Dünyanın etine tanrısallığı kazımak

Forum Haberleri —

Filistin/foto:AFP

Filistin/foto:AFP

  • Kayıtsız şartsız bizim tarafımızda olmayan her şeyin ölümünü isteyen, nefretin pençesindeki "iman köleleri" dünyanın etine tanrısallığı kazımaya çalışmaktadırlar. Kesin inanış ve kanaatler, hakikatin yerini aldı. Artık mantık yürütmeye hiç gerek yok. İnanıp kendini koy vermek yetiyor.

ROJDA OĞUZ

İsrail'in Gazze'ye yönelik sınır ve ilke tanımayan saldırıları, dehşet saçan intikam operasyonları, bizi bir kez daha uygarlık denilen toplumsal aşamanın tam olarak neyin güvencesi olduğu sorusuyla karşı karşıya bırakmakta. Kendimizden olmayanı dışlama, düşman belleme, aciz, yetersiz ve yönlendirilmeye muhtaç addetme eğilimimizin şüphesiz çok uzun bir tarihi var. Her topluluk, bir 'Öteki' inşa ederek tahakkümünü ve imtiyazlarını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Tehdit edici olarak görülen ‘Öteki'yi yaratan ve onu bir istatistiğe indirgeyerek yok edilmesini hazırlayan tarihsel koşullarla layıkıyla hesaplaşılmadığı için de sürekli aynı tarihsel noktaya geri dönüyoruz ve hiçbir ideolojik çerçeve, ahlaki ilke, dini yasak bu vahşetleri durdurma kudretine sahip olamıyor. Uygarlık tarihi boyunca şiddeti kontrol altına almayı vadeden kurumlar, hukuki engeller, uluslararası yaptırımlar savaş naraları arasında bir anda tuzla buz oluyorlar, geriye kalan tek katı gerçeklik düşmanlara karşı ölümüne bir savaş. Artık çiğnenmeyecek hiçbir şey kalmadı. Adorno'nun tabiriyle "rasyonel araçlarla irrasyonel amaçların kümelenmesi" olan bu genel uygarlaşma eğiliminin bazı “insanlar” için hiçbir koruma veya güvence barındırmadığına yeniden tanıklık ediyoruz.

Batının siyasal modeli şehir değil, toplama kampı'dır

Modern dünya bir kez daha çıplak insan yaşamının mahali haline gelmiş durumda. Dün Schmitt ve Heidegger için temel zorunluluk, düşmanı bulup açığa çıkarmaktı. Bugün ise önce düşman yaratmak, sonra da onun karşısına bir topyekûn yok etme perspektifiyle çıkmak yetiyor. Çünkü bunlar, iletişim kurmanın mümkün veya istenir olmadığı düşmanlardır. İnsanlığın dışında olduklarından, onlarla herhangi bir anlaşma yapmak mümkün değildir. Bu ırkçı gayri-insanileştirme çabası, tüm muktedirlerin dönem dönem başvurduğu bir kendi vahşetini aklama söylemidir. Bu da kişi veya grupların insanlık dışı eylemlerde bulunurken insan olduğunu doğrulama gereksinimiyle hareket ettiğini gösteriyor aslında. İnsanın imhası konusunda yaşadığımız çağdaş deneyimler, “Batı’nın siyasal modeli şehir değil, Toplama Kampı'dır” diyen Giorgio Agamben’i bir kez daha haklı çıkarmış görünmektedir. Kampı artık ulus-devletin sınırları içinde etrafı tel örgülerle kapatılmış bir mıntıka olmaktan çıkarıp, sınırları sürekli genişleyen ve tüm düşmanları kapsayan, hukukun ortadan kalktığı, istisnanın kural haline geldiği sürekli bir savaş hali olarak düşünmemiz gerektiğine dikkat çekiyordu Agamben. Gazze örneğinde olduğu gibi orada yaşayan herkesin siyasal statüden mahrum bırakılarak, varlıkları çıplak yaşama indirgenerek bir kamp hukuku uygulanmaktadır. Kamp, Agamben'in tabiriyle "en mutlak insanlık durumunun yeryüzünde görüldüğü yerdir". Radikal bir insanlıktan dışlama mekanıdır. Kamp aynı zamanda bir sömürge hukukudur.

Sömürgelerde hukuki düzenin kontrol ve garantileri askıya alınır, olağanüstü halin gölgesinde zincirlerinden boşalan şiddet bir "medenileştirme" misyonu olarak görülür. Egemenin öldürme hakkı herhangi bir düzene tabi değildir, işgal edilmiş topraklardaki savaş da haliyle hukuki ve kurumsal kurallara tabi değildir. Resmi veya sivil düşman ayrımı ortadan kalkmıştır, herkes potansiyel teröristtir ve öldürülmeyi hak etmektedir.

