Kendini anlamak: Bilincin kültürel serüveni

Forum Haberleri —

Bilinç

Bilinç

  • İnsan, ne bütünüyle kültürün ürünü ne de tamamen onun dışındadır. Kendini anlamak, bu iki uç arasında salınan bitimsiz bir arayıştır. Her “ben”de bir “biz” yankılanır; her “biz” ise yeni bir “ben”in doğuşuna zemin hazırlar.

GÜRSEL KARAASLAN

“Kendini anlamak” olgusunu bilincin kültürle kurduğu dolayım ve bilincin kendi üzerine yönelmesi tarihsel, dilsel ve kültürel bir arka plan içinde gerçekleştiğinden, öz-anlama saf bir içe bakış değil, kültürün simgesel yapılarıyla kurulan diyalektik bir süreçtir. Bu bağlamda, kendini anlamak, kültürel kodların bilince kazınmış izlerini görünür kılarken, bu izlerin ötesinde özgür bir anlam alanı kurma çabası olarak kavranır. Dolayısıyla bilinç ile kültür arasındaki bu etkileşimi fenomenolojik (görünüşün bilimi) ve hermenötik (anlama ve yorumlama sanatı) bir düzlemde tartışarak, öz-anlamanın etik ve estetik boyutlarını görünür kılmak gerekiyor.

Kendini anlamak!

İnsanın kendini anlamaya yönelişi, felsefi düşüncenin en eski çağrılarından biridir. Ancak bu çağrı, çoğu kez bireyin iç dünyasında hakikati arama eylemi olarak yorumlanır; sanki bilinç kültürden ve dilden bağımsız, kendi üzerine kapanmış bir alanmış gibi. Oysa insanın kendine dönüşü, her zaman kültürel bir arka plan içinde biçimlenir.

Kendini anlamak, insanın sadece iç dünyasına değil, o iç dünyayı kuran anlam ağlarına yönelmesidir. Bilincin aynası kültürdür. Ve insan, bu aynaya baktığında yalnızca kendini değil, kendini mümkün kılan kültürel formları da görür. Kültür, bireyin kim olduğunu söylemekle kalmaz; nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini, hatta nasıl kendini düşündüğünü de belirler.

Bilinç, kültürün içinde doğar ve o kültürün diliyle uyanır. Heidegger’in “dil varlığın evidir” sözü, yalnızca ontolojik değil, aynı zamanda hermenötik bir hakikati ifade eder: İnsan, kendini ancak bir dilin içinde anlayabilir.

Bu bağlamda kendini anlamak, bir tür dilsel ev gezintisidir. Kişi, bilincinin köklerini ararken kelimelerin tarihine, anlamların tortusuna, sessizliklerin kültürel yankısına temas eder. Her “ben”, bir “biz”in yankısıdır; her öz-anlama, kolektif bir hafızanın içinden geçer.

Dilin kültürel doğası, bilince hem imkân hem sınır sunar. Bilinç, kültürün dilini konuşmadan var olamaz, ama o dilin sınırlarını sorgulamadan da kendini özgürce kuramaz. Bu paradoks, insanın hem kültüre ait hem de ondan taşan bir varlık oluşunu belirler.

Kültür, bilince bir ayna sunar, fakat bu ayna saydam değildir. Her kültürel imge, bireye bir kimlik önerir, ama bu kimlik, aynı zamanda yabancılığı gizler. İnsanın kendini tanıma çabası, bu aynada hem kendi suretini hem de kültürün ona biçtiği yüzü görmeye yöneliktir.

Foucault’nun özne ve söylem ilişkisine dair çözümlemeleri bu durumu açıklayıcıdır: Birey, kendini anlamaya çalışırken aslında kendi bilincini konuşan söylemleri çözmeye çalışır. Bu nedenle kendini anlamak, aynı zamanda kültürel iktidar yapılarını açığa çıkaran bir eylemdir.

Öz-anlama, aynayı kırmaktır

Öz-anlama, bu anlamda, bir aynayı kırmaktır; kırılan aynanın parçalarında geçmişin ve şimdi’nin yankıları kalır. Kişi, kendi yüzünü yeniden kurarken kültürün seslerini susturmaz -onlarla birlikte, ama onlara rağmen konuşur.

Kendini anlamak, her zaman eksik bir eylemdir. Bilinç hiçbir zaman kendine bütünüyle şeffaf olamaz. Kültürün sembolik düzeni, bilinci hem aydınlatır hem de gölgeler. Her öz-anlama, bir unutmayı ve dışlamayı içerir. Bu nedenle kendini anlamak, bir tamamlanmadan ziyade bir yarım kalma bilinciyle mümkündür.

Ricoeur’ün belirttiği gibi, anlam “her zaman yeniden kazanılır” (1990, 27). İnsan kendini doğrudan bulmaz; kendini, kültürün dilinde, tarihin sessizliklerinde ve kendi içsel çoğulluğunda yeniden kurar. Bu süreçte bilinç, bir içe kapanma değil, bir geçiştir -kültürün içinden geçerek onun sınırlarını aşmaya yönelen bir geçiş.

Bu geçiş, aynı zamanda bir özgürleşme deneyimidir. Bilinç, kültürün belirlediği biçimleri sorguladığı ölçüde özgürleşir. Kendini anlamak, kültürün zincirlerini fark etmek ama o zincirler içinde kendi ritmini yaratabilmektir.

Kendini anlamak, bireysel bir içe bakışın ötesinde, kültürün kendi üzerine düşünmesidir. Bilinç, kültürün içinde biçimlenirken aynı zamanda onu yeniden biçimlendirir. Bu karşılıklı etkileşim, insanın hem tarihsel hem etik sorumluluğunu oluşturur: Kendini anlamak kültürü anlamaktır; kültürü anlamak ise insanın kendini yeniden kurmasıdır.

İnsan, ne bütünüyle kültürün ürünü ne de tamamen onun dışındadır. Kendini anlamak, bu iki uç arasında salınan bitimsiz bir arayıştır. Her “ben”de bir “biz” yankılanır; her “biz” ise yeni bir “ben”in doğuşuna zemin hazırlar.

Sonuçta, kendini anlamak, kültürün içinden yankılanan bir özgürlük eylemidir; hem bilincin hem kültürün kendini dönüştürdüğü bir diyalektik.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.