Kadının kültürü; gözden uzak kalpten yakın

Forum Haberleri —

kadın mücadelesi

kadın mücadelesi

  • Kadın ve kültür, birbirini sürekli biçimlendiren iki akıştır. Kültür, kadına kimlik verir; kadın, kültüre anlam. Ama özgürleşme, bu ilişkinin dengesini tersine çevirdiği yerde başlar: Kadın artık kültürün ürünü değil, onun üreticisidir.

GÜRSEL KARAASLAN

Kültür, bir toplumun hem aynası hem zindanı olabilir. Bu aynada kadın, çoğu zaman yüceltilmiş bir imgeyle, kutsal bir anne ya da fedakâr bir eş olarak görünür; ama bu yücelik, çoğu zaman özgürlüğün değil, erkeğin yarattığı sınırın başka bir adıdır. Uygarlıksal kültür, kadını korur gibi yaparken biçimlendirir, idealize ederken denetler. Kadın ve kültür arasındaki ilişki, bu yüzden, hem aidiyetin hem de yabancılaşmanın tarihidir.

Her toplum kendi sürekliliğini kadın üzerinden kurar. Dil, gelenek, ahlak, töre -hepsi kadın bedeni ve emeğiyle yeniden üretilir. Kadın, kültürün taşıyıcısı olarak görülür; ama taşıdığı şey, çoğu zaman kendisine ait olmayan bir anlamlar dizgesidir.

Anne, namus, sadakat, güzellik… Bunlar verili uygarlıksal kültürün kadına yüklediği rollerdir; ama aynı zamanda onun hareket alanını sınırlayan görünmez zincirlerdir. Kadın, kültürün diliyle konuşmaya başladığında, çoğu zaman kendi sesini yitirir. Bu yüzden Simone de Beauvoir’ın şu sözü hâlâ yankılanır: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Kültür, bu “oluş”un sahnesidir.

Uygarlıksal kültür tarihi boyunca kadınlar, kültürün merkezinde değil, kenarında yer aldılar. Fakat bu kenar, aynı zamanda direnişin ve yaratıcılığın mekânı oldu. Kadınlar, görünmez emekleriyle, sözsüz aktarımlarla, şarkılarla, masallarla, gündelik jestlerle kendi “gizli kültürlerini” kendi aralarında yazarken, resmi tarihe yazılmadı; ama toplumun dokusuna sessizce işlendi.

Bir annenin ninnisi, bir kadının sabırla işlediği nakış, bir kız kardeşin yazdığı mektup -bunların hepsi, kadının kültüre kattığı duygusal hafızadır. Kültürün eril aklı unutur; ama kadın, toplumsal belleğin duygusal sürekliliğini sağlar.

Direnişleriyle birlikte kadın, kültürün yalnızca taşıyıcısı değil, eleştirmeni olmaya da başladı. Yazın, sanat, felsefe ve politika alanlarında kadınlar, kültürün kendisini yeniden tanımlayan bir özne haline geldiler.

Virginia Woolf, bir odanın yalnızlığında “kadın yazarın sesi”ni icat ederken; Frida Kahlo, kendi bedenini kültürel acının tuvaline dönüştürürken. Sakine Cansız’da "Hep Kavgaydı Yaşamım” sözü, 'erkeğin kadını silikleştiren kültürüne karşı varım buradayım' direnişçi kültürün tarihi notuydu. Onlar, kültürün dışında değil, tam merkezinde bir kırılma yarattılar. Kadın, kültürün sessiz nesnesi olmaktan çıkıp anlam üreten özneye dönüştü.

Kadın özgürleşmesi, bu anlamda, yalnızca bireysel bir hak talebi değil, kültürün yeniden inşasıdır. Kadın, kültürü taşımakla yetinmez; onu sorgular, dönüştürür, yeniden doğurur.

Kadın ve kültür arasındaki tarihsel ilişki, artık “kadın nasıl temsil ediliyor?” sorusundan “kadın kültürü ve dolayısıyla erkeği nasıl dönüştürüyor?” sorusuna evriliyor. Kadınların sanat, düşünce, bilim ve siyaset alanındaki üretimleri, kültürün eril kodlarını çözmeye başladı.

Bu çözülme, yalnızca kadınlar için değil, insanlık için bir özgürleşme alanı açıyor. Çünkü kültür, bir cinsiyetin değil, birlikte yaşamanın dili olmalı. Kadının sesi çoğaldıkça, kültürün dili de çoğul, kapsayıcı ve özgürleşmiş hale geliyor.

Kadın ve kültür, birbirini sürekli biçimlendiren iki akıştır. Kültür, kadına kimlik verir; kadın, kültüre anlam. Ama özgürleşme, bu ilişkinin dengesini tersine çevirdiği yerde başlar: Kadın artık kültürün ürünü değil, onun üreticisidir.

Bir toplumun kültürünü anlamak istiyorsak, kadınlarının nasıl yaşadığına, nasıl susturulduğuna ya da nasıl konuştuğuna bakmak gerekir. Çünkü kültür, en çok kadının yüzünde görünür -ve en çok onun sesiyle değişir. Yani uygarlıksal kültür, erkekler tarafından yazılır belki ama kadınlar tarafından taşınır. Bir geleneğin kalbinde daima bir kadının sabrı, bir annenin yarım kalmış cümlesi vardır. Kadın, susarak öğretir; sessizliğiyle biçim verir kelimelere. Ama uygarlıksal tarih, kültürü çoğu kez erkeklerin yazdığı bir metin gibi sunar. Kadın, o metinin kenarında kalmış bir cümledir silinmeye direnen, yeniden okunmayı bekleyen bir sessizlik dili gibidir. Yani kadın, konuşmadan da anlatır. Çünkü kadın kültürü halkların görünmeyen hikayesidir; kadınsa o hikayenin kalbinde atan sessiz nabızdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.