Doğurganlık politikası, milliyetçiliği körüklüyor

Kadın Haberleri —

Foto:AFP

Foto:AFP

  • 14 ülkede 14 binden fazla kişiyle yapılan anket, ekonomik faktörlerden cinsiyet eşitsizliğine kadar birçok engelin, kadınların istedikleri sayıda çocuk sahibi olma özgürlüğünü sınırladığını ortaya koyuyor.
  • BM Nüfus Fonu (UNFPA) Yönetici Direktörü Dr. Natalia Kanem, doğurganlık oranları üzerinden korku yaratıldığını ve bu söylemin etnik milliyetçiliği körüklemek ile üreme haklarını zayıflatmak için kullanıldığını vurguluyor.

MİRCAN ASMİN

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA) yayımladığı “Gerçek Doğurganlık Krizi: Değişen Dünyada Üreme Özgürlüğünün Peşinde” raporu, küresel nüfus politikalarının kadınların üreme özerkliğini hiçe sayarak doğum oranlarını artırmaya odaklandığını gösteriyor. 14 ülkede 14 binden fazla kişiyle yapılan anket, ekonomik faktörlerden cinsiyet eşitsizliğine kadar birçok engelin, kadınların istedikleri sayıda çocuk sahibi olma özgürlüğünü sınırladığını ortaya koyuyor. UNFPA Yönetici Direktörü Dr. Natalia Kanem, doğurganlık oranları üzerinden korku yaratıldığını ve bu söylemin etnik milliyetçiliği körüklemek ile üreme haklarını zayıflatmak için kullanıldığını vurguluyor.

Ekonomik nedenler yüzde 91

Anket, istenilen çocuk sayısına ulaşamamanın en büyük nedeninin ekonomik faktörler olduğunu gösteriyor. Çocuk sahibi olan veya olmak isteyen 10 bin kişinin yüzde 91’i, finansal kısıtlamalar (yüzde 39), iş güvencesizliği (yüzde 21), barınma sorunları (yüzde 19) ve yetersiz çocuk bakımı (yüzde 12) gibi ekonomik engellerle karşılaştığını belirtiyor. Güney Kore Cumhuriyeti’nde bu oran yüzde 58 ile en yüksek seviyede; Güney Afrika (yüzde 53), Tayland (yüzde 51) ve Fas (yüzde 47) onu takip ediyor. İtalya’da ise işsizlik ve iş güvencesizliği yüzde 30 ile başı çekiyor.

İkinci sırada sağlık sorunları

Ekonomik faktörlerin ardından sağlık sorunları (yüzde 31) ikinci büyük engel olarak öne çıkıyor. Gebelik ve doğurganlıkta yaşanan zorluklar ile yetersiz sağlık hizmetleri, kadınların üreme kararlarını etkiliyor. Ayrıca, ev işleri ve çocuk bakımındaki cinsiyet eşitsizliği de önemli bir bariyer; anket katılımcılarının yüzde 13’ü, özellikle kadınlar, partnerlerin ev işlerine katılmamasını engel olarak görüyor. 40 yaş altı katılımcılar, bu eşitsizliği daha fazla vurguluyor (yüzde 12’ye karşı yüzde 9), bu da nesiller arası değişen beklentilere işaret ediyor.

Doğum kontrol kararını veremiyor

Rapor, kadınların üreme özgürlüğünün ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Her 10 kadından biri doğum kontrolü kararını kendi alamıyor, yüzde 25’i ise sağlık hizmetleri hakkında bağımsız karar veremiyor. Her 5 kadından biri çocuk yaşta evlendiriliyor, her 3 kadından biri ise yaşamında cinsel veya fiziksel şiddete uğruyor. Kürtaj yasaklarının olduğu yerlerde güvenli olmayan kürtajlar, anne ölümlerinin önde gelen nedenlerinden biri haline geliyor ve küresel kürtajların yüzde 45’ini oluşturuyor.

