Kapitalizmin maskesiz yüzü

Forum Haberleri —

Kapitalizm

Kapitalizm

  • Kapitalizm, masum bir sistem gibi paketlenmiş acımasız bir sömürü biçimidir. Onu güler yüzlü reklamlardan, “başarı” mitlerinden ve yeni model lansmanlarından ayırmadan göremezsin. Bu sistemi ifşa etmek, onun normalleştirdiği değerleri tersine çevirmekle başlar.

DOĞU DE SİERA

Kapitalizm insanları köleleştirir; bunu kibarca söylemenin bir anlamı yok. Modern piyasa düzeni, özgürlük, fırsat ve bireysel başarı diye sunduğu lafların arkasında insan emeğini, zamanını, sağlığını ve umudunu paraya çeviren bir makine saklar. Bu makine, güler yüzlü reklamlar, “başarı hikâyeleri”, parıltılı vitrindeki lüks ve sofistike pazarlama taktikleriyle çalışır ama altında yatan tek gerçek, kârı maksimize etmektir. Kârı maksimize etmek içinse bir tek yol vardır: Maliyeti düşür, geliri artır; maliyeti insan emeği, doğa, sağlık, bilgi ve gelecekle ödeme. Kapitalizm bunu utanmadan, planlı ve organize yapar.

İlk kandırmacayı emek üzerinden yapar. Sana sabah kalkıp işine gitmeni “özgür seçim” olarak sunar; oysa gerçek şu: o seçim çoğu zaman ya maaş ya da açlık arasında yapılmış bir tercihtir. İşçi, patronun belirlediği koşullarda, belirlenen tempoda ve patronun koyduğu kurallara göre üretir; ürünü satar, kazanç patrona akar. Bu farkın adı “artı-değer”dir; senden daha fazla alınan emeğin adı. Bunu Marx yıllar önce yazdı diye küçümsemeyeceksin bugün taşeronlaştırma, esnek çalışma, parça başı ücret, gig ekonomi gibi kılıflarla aynı hileler daha sedirli, daha dijital, daha sinsice uygulanıyor. Teslim tarihleri, “esnek saatler” maskesi altında iş güvencesizliği, düşük ücret, yüksek performans beklentisi: Hepsi emeğini daha ucuza almanın modern araçları. Ve en kötüsü, bunu normalleştiriyorlar; fazladan çalışıp tükenmek artık “çalışkanlık” ve “özveri” olarak övülüyor.

Tüketim, kapitalizmin ikinci büyük tuzağı. Sistem, seni “eksik” hissettirecek biçimde tasarlanmış: Hangi telefonun en yeni modeli, hangi markanın ayakkabısı, hangi kıyafetin etiketi… Reklamlar, influencer’lar, reklam algoritmaları ve vitrinde parlayan estetik hepsi birer manipülasyon aracıdır. İhtiyaç ve arzu arasındaki sınırı silerler; şimdi sahip olduğun şey yeterli gelsin diye öğretmek yerine, sana “bir üst model’i, “daha iyi yaşam’ı’’ satıyorlar. Kredi kartları ve tüketici kredileri bu oyunun somut yöntemleri: İnsanlar “şimdi al, sonra öde” tuzağına çekiliyor; faizler, gecikmeler, borç kapısı bir kez açıldı mı yaşam standardını değil, borcu yönetmeye çalışırsın. Bu borçluluk, özgürlüğün en büyük düşmanıdır. Çünkü özgürlük, maddi koşullarla sınırlanmış bir illüzyon haline gelir; borçlu insanın özgürlüğü, alacaklıların çıkarları kadar daralır.

