Devlet, Muğlalı ve 33 Kurşun

Forum Haberleri —

.

.

  • Çocukluğumuzun en dramatik hikâyesiydi 33 kurşun katliamı. Kimisi “33 kurşun” derdi kimisi “sefo deresi”… Kimisi de suskunluğa bürünüp sessizliğe gömülürdü. Evet, suçsuz günahsız insanlar neden alınıp götürüldüklerinden bile bihaberdi.
  • Katliamda yakınlarını yitiren aileler harekete geçti. İsmin kaldırılması için verilen 6 yıllık mücadelenin ardından Muğlalı’nın ismi kışladan indirildi. Ama Muğlalı’nın kocaman fotoğrafları hala o kışlanın girişinde duruyor.

OKTAY CANDEMİR

1940’lı yılların başında oldukça çetin geçen 2. Dünya Savaşı belki de tarihin en büyük insan katliamlarının da yapıldığı yıllar oldu. Holokost dönemine giren Almanya Hitler öncülüğünde milyonlarca Yahudi’yi katlederken, SSCB de Katyn Orman katliamında 22 bin Polonyalıyı kurşuna diziliyordu. Öldürülenlerin elleri arkadan bağlanmıştı, kafalarına ise birer kurşun sıkılmıştı.

Tüm dünyada bu gelişmeler yaşanırken Rojhilat Kürdistan’ında ise bir Kürt devletinin kurulması an meselesiydi. 1946 yılında Mahabad'da kurulan Kürdistan Cumhuriyeti'nde yaşanan gelişmeler ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin Rojhilat Kürtleri ile olan ilişkileri devleti rahatsız ediyordu. İran’daki Kürtlerin devlet kuruyor olması ve Kuzey Kürtleri ile olan akrabalıkları nedeniyle her gün yüzlerce Kürt, Türkiye sınırının ötesine geçiyor ve şair Ahmed Arif’in 33 Kurşun şiirinde dediği gibi ‘Pasaporta ısınmamış içimiz’ diyerek sınır tanımıyordu.

1940’yılların başında yaşanan bu gelişmelere Türkiye Cumhuriyeti daha fazla kayıtsız kalamazdı ve bu politikaların sonucu katliam oldu. 1943 yılının Temmuz sıcağında tıpkı Katyn Orman katliamında olduğu gibi 33 Kürt köylüsü elleri arkadan bağlı biçimde kurşuna dizildi. 

Katliam görevi ise daha önce İslâhiye’de Ermenileri katletmiş, 1930 yılında yaşanan Menemen olaylarında mahkeme başkanlığı yaparak idam kararlarını hayata geçirmiş, İstiklal Madalyası ile taltif edilmiş Orgeneral Mustafa Muğlalı’ya verildi. Temmuz 1943’te Muğlalı hudut bölgesine intikal etti. Tez vakitte görülen lüzum üzerine yoksul Kürt köylülerini topladılar. "Korkulacak bir şey yok. Devletimiz ifadenizi alıp bırakacak” denildi ve öyle de oldu. Köylüler ilk mahkemede serbest bırakıldı ama Cumhuriyet Savcısının odasına giren Muğlalı talimatını yineledi. Savcı alınan emri yerine getirdi. Köylüler bir kez daha toplandı. Çare yoktu, ölüm fermanları imzalanmıştı. Başmüfettiş Mustafa Muğlalı’nın acelesi ve yapacak başka işleri de vardı. Kürt köylüler ‘vakitlerden bir sabah namazında’ götürüldükleri Sefo Deresinde katledildiler.

İçinde izinli askerin de bulunduğu 33 Kürt kurşuna dizildi ama içlerinden biri sağ olarak kurtulmayı başardı. Yaralı halde İran tarafına geçmeyi başardı. 2. Dünya savaşı bittikten sonra Türkiye çok partili parlamenter sisteme geçti. İktidar CHP’den DP’ye geçince İran’da 17 yıl boyunca saklanan o yaralı köylü Türkiye’ye döndü ve katliamla ilgili tüm bildiklerini anlatınca konu TBMM’nin gündemine geldi. Muğlalı kendisine katliam talimatını İsmet İnönü’nün verdiğini söylese de onun için sonuç değişmedi. Önce idam cezasına sonra müebbet hapis cezasına çarptırıldı ve cezaevindeki hücresinde 72 yaşında öldü.

“Vurulmuşum/Dağların kuytuluk bir boğazında/Vakitlerden bir sabah namazında/Yatarım/Kanlı, upuzun…/”

Büyük şair Ahmed Arif, hala da güncelliğini koruyan ve bir başucu kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim isimli şiir kitabında yer verdiği 33 Kurşun katliamını bu dizelerle anlatıyordu. Şiirdeki mısralar rivayet sanılmasın, hafızalara iyice kazınsın diye de “Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz, rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki...” dizeleriyle katliamı tarihe not olarak bırakıyordu.

Çocukluğumuzun en dramatik hikâyesiydi 33 kurşun katliamı. Kimisi “33 kurşun” derdi kimisi “sefo deresi”… Kimisi de suskunluğa bürünüp sessizliğe gömülürdü. Evet, suçsuz günahsız insanlar neden alınıp götürüldüklerinden bile bihaberdi. Hatta o esnada orada bulunan Kürt bir asker köylülere “Kaçın bunlar sizi infaz edecekler” dese bile “Suçumuz ne ki bizi öldürecekler, biz niye kaçıyoruz” diyecek kadar naiftiler.

“Yiğitlik inkâr edilmez/Tek’e – tek döğüşte yenilmediler/Bin yıllardan bu yan, bura uşağı/Gel haberi nerden verek/Turna sürüsü değil bu/Gökte yıldız burcu değil/Otuzüç kurşunlu yürek/Otuzuç kan pınarı/Akmaz, göl olmuş bu dağda…”

Katliamın üzerinden 79 yıl geçti ama yarattığı etki ve sonuçları hala unutulmadı. Özellikle dün gibi hafızalardaki yerini koruyor.