Cinsiyet eşitliği kazanımları riskte

UNFPA, doğurganlık oranlarını artırmaya yönelik politikaların, cinsiyet eşitliği kazanımlarını geri alma riski taşıdığını belirtiyor. Örneğin, ABD’de kürtaj yasaklarının “devletin egemenliğine zarar verdiği” iddiasıyla savunulması, üreme özerkliğini tehdit ediyor. İtalya’daki “Doğurganlık Günü” kampanyası gibi girişimler ise halkın ihtiyaçlarından kopuk olmakla eleştiriliyor. Raporda, geçmişte doğum oranlarını düşürmeye çalışan ülkelerin (Çin, Japonya, Kore, Tayland, Türkiye) şimdi tam tersi politikalar izlediği belirtiliyor.

***

Doğum kontrolünde riskler ve faydalar dengede

  • Hormonal doğum kontrol hapları meme ve rahim ağzı kanseri riskini hafif artırırken, yumurtalık, endometriyal ve kolorektal kanser riskini azaltıyor.

Hormonal doğum kontrol hapları, meme ve rahim ağzı kanseri riskini artırırken, endometriyal (rahmin iç yüzeyini kaplayan endometrium adlı yapıdaki kanser), yumurtalık ve kolorektal (kolon) kanser riskini azaltabiliyor. Amerikan Kanser Derneği’nden Dr. Lauren Teras,"Farklı kanser türlerinin farklı nedenleri vardır ve bir kanser türüne yakalanma riskinizi artıran şeyler, başka bir kanser türüne yakalanma riskinizi azaltabilir" diyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı IARC, kombine oral kontraseptifleri (gebelikten korunmak için kullanılan ilaçlara, yöntemlere veya araçlara verilen genel isim) 2008’de Grup 1 kanserojen olarak sınıflandırdı, ancak bu haplar ABD’de hâlâ yaygın kullanılıyor.

Herkese uyan tek yöntem yok

Doğum kontrol yöntemi seçerken, bir doktorla tüm seçenekler hakkında konuşmak gerek. Bu konuda dikkate alınması gereken birçok faktör var. Kanser riski bunlardan sadece biri ve tüm kadınlar kanser geliştirme açısından aynı risk altında değildir. Doğum kontrolünün birçok sağlık etkisi olabilir. Bazıları kötü olabilirken, daha düzenli adet dönemleri ve akne tedavisi gibi diğerleri iyi olabilir. Dr. Teras, "Konu kanser olduğunda herkese uyan tek bir yöntem yoktur. Kadınların kendileri için en iyi kararları almalarına yardımcı olabilecek kişiselleştirilmiş önleme, tarama ve tedavi planları konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var" diye vurguluyor.

Alternatifler tercih edilmeli

Şu anda doğum kontrol hapı kullanıyorsanız veya yakın geçmişte kullandıysanız, hiç kullanmamış kadınlara göre meme kanserine yakalanma olasılığınız biraz daha fazla. Neyse ki, araştırmalar bu riskin küçük olduğunu ve bıraktıktan sonra 5 ila 7 yıl içinde ortadan kalktığını gösteriyor. Kombine (östrojen ve progesteron) veya yalnızca progestojen içeren doğum kontrol hapları, özellikle şu anda veya yakın geçmişte kullananlarda meme kanseri riskini hafif artırıyor. Araştırmalar, riskin hap bırakıldıktan 5-7 yıl sonra azaldığını gösteriyor. Riski azaltmak için daha kısa süre kullanım veya hormonal olmayan rahim içi araç (RİA) gibi alternatifler tercih edilebilir.

Kombine haplar riski artırıyor mu?

* Kombine hap almak, almayan kişilere kıyasla meme kanseri riskini hafifçe artırır.

* Kombine hap almak, almayan kişilere kıyasla rahim ağzı kanserine yakalanma riskinin hafif artmasıyla ilişkilendirilebilir. Artan risk, kombine hap ne kadar uzun süre kullanılırsa o kadar büyük olabilir. Hapı bıraktıktan on yıl sonra, bir kişinin riski artık artmaz.

* Rahim ağzı kanserini kombine hapla ilişkilendiren kanıtlar, meme kanseri ve kombine hap için olan kanıtlar kadar iyi değildir.

* Kombine hap almak yumurtalık kanseri ve rahim riskini azaltabilir. Bu azaltılmış risk, insanlar hap almayı bıraktıklarında da devam eder.  

Mini hapların riski ne kadar?

* Mini hap almak meme kanseri riskini hafifçe artırır. Mini hap bırakıldığında, artan risk tekrar azalmaya başlar.

