistemdeki baskılamayla toplumsal depresyon daha da artarak sola da şu an sirayet ediyor” diyen Sustam, “Daha öncesinde Deniz Poyraz katliamında veya en güncelinde seçim sonrası ‘Selo’ya idam’ diyen bir güruhun sloganlarında olduğu gibi bu toplumsal nefret kırılmadan, veya yeniden belirli politik direniş fay hatları oluşturulmadan sanırım bu depresyon halinden çıkış yok gibi” diye ekliyor.

“Oyunu bozacak, alt sınıflarla temas kurabilecek, altyapısı örgütlü olan Kürtlerden başka hala bir sol güç yok” ifadesini kullanan Sustam, önümüzdeki dönemin sert geçeceği uyarısında bulanarak sokağı adres gösteriyor. Seçimin yarattığı atmosfer, çıkartılması gereken dersler, Kürtleri neler bekliyor ve çıkış yolları nedir sorularına akademisyen Engin Sustam ile birlikte yanıt aradık.

Yakında zamanda katıldığınız bir programda 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt siyasetinin yaşadığı “depresyon”dan bahsettiniz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Kürt siyasetinin mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında bahsettiğim bu depresyon sadece Kürt siyasetine veya HDP’ye yönelik değildi. Bu dünyada solun son on yıldır dünyasalmış kapitalizme alternatif sunamamasıyla ya da yeni ayaklanma biçimlerine cevap olamamasıyla da pek alakalı olup, Türkiye’de Gezi sonrası oluşan, Kurdistan’da ise özerklik direnişleri sonrası başlayan otoriter sistemden ve demokratik sokak muhalefetinin 2013 itibariyle düzenli denetim ve baskılanmasından kaynaklı da oluşan genel politik durumu işaret ediyor. Fakat belki de en önemli sosyolojik olarak toplumsal hareketlerin polis ve militarist şiddetle tamamen gerilediği Türkiye gibi alanlarda, depresyon soldaki aktörlerin, militanların, aktivistlerin ızdırabıyla da pek alakalı duruyor ve bu ızdırap tam da bizleri aşırı şekilde umutsuz, mutsuz, kendi gündelik uğraşlarımızdan zevk alamama gibi en insani mesellerde bile işgal edebiliyor. Keza hatırlayın, Kılıçdaroğlu’nun bütün aşırı sağ çıkışlarına, CHP’nin aşırı ‘umut’ aşılayan pohpohlamasından kaynaklı seçimler nasıl bir umut aşılamıştı herkese. Sanki Erdoğan’ın gidisi bir ‘devrim’ niteliğinde okunmaktaydı önemli bir kesim tarafından, yani mesele demokratik ülke değil, sadece Erdoğan’ın yarattığı ‘yorgunluktan’ metal yorgunluğu gibi yarattığı, şiddet, nefret, ayrımcı siyaset dilinin yorgunluğundan kurtulmak içinde. Ve secim kaybedilince, ya da beklenilen oyların örneğin HDP açısından Kürt alanında hangi sebeple olursa olsun (ki birçok kişi buna dair iyi analizler sundu tekrarlamaya gerek yok sanırım) elde edilememesinden kaynaklı, umut bağlayan kuşaklarda, dinamiklerde, ama özellikle şiddete birebir maruz kalan kadınlarda, LGBTQI+’larda sürekli yurtdışına çıkmaya çalışan gençlerde ve Kürtlerde, Alevilerde, diğer gayrimüslim toplumlarda bir kırılma, hayal kırıklığı yaratmadı mı sizce? Depresyon da tam burada başlıyor olabilir, sol veya HDP veya hatta hala CHP ‘umut’ aşılasa bile, direnisin her mikro alanda yayılarak devam edeceğini görsek bile, bu depresyonu yaratan otoriter, muhafazakâr ve neoliberal sistemdeki ‘Erdoğan yorgunluğu’ yerinde duruyor ve sistemdeki baskılamayla toplumsal depresyon daha da artarak sola da şu an sirayet ediyor. Bu şey sanırım, bütün direniş katmanlarına rağmen, Avrupa’da yükselen neo-faşist hareketi ya da daha ılımlı dille ‘aşırı sağın’ yarattığı havayla da aynı anda okumakta fayda var. Türkiye’de yükselen aşırı sağla ile Batı’da ya da dünyada yükselen aşırı sağ ve neoliberal otoriter sistemler arasında müthiş bir yakınlik, beraberlik ve ilişkisellik var. Artan işsizlik, prekarite, şiddet sarmalı, ekolojik tahribat, nefret, göçmen karşıtlığı veya ırkçılık öyle bir pesimist hava yarattı ki seçimlere de yansıyan yasal zemindeki sol dinamiklerde kuşaklar arası bir depresyonun oluşmasına katkı sunuyor.