O yıllarda büyüklerimiz devletin yarattığı korku ve baskıyla olsa gerek, bu konularda bildiklerini dışarıda anlatmazlar, evdeki sohbet odalarında anlatırlardı. Özellikle Dengbejlik geleneği devletin o dönem yaptığı katliamları günümüze aktardı. Ben katliamın yaşandığı Özalp’ta ilk orta ve lise eğitimimi gördüm. Bizim ilçede Kaymakamlık futbol turnuvaları taburun sahasında yapılırdı. Biz de lisede iken futbol turnuvası için söz konusu tabura gittik. Taburun girişinde Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın fotoğrafları vardı. Yıllar sonra o tabura katliamcı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın ismi verildi.

2004 yılının Mayıs ayında Muğlalı’nın isminin kışlaya verildiğini duyar duymaz harekete geçtim. İlk duyduğumda bu haberin çok önemli bir haber olduğunu hemen fark ettim, çünkü geçmiş hafızam beni oraya doğru götürdü. Katliamda katledilenler aynı zamanda yakın akrabalarımızdı. İlk anda o ismin kışlaya verilmesine öfke ile karışık tepkiler gösterdim ama bu tepkimi yapacağım haberlerle göstermenin daha doğru olacağını düşündüm. Minibüse atlayıp Özalp’a gittim. Sabahın ilk saatlerinde elimde fotoğraf makinesi ile taburun karşısında bulunan tepenin ardına geçtim. Korku ile karışık duygular yaşıyordum. Fotoğrafları çeker çekmez Van’a doğru hareket eden bir minibüsü durdurarak yola çıktım. Çünkü fotoğrafı çektikten sonra orada kalırsam gözaltına alınabilir, fotoğraflarıma el konulabilirdi. Bu riski göze alamazdım, ayrıca bu haber beklemezdi.  Öyle de yaptım. Haber ertesi gün Özgür Gündem gazetesinde ‘Katliamcı Muğlalı’ya iade-i itibar’ başlığıyla manşetten verildi. Mesleğimin ilk aylarıydı ve bu haberi yapmak bana kısmet olmuştu. Gazetecilik açısından çok iyi bir haberdi ama o ismin orada bir kışlaya verilmesi hepimiz için korkunç bir durumdu.

Haberin ardından katliamda yakınlarını yitiren aileler harekete geçti. İsmin kaldırılması için verilen 6 yıllık mücadelenin ardından Muğlalı’nın ismi kışladan indirildi. Ama Muğlalı’nın kocaman fotoğrafları hala o kışlanın girişinde duruyor. Devlet bölgede Kürtlere ilişkin yapılan tüm katliamları ya sahiplenmiş ya da örtbas etmiştir. Daha yakın tarihte işlenen Roboski katliamının nasıl da örtbas edildiğini hepimiz gördük. Cumhuriyet tarihinde Muğlalı hariç Kürt öldürdüğü için yargılanan ve cezaevine konulan tek bir asker yoktur. 

Mustafa Muğlalı’da Türkiye’nin NATO’ya giriş yaptığı ilk yıllarda Menderes hükümeti hem kendini dünyaya kabul ettirmek için yargılanıp cezaevine konuldu. 27 Mayıs darbesinden sonra devlet, Muğlalı’ya iade-i itibar yaptı. Muğla’da bir caddeye ve bir iş hanına ismi verildi ve bugün Genelkurmay Başkanlığının bahçesinde Muğlalı’nın büstü var. Orgeneral Mustafa Muğlalı hala devlet nezdinde bir kahramandır. 90’lı yılları hatırlarsınız bölgede Kürtlere karşı işlenen katliamlar gündeme geldiğinde devlet yetkilileri “ Yeni bir Muğlalı sendromuna izin vermeyiz” diyerek güvenlik güçlerine “ Rahat olun, serbestsiniz, yargılanmayacaksınız” mesajını açık biçimde veriyordu. İşte Muğlalı gibi bir katliamcıyı neden sahiplendiklerinin cevabı da bu açıklamanın içeriğinde gizlidir.

Katliamların perde arkasında yatan temel neden, bölünme fobisinin yarattığı Kürt refleksidir. Dersim’de, Zîlan’da, Sefo deresinde ya da Roboskî’de yaşanan katliamların sebebi devletin Kürtlerin varlığını kabul etmemesiyle alakalıdır. Devlet Kürtler ile barışmadığı sürece korkarım ki bu tür katliamları yapmaya eyilimlidir. Devlet, bugün yaşanan katliamlar ve cinayetlere ilişkin savunmalarında örgütün varlığını gerekçe yapıyor ama 1943’te ortada ne bir isyan var ne de bir örgüt ama katliam gerçekleşiyor ve gerçekleştiren kahraman ilan ediliyorsa bunun üzerine ciddi manada düşünmek gerekiyor.

O acıyı yaşayan ailelerin tek bir istekleri var. Devletin katliamla yüzleşmesi ve özür dilemesini istiyorlar. Bundan birkaç yıl önce katliamda babasını yitirmiş olan ve şu anda 90 yaşında olan Bedile Teyze ile yaptığım röportajda şöyle demişti: “Devlet 33 kurşunda babamı, 2006’da kaçakçı olduğu gerekçesi ile oğlumu öldürdü. Ben devleti asla affetmeyeceğim.” Ortada böylesine bir tepki ve travma var. Devletin maalesef Kürtlerle barışmaya yönelik bir niyeti yok ve katliamla yüzleşeceğini ise düşünmüyorum.

"Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi..."

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.