Trump’ın kör noktası
Forum Haberleri —

.
- Trump, kalıcı istikrar istiyorsa, Katar ve Türkiye’nin İslamcı yönetimlerine yönelik uzun süredir devam eden 'kör nokta'sını ele almak zorunda.
* ERIC R. MANDEL
Kasım 2025, Ortadoğu’daki Arap hükümetleri için adeta bir bayram havasına bürünüyor. ABD’nin “yabancı terör örgütü” listesinden yeni çıkarılan Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray’da ağırlanarak büyük bir onur kazandı; burada Başkan Donald Trump kendisini “iyi, sert bir adam” olarak övdü.
Beyaz Saray ziyaretleri söz konusu olduğunda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MBS) da Washington’da. Haberlere göre Suudi Arabistan, uzun zamandır istediği ABD savunma paktını –en azından Başkan'ın Kongre onayı olmadan sağlayabileceği ölçüde– elde edecek. Bu, 2019’da İran’ın Suudi petrol tesislerine saldırdığı ve Trump’ın ilk döneminde askeri misillemede bulunmayı tercih etmediği günden beri Riyad’ın öncelik listesinin başında yer alıyor. O dönemde F-35 savaş uçakları, sivil nükleer program ve savunma garantileri karşılığında istenen bedel İsrail’le normalleşmeydi. Bugün ise bedel, İsrail’le tam normalleşmenin ertelenmesi pahasına yüz milyarlarca dolarlık Suudi yatırımı gibi görünüyor ama bu yeterli değil.
MBS’nin, Trump’ın 20 maddelik çerçevesinde Filistin devletine giden bir yol ve BM Güvenlik Konseyi’nde Uluslararası İstikrar Gücü oluşturan tasarı taslağına destek güvencesi aldıktan sonra kısmi veya aşamalı normalleşme önerebileceği düşünülebilir.
Suudi yetkililer, 7 Ekim 2023 öncesi bana doğrudan şunu söylemişti: Kendilerini sadece Arap dünyasının değil, geniş anlamda tüm Müslüman dünyasının lideri olarak görüyorlar. Dolayısıyla Riyad’ı İbrahim Anlaşmaları’na dahil etmenin maliyeti, her zaman Birleşik Arap Emirlikleri'nden (BAE) talep edilenden çok daha yüksek olacaktı. Dışarıdan bakanlar BAE ile Suudi Arabistan’ı sıkça aynı torbaya koyuyor olsa da gerçekte bu iki devlet rakip. Yine de her ikisi de Katar’a derin bir nefret besliyor ve Katar’ı, en büyük korkuları olan Müslüman Kardeşler’in finansörü olarak nitelendiriyor – ki onlar bu hareketi doğrudan monarşilerine tehdit olarak görüyor.
Gazze'de rol verilirse
Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır ve Türkiye arasındaki Levant’taki nüfuz mücadelesi son derece sert geçiyor. Trump, kalıcı istikrar istiyorsa Katar ve Türkiye’nin İslamcı yönetimlerine yönelik uzun süredir devam eden kör noktasını mutlaka ele almalıdır. Bu aktörlerin Lübnan, Suriye ve Gazze’nin yeniden inşasında öncü rol üstlenmesine izin verilirse sonuç, İran’ın HAMAS, Hizbullah ve Esad rejimi aracılığıyla bu bölgelerin siyasetini kontrol ettiği dönemden farklı bir biçimde olsa da aynı derecede tehlikeli bir kademeli radikalleşme olacaktır.
Biden yönetimi tarafından Eylül'de “önemli NATO-dışı müttefik” ilan edilen Katar, olağanüstü bir Amerikan savunma paktı aldı. Bu anlaşma, Katar’a yönelik bir saldırıyı fiilen ABD’ye yapılmış saldırı sayıyor. Washington, ayrıca Katar’la ortak eğitim için bir hava üssü tahsisini onayladı. Buna karşın Doha’dan hiçbir taahhüt alınmadı. Bazıları El Cezire’de sözde bir ılımlılıktan bahsediyor; ancak Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan Toby Dershowitz’in de işaret ettiği gibi bu iddialar temenni olmanın ötesine geçmiyor; zira günlük yayın politikalarını belirleyen pek çok kişi hâlâ duygusal ya da ideolojik olarak HAMAS anlatısına bağlı.