Kapitalizm, sadece bireyleri sömürmez; Ülkeleri sömürür. Küresel dev şirketler, üretim süreçlerini ucuz iş gücünün ve zayıf çevre düzenlemelerinin olduğu bölgelere taşır. Orada çalışan insanlar, aynı üretim hattında çok daha düşük ücretlerle çalışırken, ürünlerin satışından elde edilen kârlar çok uluslu merkezlere akar. Borç ilişkileri ve neoliberal “yardım” paketleri o ülkelerin politikalarını şekillendirir; altyapı, sağlık ve eğitim yatırımları yerine dış borç ödemeleri ülkenin kaynaklarını emer. Patent yasaları, ticaret anlaşmaları ve fikri mülkiyet düzenlemeleri, gelişmekte olan ekonomileri teknoloji ve ilaç erişiminde karşı karşıya bırakır. Bir ülkenin doğal kaynakları ve emeği, küresel zenginlerin servet inşasında kullanılan hammaddelerdir. Bu açık ve aleni sömürüdür; kılıfı adil serbest ticaret olsa da arkasındaki gerçek güç eşitsizliğidir.

Eğitim ve bilgi de kapitalizmin meta olarak sattığı şeylerden. Üniversiteler, kurslar, sınav hazırlık merkezleri hepsi bilgi pazarının ürünleri. Bilgiye erişim, paralıysa eşit değildir. Öğrenciler edindikleri diplomayı almak için borçlanır; diplomanın mı yoksa borcun mu daha ağır olduğunu mezuniyette anlarsın. Öte yandan akademi, ticarileşme süreciyle araştırmayı ve eğitimi sermayenin hizmetine sokar: Hangi araştırma fonlanır, hangi alan “ticarileşebilir” diye seçilir? Medya ve teknoloji platformları da aynı mantıkla çalışır: Hangi hikâye para getiriyorsa ona öncelik tanınır. Bağımsız ve eleştirel düşünce, reklam gelirleri ve sponsorluklara kurban verilir. Sonuç mu? Bir nüfus yetişir ki o nüfusun eleştirel düşünme kasları körelmiştir daha iyi kaderleri savunamayacak halde.

Sağlık, kapitalist mantığın en duygusuzca işlettiği alanlardan biri. İlaç şirketlerinin fiyat belirleme stratejileri, patent monopolleri, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi bunların hepsi insanların en temel hakkı olan sağlığı bir gelir kapısı haline getirir. “Tedavi” yerine “kâr” öncelemeye dayalı bir sağlık sistemi, insan hayatının değerini düşürür. İşlenmiş gıda endüstrisi, obezite ve kronik hastalıklar üzerinden sürekli tüketim yaratırken, sağlık sistemleri bu sorunları kâr için yönetir. Özel sigorta şirketleri, müşteriden maksimum para kazanıp riskleri minimize etmeyi hedefler; hasta bir toplum, daha fazla para demektir. Kapitalizm insanın bedenini de sömürür; bu sömürü, bazen doğrudan (ucuz emek), bazen de dolaylı (kötü beslenme, erişilemez tedavi) olur.

Çevre ve doğa sömürüsü ise kapitalizmin uzun vadeli, en alçakça hamlesidir. Doğanın tüketime açılması, madenlerin, ormanların, suyun ve biyoçeşitliliğin sermaye için yok edilmesi, gelecek kuşakların yaşam alanının gasp edilmesidir. Karbon salımının gerçek maliyeti, sermaye çevresinde dolaşmaz; o maliyet ekosisteme, köylülere, deniz seviyesinin yükselmesinden etkilenecek bölgelere ve gelecek nesillere yüklenir. “Sürdürülebilirlik” ve “yeşil” etiketleri çoğu zaman bir PR oyunudur: Üretimi azaltmayan, sadece imajı boyayan bir tür maske. Şirketler, “yeşil limon” taktikleriyle tüketicinin vicdanını yatıştırırken üretimi ve kârı büyütmeye devam eder. Bu, sadece ekolojik bir kriz değil aynı zamanda etik bir iflas tablosudur.