Peki bu “Depresyon” siyasetinin Kurdistan’daki yansımalarına değinebilir misiniz? Ayrıca bu “depresyon” siyaseti nasıl aşılacak?

Aslında daha öncesinde Eric Fassin vb. sosyologlar ve sol üzerine çalışan siyaset bilimciler, küresel kapitalizm çağında solun içine girdiği bu depresif havadan bahsetmekteydi. Benim bahsettiğim şeyde aşağı yukarı buna yakın ama kendi yerel dinamikleri kodlarını da barındıran bir durum. Birincisi Kürt siyasetinde son 7 yıldır nerdeyse katmanlı şekilde oluşan depresyonun kendi kendine olmadığı pek aşikâr. Ama onu bürokratik siyasete bağımlı hale getiren tam da bu depresyon hali, sokaktan kopuk siyasetle veya devletin bu sürekli baskı ve şiddetiyle alakalı olarak gelişen savunma hali de belki buna katkı sunuyor olabilir. Irkçılığın ve nefret söyleminin ve yeni faşist kodlamaların bugün Türkiye’de en toplumsal alanlarla ve kamusal alanda cevap bulduğu, toplumun daha da keskin şekilde sert bir rejim etrafında muhafazakârlaştığı, muhafazakârlığın bir referans haline geldiği, yeni kuşakların kendilerine ne HDP içinde ne de genel anlamda sol içinde cevap bulamadıklarını görebildiğimiz bu zamanda, mesele pesimizm aşılamak değil, tam da bu zamanda bu depresyonun bizde yarattığı tahribata bakmakta fayda var. Keza bu şey savaş, kırım, çatışma, ölümlerle 1990’lardan beri zaten Kürt alanında bir siyasal post-travma hali olarak görülebilir.

Aşağı yukarı devletin uyguladığı şiddet sarmalıyla, ya da sürekli çatışma ve baskı aygıtlarının etkisiyle oluşan ve Kürt siyasetini kendi alanlarında sadece ‘savunmada’ bırakan, muhalefeti depresif ruh haline yerleştiren bir iktidar aparatlarının psiko-sosyal etkileri gibi. Cezaevlerinde hasta tutsakların ama genel anlamıyla tutsakların durumu, Covid sonrası oluşan toplumda paranoya ve hastalıklı hal, psikolojik ‘kopuşların’, kırılganlıkların bir gündelik yaşama biçimi olması, güçlüklerin üzerinden gelememe hali, çıkmaz sokaklardaymış gibi siyaset dilinin kurulması, hep daha derine inen depresif tavır sadece Erdogan üzerinden kurduğu muhalefet diliyle, kendi etrafında sanki dönüyormuş gibi bir çıkmazlık durumu sağlıyor. Slogansı politik dil, sürekli umut aşılayan ama aslında muhalefeti sadece seçime endeksli hale getiren belki de aşağıdan siyaseti kuramayan bir dönemi yaşıyoruz.

