Direnci örgütleyen kadın

Kadın Haberleri —

Şükriye Nazari

Şükriye Nazari

  • “Şen şakrak biriydi. Tek üzüntüsü yaşananları daha önce bilmemesiydi. Hep ‘çocuklar neden daha önce bunları bize anlatmadı’ derdi. Çevresindekilere hep direnme gücü verdi. O, direnci örgütleyen bir kadındı.”
  • “12 Eylül öncesi normal bir anneydim; evinde, çocuklarının çamaşırını yıkayan, yemeklerini pişiren, komşularına gezmeye giden… Çocuklarım alındıktan sonra ise evde oturamaz oldum, ya cezaevi kapısındaydım, ya Ankara’da.”
  • “Çocuklarımız bize dediler ki, 'Anne, basında sizin adınız çıksa, haberler sizi söylese bize kalkan, cop inmiyor.’ Tek tip dayatıldı. ‘Giydirmeyeceğiz' dedik. Gündem değişti, biz hep dayattık. Biz ya cezaevi kapısındaydık, ya Ankara'da..."

ERDOĞAN ZAMUR

Gorki’nin ‘Ana’ romanındaki Pelageya, İrlanda halk mücadelesi kahramanlarından Boby Sands’ın annesi Rosaleen, Plaza De Mayo anneleri ve daha başka örnekler… Devrim, elinde kızıl bayrak bir ülkenin kurtuluş manzarası değildir sadece. En fazla da toplumda yerleşik algı ve ilişki biçimlerinin değişmesidir. Bu yönüyle dünya devrim tarihi özelde de Türkiye ve Kurdistan özgürlük mücadelesi klasik kadın-erkek rolleri, aile modelleri, anne-çocuk ilişkisini de tersine çeviren sayısız hikayelerle doludur.

Topraklarımız artık anne ve babalarının izinden giden çocuklar değil, çocuklarıyla omuz omuza mücadele eden, onlar toprağa düştüğünde bayraklarını devralan annelerin yurdu. Artık mücadele eden, direnen annelerle anılıyor bu topraklar; 12 Eylül anneleri, Cumartesi anneleri, beyaz tülbentli anneler diğer deyişle barış anneleri gibi…

Ömrü cezaevleri kapılarında, meydanlarda geçen, çocuklarının akıbetini öğrenemeden yaşama gözlerini yuman kaç tane yüreği yaralı, çocuklarının kemiklerine hasret anneyi kaybettik. Onlardan biri de Şükriye Nazari idi. 12 Eylül darbe süreci ve sonrasında meydanları dolduran annelerden aynı zamanda İHD kurucularından Şükriye annemizi geçtiğimiz günlerde İsviçre’nin Basel kentinde sonsuzluğa uğurladık. Bu yazı, Şükriye Nazari şahsında annelerin mücadelesine minnet borcuna dair olsun…

17 yaşında evlendirilir

Şükriye Nazari, İran’dan göç edip Samsun’a yerleşen Cemşit ve Zeynep’in tek kızı olarak 1937 yılında dünyaya gelir. Daha 3 yaşında iken annesini kaybeder. Babası Cemşit yeniden evlenir ama Şükriye anneye anneannesi sahip çıkar ve büyütür. Babasının ikinci evliliğinden 4 kardeşi olur. Nenesinin yanında 7 yaşında okula başlar. İlkokuldan sonra, ortaokulu da başarılıyla geçen bir öğrencidir. Okumak ister; ya öğretmen ya da hemşire olma hayali vardır ama dayılarının isteğiyle daha 17 yaşında Cafer ile evlendirilir. 1956’da ilk çocuğu Mine dünyaya gelir. Akabinde 4 çocukları daha olur. Eşi Cafer, emekçi ve iyi kalpli bir adamdır. Kendi yağlarında kavrulan, kıt kanaat geçinen bir ekonomik durumla, çocuklarını iyilik, güzellik ve barışa inandırarak büyütürler. Onların, iyi bir eğitim alabilmeleri için emek harcarlar.

Acı ve bedel dolu bir milat

1980 yılına gelindiğinde Türkiye’de yaşayan herkesi etkileyecek o tufanın ilk esintisi onlara da ulaşır. Politika ile pek ilgilenmeyen Şükriye anne 12 Eylül karanlığının adım adım geldiği günlerde hayatının kökten değişeceğini bilmeden kendi halinde yaşayan bir ev kadınıdır. Kızı Mine gittiği eylemlere onu da götürür. Çocuklarının arkadaşları eve geldiğinde, evde siyasi tartışmalar yoğunlaştığında içini bir korku kaplasa da engel olmaz çocuklarına hatta yanlarında durmayı seçer. 19 Ocak 1980’de oğlu Turgay tutuklanır, darbe sonrasında da kızı Mine. Evli olan Mine’nin 2 buçuk aylık kızı Zeynep’in bakımını üstlenmek zorunda kalır.

Şükriye anne, 12 Eylül’ün kendileri için acı ve bedel dolu bir milat olduğunu, nice aile gibi hayatlarının nasıl bölündüğünü şöyle anlatır: “12 Eylül öncesi normal bir anneydim; evinde, çocuklarının çamaşırını yıkayan, ütüsünü yapan, söküğünü diken, yemeklerini pişiren, komşularına gezmeye giden, akşam saat beş oldu mu evine dönen bir kadındım. Karanlığa kalmazdım hiç... Çocuklarım içeriye alındıktan sonra ise evde oturamaz oldum, artık hep cezaevi kapılarındaydım.

