Dünyayı jeo-mühendislik kurtarabilir mi?

Doğan Barış ABBASOĞLU yazdı —

  • Dünyamızdaki insan yaşamı, yakın bir gelecekte, küresel ısınmanın etkileri nedeniyle ciddi bir tehlike altına girmekle karşı karşıya. Bu tehlikenin önüne geçmek için gün geçtikte daha radikal öneriler öne çıkıyor. Bunlardan en popüleri jeo-mühendislik ile Dünyamızın iklimindeki değişimleri kontrol altında tutmak ya da manipüle etmek.

Dünya bugün, insanlık tarihinin en büyük sınavlarından biriyle karşı karşıya. Küresel ısınma artık soyut bir kavram değil; her yıl daha şiddetli hissedilen sıcak dalgaları, kuraklık, seller ve orman yangınlarıyla hayatlarımızı doğrudan etkileyen bir gerçek.

Bilim insanları küresel ısınma sorununa karşı çözümün reçetesini uzun süredir biliyor: karbon salımlarını azaltmak. Ancak bu yönde atılan adımlar, ne kadar gerekli ve hayati olurlarsa olsunlar, beklenenden yavaş ilerliyor. Artık elektrikli otomobillerin artışı, yenilenebilir enerji yatırımları ve fosil yakıt kullanımının kademeli olarak düşürülmesi, gezegeni ısınma eşiğinden döndürmek için yeterli olmayabileceği açık bir şekilde dile getiriliyor. Bu nedenle giderek daha fazla bilim insanı, “acaba başka bir yol var mı?” sorusunu sormaya başladı.

Bu sorunun cevabında jeo-mühendislik kavramı karşımıza çıkıyor. İnsan eliyle doğrudan iklime müdahale etmeyi hedefleyen bu yaklaşım, bir yandan umut verici, diğer yandan ürkütücü. Çünkü bu kadar kapsamlı bir müdahale hiçbir zaman denenmiş değil. Bir gezegenin iklimini manipüle etmek bir bölgeye yağmur yağdırmakla aynı şey değil.

İklim dengesinin kırılganlığı

Dünya’nın iklim sistemi, hassas bir denge üzerine kurulu. Bir noktasında yaşanan değişim, zincirleme biçimde başka alanlara sıçrayabiliyor. Atmosferdeki karbondioksit oranındaki küçük artış, buzulların erimesine; eriyen buzullar, deniz seviyesinin yükselmesine; bu yükseliş de kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalmasına neden olabiliyor. Buna ek olarak, okyanus akıntılarındaki bir yavaşlama tarım düzenini bozarak, tropik bölgelerdeki yağmur ormanlarının kurumasına yol açabiliyor.

Bilim insanları bu kırılma noktalarını “tipping point” yani geri dönülmez eşik olarak nitelendiriyor. Jeo-mühendislik uygulamalarını destekleyen bilim insanları tam da bu kritik eşiklere ulaşmadan önce sistemin yönünü değiştirmeyi hedefliyor. Bir anlamda bozulmuş bir kum saatinin akışına müdahale etmek gibi. Ama her müdahale, o hassas dengeyi daha da bozma riskini de beraberinde getirmekte.

Atmosferden karbon çekmek

Jeo-mühendislik fikirleri arasında en fazla kabul gören ve en az tartışmalı olan yöntem, atmosferde birikmiş karbondioksitin geri çekilmesi. Bu yaklaşımın temelinde, havayı dev filtrelerden geçirip karbondioksiti ayırmak ve onu güvenli depolama alanlarında saklamak yatıyor. İsviçre’de ve İzlanda’da bu türden tesisler halihazırda faaliyette. Devasa makineler, tıpkı bir elektrikli süpürge gibi havayı emiyor, karbondioksiti ayrıştırıyor ve bazen yerin derinliklerindeki bazalt kayalara enjekte ederek orada mineral formuna dönüştürüyor.