Diplomasi kılıfındaki şantaj
Ortadoğu Forumu’ndan Gregg Roman’ın dediği gibi: “Katar kendini vazgeçilmez arabulucu olarak konumlandırıyor, çünkü aracılık gerektiren terör ağlarını bizzat ayakta tutuyor. Bu, diplomasi kılıfına bürünmüş bir koruma şantajıdır. Katar varlık fonu Amerikan üniversitelerine milyonlarca dolar akıtarak entelektüel esaret yaratıyor ve bu işlev bozukluğunun dürüstçe değerlendirilmesini engelliyor.”
En şaşırtıcı taviz: Şara
En tuhaf Amerikan tavizi ise petrolü ya da doğalgazı olmayan Suriye lideri Ahmed eş-Şara’ya verilmiş olabilir. Taraftarları onu “ıslah olmuş bir cihadist, pragmatik bir lidere dönüşmüş kişi” olarak sunuyor. Eleştirmenleri ise “cihadistlerin çizgilerini değiştirmediği, sadece doğru anı beklediği” görüşünde. Tartışmasız olan şu: Şara, DAİŞ ve El Kaide ekosisteminden çıkmıştır ve yakın zamanda müttefik milislerin iki savunmasız Suriye azınlık topluluğu –Dürzîler ve Aleviler– üzerinde katliam yapmasına izin vermiştir. Buna rağmen hem Demokratlar hem Cumhuriyetçiler yönetimle birlikte yaptırım muafiyetleri sunmuş ve anlamlı bir karşılık almaksızın yeniden inşa fonlarının önünü açmıştır; umut, bu rahatlama ve yeni kaynakların yeniden anarşiyi önleyeceğidir.
Neden yeniden angaje?
Bu durum, Washington’ın Ortadoğu’ya yeniden angaje oluşu hakkında temel bir soruyu gündeme getiriyor: ABD aslında ne elde ediyor? Yüz milyarlarca dolarlık yatırım için mi bütün bunlar? Amerikan prestijini ve belki de Amerikan askerlerini otoriter rejimlerin vaatlerine bağlamak akıl kârı mı?
Politika yapıcıları durup düşündürmesi gereken birkaç mesele var:
* Suudi Arabistan’a F-35 gizli savaş uçakları verilirse Riyad’ın Çin’le derinleşen stratejik ilişkisi –ki bu ilişki Suudi Arabistan’ı İran’a yaklaştırdı– hassas Amerikan teknolojisinin açığa çıkma riskini doğurmaz mı?
* İleri teknoloji uçak satışı, Amerika’nın İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğüne yönelik taahhüdünü zedeler mi?
* ABD’nin Arap Yarımadası’nda bir nükleer program kurulmasına yardım ettiği bir senaryoda Suudi monarşisi istikrarsızlaşırsa ne olacak?
Katar örneği
Katar söz konusu olduğunda Washington havuç uzatıyor ama sopa göstermiyor. HAMAS liderleri hâlâ Doha’da rahatça yaşıyor. Yıllarca sivilleri hastanelerde, okullarda ve camilerde canlı kalkan olarak kullanan bir grubun “baskı altına alınması” için Katar’a teşekkür etmek bir taviz sayılmamalı. Artık açıkça görülüyor ki Katar, uzun zaman önce elindeki nüfuzu kullanarak kaçırılan İsrailli sivillerin serbest bırakılmasını sağlayabilirdi. Onlar bunu yapmamayı; ABD de ısrar etmemeyi tercih etti. Ne Demokrat ne de Cumhuriyetçi yönetimlerin hiçbir zaman Emir’e ya da Katar Vakfı’nı yöneten ve Müslüman Kardeşler ideolojisini Batı eğitim kurumlarına ihraç eden annesine gerçek baskı uygulamamış olması hâlâ beni hayrete düşürüyor.
Geçici çıkar örtüşmeleri
ABD’nin Suriye, Katar, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Türkiye ve bölgedeki diğer aktörlerle –İsrail hariç– ilişkileri tamamen çıkar temellidir; ortak değerler üzerine değil, geçici çıkar örtüşmeleri üzerine kuruludur. Bu hükümetler, birkaç yıl içinde yeni bir Kongre ve yeni bir yönetimin işbaşına geleceğini biliyor. Amerikan halkının da karada asker bulundurmaya iştahı olmadığını biliyorlar – ve buna göre riskten korunuyorlar (hedge). Washington bu gerçeği kabul etmek zorunda. Bu, iki partinin de destekleyeceği, dayanıklı ve siyasi geçişlere dirençli anlaşmalar tasarlamak demek.
* Yazar, Ortadoğu Siyasi Bilgi Ağı (Middle East Political Information Network) direktörü ve The Jerusalem Report dergisinin kıdemli güvenlik editörüdür. The Jerusalem Post'ta yayınlanan bu yazısı, özetlenerek çevrildi.