Kapitalizmin bir başka büyük zaferi ise, insanların kendi değerlerini ve kimliklerini tüketim nesneleri haline getirmesidir. “Senin kimliğin hangi markayı giymenle tanımlanır” diyen bir kültür inşa edildi. Sosyal medya, beğeni, takipçi ve paylaşım mekanizmalarıyla insanların onay ihtiyacını ticarileştirir. Bireyin benliği, markaların pazarlama stratejilerine entegre edilir; kimlik üretimi, kapitalizmin yeni pazarıdır. Bu durum, toplumsal dayanışmayı zayıflatır. İnsanın başkasıyla empati kurma kapasitesi erozyona uğrar; çünkü her ilişki potansiyel bir tüketim fırsatına dönüşür. Kapitalizm, insanı yalnızlaştırırken, onu aynı zamanda daha rahat sömürülebilir kılar.

Ve elbette medya ile teknoloji... Haber değeri, tıklama değeri ile ölçülür oldu. Gerçek, reklamların ve sponsorlukların önüne geçiyor ya da yerini alıyor. Algoritmalar, ne gördüğünü, ne zaman göreceğini ve hangi duyguyu tatmin edeceğini seçiyor. Böylece toplumun gündemi, sermayenin çıkarları doğrultusunda şekilleniyor. Birçok insan, gündemi takip ettiğini zannederken aslında yönlendiriliyor; hangi skandalın büyüyeceği, hangi krizlerin öne çıkacağı bir yerlerde pazarlama hesaplarıyla belirleniyor. Bu bilgi ekosistemi kapitalizme hizmet ettikçe, demokrasi de erozyona uğruyor çünkü bilinçli, bilgili vatandaş yerine manipüle edilebilir bir tüketici kitlesi yetişiyor.

Kapitalizm, eleştiriye karşı da ustaca savunma geliştirir. “Serbest piyasa”, “yenilik”, “rekabet”, “bireysel özgürlük” gibi kavramları savunur ama bu kavramlar somut hayatta kime hizmet ediyor diye bakınca çarpıcı bir adaletsizlik çıkar ortaya. Rekabet, küçük firmaları ezip dev şirketleri güçlendiriyorsa özgürlük değil tekelleşme üretir. Yenilik, patentler ve Ar-Ge transferleriyle kontrol altına alınıyorsa bilgi demokratikleştirilmez, ticarileşir. “Bireysel başarı” hikâyeleri, sıradan insanların yaşadığı sistemik engelleri görünmez kılar; birkaç istisna örnek gösterilerek, “herkes yapabilir” miti pompalanır. Bu retorik, topyekûn bir vitrindir; içi boş, parlak ama dayanaksız.

Peki ne yapmalı? Kapitalizmin tüm kötülüklerini tek bir makalede yok edemeyiz; ama itiraz etmek, bilinçlenmek ve alternatif yöntemler üzerinde düşünmek zorundayız. Kolektif hareket, sendikalaşma, kamu hizmetlerinin güçlendirilmesi, üniversitelerin demokratikleşmesi, sağlık hizmetlerinin kamusal bir hak olarak yeniden düzenlenmesi ve çevresel korumanın hukuki öncelik haline getirilmesi gerekiyor. Kısa vadede bireysel çözümler (tüketimi azaltmak, yerel üretimi desteklemek, borç tuzağından kaçınmak) işe yarar ama kapitalizmin yapısal sorunlarına müdahale, politik ve kolektif kararlarla mümkün olur. Bu da siyasi irade, örgütlenme ve çarpıcı bir toplumsal bilinç gerektirir.

Kapitalizm, masum bir sistem gibi paketlenmiş acımasız bir sömürü biçimidir. Onu güler yüzlü reklamlardan, “başarı” mitlerinden ve yeni model lansmanlarından ayırmadan göremezsin. Bu sistemi ifşa etmek, onun normalleştirdiği değerleri tersine çevirmekle başlar. Sistem seni her gün bir şekilde aldatır; en büyük suçunu ise seni kendi aldatmacanın savunucusu haline getirmesidir. Eğer gerçekten özgür olmak istiyorsak, önce bu aldatmacayı itiraf etmeliyiz: Emeğin, doğanın, sağlığın ve bilginin metalaştırılmasına “dur” demeliyiz. Yoksa yarınlarımız bugünümüzden daha pahalıya satılmaya devam edecek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.