Kulağa umut verici gelen bu teknoloji, ölçeklenme sorunuyla karşı karşıya. Bugün dünyada faaliyette olan tüm tesisler yılda yaklaşık bir milyon ton karbondioksit çekebiliyor. Oysa insanlık, her yıl yaklaşık 36 milyar ton karbondioksit salıyor. Aradaki fark neredeyse ölçülemez düzeyde. Bu yüzden uzmanlar, atmosferden karbon çekmenin tek başına çözüm olamayacağını, ancak salımların büyük ölçüde azaltılmasıyla birlikte uygulanması halinde bir fayda sağlayabileceğini vurguluyor.

Bulutları cilalamak!

Dünya’nın en görkemli doğal yapılarından biri olan mercan resifleri, artan deniz sıcaklıkları nedeniyle hızla yok olmakta. Sıcaklıklar yükseldiğinde mercanlar, besin sağlayan algleri dışarı atıyor ve bembeyaz hale geliyor; bu sürece “mercan beyazlaması” deniyor. Mercanlar beyazladığında hastalıklara ve ölüme daha açık hale geliyor. Bu da sadece mercanların değil, onlara bağlı yüzlerce deniz türünün geleceğini tehdit ediyor.

Bilim insanları bu soruna bir çözüm bulmak için oldukça sıra dışı bir öneri ortaya koydu. Buna göre deniz suyundan elde edilen minik tuz kristalleri gökyüzüne püskürtülecek, Kristaller bulut damlacıklarının sayısını artırarak bulutların daha parlak görünmesini ve daha fazla güneş ışığını uzaya geri yansıtmasını sağlayacaktı. Böylece yüzeydeki suyun sıcaklığı düşecek ve mercanlar bir nebze de olsa korunacaktı.

Avustralya’da Büyük Set Resifi üzerinde yapılan ilk küçük ölçekli deneyler umut verici olsa da bu yöntem, küresel iklim krizinin gidişatını değiştirmek için tek başına yeterli değil. Bilim insanlarının hesaplarına göre, eğer karbon salımı azaltılmazsa, bulutları parlatmak mercanlara birkaç on yıllık bir nefes aldırabilir, sonrasında ise ısınmanın baskısı karşısında etkisiz hale gelir. Yani bu yöntem, zaman kazandıran ama asıl çözümü sağlamayan geçici bir önlem olabilir.

Buz tabakasını kalınlaştırmak

Kuzey Kutbu, küresel ısınmanın en hızlı hissedildiği bölgelerden biri. Uydu görüntüleri, Arktik deniz buzlarının her on yılda yüzde 12’den fazla kayıp yaşadığını gösteriyor. Bilim insanlarının öngörüsüne göre 2040’lı yıllarda yaz aylarında Arktik tamamen buzsuz kalabilir. Bunun etkileri yalnızca kutuplarla sınırlı değil. Zayıflayan buz örtüsü, küresel deniz seviyesini yükseltebilir, jet akımlarını bozarak orta enlemlerde sert fırtınalara neden olabilir ve tüm okyanus dolaşımını altüst edebilir.

Cambridge Üniversitesi’nden bir ekip, bu gidişata karşı sıra dışı bir çözüm üzerinde çalışıyor. Amaçları, deniz yüzeyinin üstüne su pompalamak. Yüzeye çıkan su, kışın donuyor, buz tabakasını kalınlaştırıyor ve böylece yaz sıcaklıklarına karşı daha dirençli hale geliyor.

Bu konuda harekete geçen uzmanlar ilk deneylerde buz birkaç on santimetre kalınlaştırılabildi. Küçük ölçekli bu deneme başarılı olsa da tüm Arktik’i kapsayacak kadar genişletilmesi için devasa enerji ve altyapı yatırımları gerekiyor. Ayrıca bu yöntemin ekosistem üzerindeki olası yan etkiler de henüz bilinmiyor.

Atmosfere toz serpmek

Jeo-mühendislik tartışmalarında en çok ses getiren fikirlerden biri stratosferik aerosol enjeksiyonu. Bu yöntemde, uçaklarla atmosferin üst katmanına sülfür ya da başka yansıtıcı parçacıklar bırakılarak Güneş ışınlarının bir kısmı uzaya geri gönderiliyor. Kulağa çılgınca gelse de tarihsel örnekler, bunun işe yarayabileceğini gösterdi. 1991’de Filipinler’deki Pinatubo Yanardağı patladığında atmosfere yayılan sülfür parçacıkları, Dünya’nın sıcaklığını yaklaşık yarım derece düşürmüştü.