Vatandaş kategorisi, terörist ya da teröre maruz kalan insan

Siyasal düzen, dünyanın her yerinde ölüme yönelen bir örgütlenme biçimi olarak kendini yeniden oluşturuyor. Yaşamın ölümün gücüne boyun eğdiği bir nekropolitika hakimdir. Vatandaş kategorisi yerini, terörist ya da teröre maruz kalan insana bıraktı. Achille Mbembe'nin yerinde tespitiyle: “İçinde yaşadığımız dönem, farklılıktan çok ayrışma, hatta imha etme fantasmalarının dönemidir. Bir araya getirmeyen, birleştirmeyen, paylaşmaya eğilim göstermeyen bir çağdır. Fazla uzak olmayan bir geçmişte önemli haksızlıkları sorgulamaya izin veren evrensel eşitlik iddiasının yerini yavaş yavaş çoğu zaman şiddet dolu bir "onlarsız dünya'' öngörüsü almıştır. Bu fazlalıklardan kurtulma dünyasında fazlalıklar, Müslümanlar, geldikleri yere gönderilmesi gereken Zenciler, işkence edilen teröristler, çoğu gaz odalarından kurtuldu diye yakınılan Yahudiler, her yerden kopup gelen göçmenler, bedenleri çöp birikintilerine benzetilen kalıntılar" (Düşmanlık Politikaları, iletişim Yayınları s, 57).

Bir tarafta her türlü ırkçılığın ve şiddetin bir aparatına dönüşmüş otoriter devletler, diğer tarafta sözüm ona bu devletlere karşı direnen Hamas, IŞİD, El-Kaide gibi fanatik dinci örgütlenmeler… Mutlak bir düşmanlık ayırımından güç alan bu hareketler, varlıklarını duyurmak adına kendilerine umut bağlayan insanları bu savaş aygıtlarının hedefi haline getirmekte bir beis görmemektedirler. Çünkü hezeyana kapılmış bu insanlar, kesin, çarpıcı, kurban olmaya dayalı eylemlere başvurarak tarih yazmak istemektedirler. Kayıtsız şartsız bizim tarafımızda olmayan her şeyin ölümünü isteyen, nefretin pençesindeki bu "iman köleleri" dünyanın etine tanrısallığı kazımaya çalışmaktadırlar. Kesin inanış ve kanaatler, hakikatin yerini aldı. Artık mantık yürütmeye hiç gerek yok. İnanıp kendini koy vermek yetiyor.

Tarihin önemli bir kesitine hâkim olan aydınlanma mitlerinden biri de modern uygarlık sürecinin bireydeki doğal cinsel ve şiddet dürtülerini evcilleştirerek toplumdaki kontrolsüz eğilimlerin ortadan kalkacağı bir uygar dünyanın yaratılacağı yönündeydi. Şiddet, çoğunlukla modern öncesi toplumların sorunlarını halletmek için başvurdukları ilkel bir araç olarak görülüyordu. Oysa tam tersine “şiddetin önündeki tüm bentleri aşarak gürül gürül çağlaması modernitenin devasa başarıları sayesinde mümkün oldu. Modern bilim kaçınılmaz olarak atom bombasını yaratacaktı, devlet bürokrasisi kaçınılmaz olarak soykırımın hizmet sektörüne dönüşecekti, otoriter toplumsal karakter kaçınılmaz olarak kitle katliamcısına evrilecekti. Araçsal akıl, bir anlamda Auschwitz ve Hiroşima’da kendini bulmuştu. Modern toplum tarihi içinde gerçekleşen soykırımlar, toplu katliamlar, toplama kampları modern toplum ilkelerinden bir sapma değildi. Bu insan yapımı cehennemler, tam da modern uygarlık içinde kesişen bazı gelişmeler sayesinde ancak mümkün olabilirdi ve oldu.

Şiddet: Değişen tek şey…

Devletin ele geçirdiği kontrolsüz şiddet tekeli, toplum mühendislerinin dikensiz gül bahçesi yaratma arzuları ve siyaset dışı güç kaynaklarının, toplumsal özyönetim kurumlarının adım adım çökertilmesi soykırımlara, katliamlara giden yolları kısalttı. Toplumun, toplum mühendisleri tarafından yönetilecek, kontrol altında tutulacak ve yeniden üretilecek bir nesne veya şiddet yoluyla düzenlenecek bir bahçe olarak görülmesi bu vahşetleri hazırladı. Bahçe ve bahçıvanlık benzetmesi modern toplum modelinin kuruluş biçimini anlamada Bauman’ın merkezi argümanlarını oluşturur. Modern soykırımlar, etnik temizlikler, toplama kampları modern aklın bir cinnet anında işlediği günahlar değildi, kusursuz toplum taslağına uygun bir toplumsal düzeni sağlamaya çalışmak anlamına gelen sosyal mühendisliğin doğal sonuçlarıydı. Bauman’a göre modern toplum mühendisleri; toplumu, yabani otlardan arındırılması gereken kusursuz ve verimli bir bahçe olarak görmekteydiler.

Günaydın, dünya ve dünyanın düşmanlık politikaları üreten egemenleri. Ve devamı… Auschwitz’i, Hiroşima’yı, Gulag’ı, Guantanamo’yu, Şırnak’ı, Gazze’yi doğuran ideoloji ve sistem olduğu gibi yerinde duruyor. Bu da devletin sahip olduğu savaş makinası sayesinde bu ölüm yürüyüşünü istediği zaman başlatabileceği anlamına gelmektedir. Uygarlaşma sürecinde değişen tek şey, şiddetin kullanıldığı yerin ve onu kullanacakların değişmesi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.