Oysa toplumun büyük kesimi açısından zaruri şeyler var, gündelik hayatin ihtiyaçları (her gün daha da artan işsizliğe ve açlığa karşı duruş, zam, adaletsizlik, emek sömürüsü, diğer toplum dinamiklere yönelik tehditler, vs.) gençlerin geleceğe dair umutsuzlukları, vs. iste bu sorunların etrafında kurulamayan dilde biz hiyerarşik bir yaklaşım iyi gözlemliyoruz. 2015 sonrası Kürt coğrafyasında daha ciddi boyutlarda tırmanan bir adaletsizlik, çocuklara yönelik şiddet tırmandı, cinsel istismar, tecavüz vakaları her gün daha da artıyor. Kayyum sadece belediyelere el koymadı, Kürt coğrafyasının gündelik hayatına da müdahale etti ve orada aşırı güvensiz ortamda yetişen çocukları, kadınları, vs. özellikle hedef aldı. Her gün Batı’daki otoriter baskıdan daha yoğun şekilde bir şiddet mekanizmasına, bir travmatik toplumsal olaya şahit oluyoruz. İşte seçimde kaybedilen ama HDP’nin tabanı olan dinamikler bir şekilde sadece seçime endeksli olmayan bu toplumsal olaylar etrafında kendini kuruyor. Ondan bir halkı ‘kurtarmayı’ işaret etmek yerine, oysa asil meselenin bir halkı ‘kurtarmak’, veya ona öncüler yaratmak olmadığı, ya da Ankara’ya temsilciler de göndermek olmadığını, yeniden sokağa bakılması ve gelmekte olan bir rejimin aparatlarına göre yeniden konumlanmak gerekiyor. Bakın su soruyu hepimizin sorması gerekiyor, oyların çalınması vs. her şey bir yana, nasıl oluyor da bir ‘kitle’, çoğunluk faşizmi arzuluyor ve Erdoğan otoriter rejiminin devam etmesini her şeye rağmen ısrarla, rızayla onun otoriter rejimini onaylıyor. Bu toplum birden ortaya çıkıp muhafazakar olmadı elbette. İşte bana göre 1990’lardan farklı olarak, Kurdistan’da HÜDA-PAR’ın kendini birazda temize çekme ve aklama siyaseti olacak, seçilmesinden sonraki eylemlerini iyi izlemekte fayda var.

Bir çatışma siyasetinden daha çok, alanı örgütlemekten siyasal bilinci alt meclislere kadar yaymaktan bahsediyorum. Depresyon döneminde açıkçası meclis siyaseti ya da secim siyaseti değil ama sokağı yeniden ele geçirecek bir siyaset kurulmalı, ya da siyasetten bu kadar nefret edilen bir zamanda ısrarla, siyaseti ele geçirmek gerek. Meclis’e girmesinden sonra bile daha önce Hamit Bozarslan söylemişti yeniden silahlanma ve radikalleşme eğilimi, böyle bir risk var HÜDA-PAR açısından. Ama bana göre bundan daha çok HÜDA-PAR, HDP’nin yerine aday demeliyim.

Yani Soylu’nun söylediği, 1990’larda silahla denenen ama bugün muhafazakârlaşan bir Kürtlüğün yaratılmasına yönelik devletin eliyle HÜDA-PAR’a yeşil bir kart verilmesi söz konusu. HDP’nin bunları çok iyi okuması gerek, alana dönmesi, diğer Kürt dinamikleriyle alanı yeniden organize etmesi lazım. Alanı zaten iyi bilen güçlü tecrübe, manevra, taktik yeteneği olan Kürt siyasetinden bahsediyoruz ve bu alanda farklı kesimlerden herkesin dinlenmesi önemli duruyor. Bence artık Türkiyelileşmek, vs. gibi sığ tartışmaları bir kenara koyup, reel siyaset, ihtiyaçların üzerine yerleşen siyaset yapmak gerek. (Hasankeyf barajı için mesela ne yapıldı?) HDP sivil siyaset olarak belki de Kurdistan’da yeni kuşakları da kucaklayacak başka bir dil kurmalı, Türkiye’de demokratik siyasetin önünü açması için elbette ortaklıklar kurmalı ama bu durum tam da TİP meselesinde olduğu gibi olmamalı, yani eğer gerçekten bir kısım şovenist Türk solu grupları veya aktörleri, Kürtlerden rahatsız oluyorsa kopmasını bilmekte de fayda var, keza radikal bir siyasetin yaratılması için ittifak olma zorunluluğu yok. Ama müşterek yan yana durma gibi bir sol ortaklık elbette Kürt ve Türk solu arasında kurulmalı, bu Kürtlere statü, Demokratik Türkiye üzerinden neden olmasın, bu zaten söylenen bir durum değil mi? Ya da başka bir soru, eğer sistemin yolsuzluk, çürüme, rüşvetçilik, şiddet, mafya vs. sarmalını bildiğimiz halde, neden sokağın önü kesiliyor, daha doğrusu CHP örneğinde olduğu gibi Gezi direnişinden beri CHP’nin sokağı inişi engelleyen bir bürokratik siyaset izlediğini biliyoruz, halkın öfkesini sağaltmak dediğimiz bu şey, aslında insanları sisteme bağımlı hale sokuyor gibi. Bu da bir nevi AKP’nin borçlandırma ekonomisini tersten uygulamak diyebiliriz, AKP kendine bağımlı kitleler yaratarak rıza üzerinden şiddet ve baskı uyguluyor, muhalefette sokağa inen kitlelerin öfkesini serinleştirmeye çalışıyor. Sivil, demokratik siyaset mecliste değil sokakta dürülür.