Ancak bu yöntemin bilinmeyenleri çok fazla. Atmosfere büyük miktarda parçacık salmak, küresel yağış düzenlerini bozabilir. Bazı bölgeler aşırı kuraklaşırken, bazı bölgeler sellerle boğuşabilir. Ozon tabakasına zarar verme ihtimali de cabası. Ayrıca bu tür bir girişimin kimin tarafından yapılacağı, hangi ülkelerin fayda sağlayacağı, hangilerinin zarar göreceği büyük bir jeopolitik krizi tetikleyebilir. Bir devletin ya da güçlü bir şirketin kendi başına atmosfere müdahale etmesi, uluslararası ilişkilerde geri dönülmez kırılmalara yol açabilir.

Uzayda güneş şemsiyeleri

Jeo-mühendislik fikirleri arasında belki de en uçuk olanı, Dünya ile Güneş arasına devasa aynalar ya da gölgelikler yerleştirmek. Bu şekilde Güneş’ten gelen ışığın çok küçük bir kısmının engellenebileceği düşünülüyor. Hesaplamalar, gelen ışığın sadece yüzde birinin bile engellenmesinin küresel sıcaklıklarda hissedilir bir düşüş sağlayabileceğini gösteriyor.

Ne var ki bu fikir şimdilik bilim kurgu dünyasının sınırlarında dolaşıyor. Uzayda böyle bir yapının kurulabilmesi için yüz milyarlarca dolarlık yatırım, olağanüstü mühendislik ve uluslararası iş birliği gerekiyor. Ayrıca, bu büyüklükte bir yapının beklenmedik bir şekilde arızalanması ya da yanlış hizalanması, iklim üzerinde öngörülemez sonuçlar doğurabilir.

Jeo-mühendisliğin tehlikeleri ve çıkmazlar

Jeo-mühendislik fikirleri bir yandan heyecan verici, diğer yandan ürkütücü. Her şeyden önce, bu projelerin yan etkileri konusunda elimizde yeterince bilgi yok. Yağış rejimlerinin değişmesi, bazı bölgelerin kuraklığa sürüklenmesi ya da beklenmedik fırtınaların artması ihtimal dahilinde. Küresel ölçekte dev bir deney yapmak, laboratuvarda yapılan küçük bir denemeden çok daha riskli sonuçlar doğurabilir.

Bir başka sorun, yönetim meselesi. Dünyanın iklimine müdahale etme kararı kimin elinde olacak? Birleşmiş Milletler mi, büyük devletler mi, yoksa kendi fonlarını kullanarak projeyi hayata geçirecek bir milyarder mi? Küresel siyasetin parçalı yapısı, bu sorunun kolay kolay çözülemeyeceğini gösteriyor.

Etik tartışmalar da en az teknik sorunlar kadar önemli. İnsanlığın doğaya aşırı müdahalesi zaten bugünkü krizin temel nedeni. Daha büyük bir müdahale, gerçekten çözüm mü getirir, yoksa yeni felaketlerin kapısını mı aralar? Bu soru, jeo-mühendislik çalışmalarının üzerine düşen en ağır gölgeyi oluşturuyor.

Jeo-mühendislik, insanlığın iklim krizine karşı en radikal, en iddialı ama aynı zamanda en riskli yanıtlarından biri. Belki bir gün, sıcaklıkların kontrol edilemez bir noktaya ulaştığı anda, bu yöntemlerden biri “acil fren” olarak devreye girecek. Fakat bilim insanlarının altını çizdiği gerçek şu: Jeo-mühendislik, salımların azaltılmasının alternatifi olamaz. Asıl çözüm hala daha az karbon üretmek, yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştırmak ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmekten geçiyor.

Yani gezegenimiz bir laboratuvar değil. Tek bir deney hakkımız var ve bu deneyin sonucunu tüm insanlık yaşayacak. Jeo-mühendislik belki zaman kazandırabilir, belki geçici çözümler sunabilir. Ama esas hareket noktamız ekolojik sistemle uyumlu toplumsal bir yaşamı inşa etme konusu olmalı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.