Yataklarda yatmadık biz. Eylem yapıyoruz, polis çeviriyor, gidiyoruz taşlarda yatıyoruz. O kadar sokaklarda kaldım ki, yaptığım yemekleri unuttum. Çok da ağrıma gidiyordu. Çok temizdim, titizdim, temizliği unuttum."

Dışarıda anneler içeride çocukları

Şükriye anne bir cezaevi kapısında, bir Ankara’da eylemlerde, 12 Eylül faşizminin toplumu zapturapt altına aldığı dönemde hep sokaklardadır. Annelerin eylemleri ülkenin gündemine oturur. Eylemleri cezaevlerinde de yansımasını bulur. Şükriye anne Bianet’e verdiği röportajda şunları ifade etmişti:

“Bizim çocuklarımız bize dediler ki, 'Anne, basında sizin adınız çıksa, haberler sizi söylese bize kalkan, cop inmiyor.’ Biz de faydalı olduk çocuklara... İstedikleri kadar kitap götürdük, kitaplar bir zaman alındı, bir zaman alınmadı. Tek tip dayatıldı. 'Tek tipi giydirmeyeceğiz' dedik. Gündem değişti, biz hep dayattık. Açlık grevine gidiyorlar, ölüm orucuna gidiyorlar, tek tipi giymemek için, görüş hakkı için, kitapları için, yiyeceklerin münasebetsiz biçimde verildiği için. Biz ya cezaevi kapısındayız, ya Ankara'da..."

Neden daha önce anlatmadılar ki?

Şükriye anne ile cezaevi önünde tanışan ve daha sonra uzun bir süre birlikte insan hakları mücadelesi yürüten Sebla Arcan’dan dinleyelim bir de Şükriye anneyi:

“Onunla cezaevi önünde tanıştık. Şen şakrak biriydi, herkese moral veriyordu. Tek üzüntüsü daha önce bütün bunları bilmemesiydi. Hep ‘çocuklar neden daha önce bunları bize anlatmadı’ derdi. Şükriye anne kendi kendine yolunu yöntemini buldu. Çocukları için çıktığı mücadele yolunda herkes için mücadele etmeye başladı. Ev kadınlığından insan hakları mücadelesi yürüten bir kişiye dönüştü. İHD’nin kuruluşunda yer alıp aktif  çalışmalar yürüttü. Çevresindekilere hep direnme gücü verdi. O, direnci örgütleyen bir kadındı. Oğlu cezaevinde çıktıktan sonra da mücadeleye devam etti. Bazı anneler kenara çekildi ama o hep mücadele etti. 12 Eylül anneleri bir döneme damgasını vurdu. Kenan Evren’in arabasının önünü kestiler. Ankara’da çok eylem yaptılar.”

İHD ve Didar Şensoy

Giderek daha örgütlü bir mücadele insanı haline gelen Şükriye anne, 12 Eylül karanlığına karşı Şaziment Şülekoğlu, Didar Şensoy, Gülizar Çağlayan, Emil Galip Sandalcı, Sacide Çekmeci'nin de içinde olduğu İHD’nin kurucu üyeleri arasında yer alır. “Omuzdaşım” dediği Didar Şensoy’un yaşamını yitirdiği eylemde olmama, içinde hep bir yara olarak kalır. O günü şöyle anlatır: “Oğlum cezaevinde nişanlanmıştı, evlenecekti. Muameleleri tamamladım. Nikah ve Ankara eylemi aynı gün olacağı için Didar'la da konuştum, eyleme gitmedim. Yol boyu beni anmış. Sonra haberi geldi, polis müdahale etmiş, şeker komasına girmiş. Esnaf Hastanesi'nde cenazesi yıkandı, gösterdiler bize. Alnından öptüm onu. Kendimi hiç affetmiyorum onu yalnız bıraktığım için."

Son durak İsviçre 

2015 yılında eşi Cafer’i kaybedince sarsılır Şükriye anne. Yaşadığı onca şeyden sonra 60 yıllık hayat arkadaşını kaybetmesi, duygu dünyasında alt üst oluşlara neden olur. Unutkanlığının artmasıyla endişeleri artar çocuklarının. Doktora götürdüklerinde Demans hastalığına yakalandığı anlaşılır. Hızla konuşma ve yürüme zorluğu yaşamaya başlar. O sırada kızı Mine yurt dışına çıkmak zorunda kalınca Şükriye anne de 2017 yılında İsviçre’nin Basel kentine gelir. Demans hastalığı son olarak da geçirdiği beyin kanaması ardından 22 Şubat 2023’te yaşamını yitirir.

Cumartesi insanlarından olan kızı Mine Nazari, annesi için şu son sözleri kaydetmemizi istedi:

“Ah hangi köyün toprağıydı acaba anacığımın bağrında kokan? Ah sustu o bilge dilleri, sustu güzel dilleri… Konuşmadı. Soramadık muradı neydi? 80 yaşından sonra O’nu ülkesine yasaklı bir mülteci olarak uğurladık. Bu mesele canımı yakıyor.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.