Ondan HDP’nin yeni bir AKP ve iktidar okuması yapması, sokağa inmek isteyen muhalefeti güçlü kılacak bir eylemselliğe yönelmesi gerek. Elbette bunda iktidarın son on yılda yarattığı baskı, korku aparatlarını unutmadan konuşuyorum. Yani bu seçimde en çok umut edenlerin hapishanede rehin olanlar olduğunu unutmayalım ya da adalet bekleyen binlerce insan. Kudistan’da HDP/YSP üzerinden Kürtler yine de iyi cevap verdi demeliyiz, durum pekte umutsuz değil. Benim tahminim mesele daha çok seçim döneminde izlenen siyasetle alakalı gibime geliyor. Ben elbette militan değilim, örgütleyici hiç değilim burada reçete de sunmuyorum, bir sosyo-politik tespit yapmaya çalışıyorum. Brezilya’da Bolsonaro faşizmi ‘darbe’ hazırlığında olmasına, iktidarda kalmak için felaket senaryoları hazırlamasına rağmen, Lula’nın sokağı elde etmesiyle ve ‘ittifak’ değil ama belirli farklı dinamiklerle ortaklaşmasıyla seçim ‘kazanıldı’ sonuçta. İşte bundan diyorum bütün umut aşılayan söylemlere rağmen karanlık ruh hali militanlığın ve aktivizmin içine yerlermiş durumda, bundan kurtulmakta fayda var.

Bu şey siyaseti zincirli şekilde bloke ederken, su çok açık ki yine de umut, her şeyin daha iyiye gidebileceği ya da en azından daha kötüye gitmeyeceği fikriyle pratikte buluştuğunda, aynı zamanda depresyonu ezen şey olabiliyor. Kabul ederseniz ki muhalefet dinamikleri tam da depresyonda hipo-aktivasyon haline girerler. Gerçekten politik olarak istediğimiz geleceği düşünsek bile, tüm muhafazakarların, şiddetin, baskı rejimlerinin, kapitalistlerin en acımasız ve dolaşımsal koşulları yaratması altındaki insanların-hepimizin yaşadığı depresif ruh hali, elbette sol muhalefete veya birebir Kürt siyasetine de yansıyor. Ya da muhalefetin ürettiği dil ya da pratikteki cevapsızlıklar, mikro konuşmak ama sürekli makro alanlarda siyaset yapmak mesela, depresyona girdiğimizi ve hareketsiz kaldığımızı tespit etmemizi sağlıyor. Sonuç olarak, bu depresyon sorununa yönelik herhangi bir ‘tedavi’ yok, bu şey karşılıklı konuşama hali (halk ve seçilenler), diyalogun kesilmesiyle alakalı olarak kolektif dayanışma, samimi politik dil, sloganvari durumdan çıkışla birlikte tersine siyasetin yeniden ele geçirilmesiyle pek mümkün olabilir. Politik bir biçim almalıdır bu çıkış hali, yani sorunları bireyselleştirmek yerine, depresyonun yarattığı havayı dağıtmak, en mikro alanlarda cevaplar aramak, meselelerimizi kolektif şekilde sorunsallaştırmaya başlamak zorundayız. Birbirimize her alanda destek olmak, kimseyi yalnız bırakmamak zorundayız.