* Bazı çok küçük çalışmalar, mini hapın kombine hap gibi endometriyal kanser riskini azalttığını öne sürüyor. Ancak bunu söyleyebilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. 

 

Hem risk hem fayda gözetilmeli

IARC, kombine oral kontraseptifleri meme, rahim ağzı ve karaciğer kanseriyle ilişkilendirse de, riskler genellikle düşük ve kullanımı bırakıldığında azalıyor. Dr. Eleanor Schwarz, hapların sigara gibi diğer kanserojenlere kıyasla çok daha az zarar verdiğini belirtiyor. Ayrıca, gebelik önleme, adet düzensizliklerini düzenleme ve akne tedavisi gibi faydaları, birçok kadın için risklerden ağır basıyor. Dr. Aaron Lazorwitz, doğum kontrol haplarının hem riskler hem de faydalar sunduğunu ve en iyi seçeneğin hasta ile doktor arasında belirlenmesi gerektiğini vurguluyor. Dr. Teras ise kişiselleştirilmiş tarama ve önleme planlarının önemine dikkat çekiyor. Kadınların, risklerini ve ihtiyaçlarını doktorlarıyla detaylıca konuşması öneriliyor.

***

Doğum kontrol hapının karanlık kökeni

ABD’de 1960’da piyasaya sürülen “Enovid” adlı ilk hormonlu doğum kontrol hapı, kadınların aile planlamasında devrim yarattı. Ancak bu ilacın kökeni, Nazi Almanyası’nın en karanlık dönemlerinden birine, Auschwitz toplama kampındaki korkunç deneylere uzanıyor. Yahudi mahkûm Renée Düring’in tanıklığı, Nazi doktoru Carl Clauberg’in kadınları kobay olarak kullandığı acımasız deneyleri gözler önüne seriyor.

10. Blok kabusu

DW’nin haberine göre 1943’te Auschwitz’te kurulan 10. Blok, Carl Clauberg’in laboratuvarı haline geldi. Nazi ideolojisine hizmet eden Clauberg, Yahudi ve Sinti-Roman kadınları ameliyatsız kısırlaştırma deneylerinde kobay olarak kullandı.  Renée Düring, 10. Blok’ta yaşadığı korkuyu şöyle anlatıyor: “Siyah cam bir masaya yatırılıp sıvı enjekte edilirken dayanılmaz bir yanma hissederdim. Çığlık atanlar gaz odasına gönderilirdi.”

‘Değersiz’ görülen toplulukları yok etme

Kiel Tıp Fakültesi mezunu Clauberg, hormon araştırmalarıyla tanınmış bir jinekologdu. Nazi Partisi’ne 1933’te katılan doktor, “Alman ırkını yüceltme” ve “değersiz” görülen toplulukları yok etme hedefiyle çalıştı. Nazi lideri Heinrich Himmler’e yazdığı mektupta, “bir doktorun günde yüzlerce kadını kısırlaştırabileceğini” söyledi. Auschwitz’te 500 ila 700 kadını kısırlaştırdığı tahmin ediliyor.

Soykırım amaçlı haplar, devrim sayıldı

Kızıl Ordu’nun 1945’te Auschwitz’i özgürleştirmesiyle Clauberg kaçtı, ancak yakalanarak Sovyetler tarafından hapse atıldı. 1955’te erken tahliye edilip Almanya’ya dönen Clauberg, Kiel’de “prens” gibi karşılandı. Yahudi Merkez Konseyi’nin suç duyurusu üzerine dava açıldıysa da, dava başlamadan bitti.

Clauberg’in deneyleri, Schering (şimdi Bayer) firmasının finanse ettiği hormon araştırmalarına dayanıyordu. Bayer'in ilaç şirketi Schering, doğum kontrol hapının gerçek babası olarak kabul edilen Clauberg'in araştırmalarından önemli miktarda para kazanmaya devam ediyor. Bu çalışmalar, 1960’ta Enovid’in geliştirilmesine katkı sağladı. Bayer, internet sitesinde şunları belirtiyor: "Aile planlamasında devrim niteliğindeki bu yöntem, kadınların özgürleşmesinde kilit rol oynadı ve toplum için bir dönüm noktası oldu."

10. Blok'taki kadınların ise çocuk sahibi olup olmama konusunda hiçbir seçim hakkı yoktu.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.