Erdoğan’ın çıkmazı ya da bir ikilem
Forum Haberleri —

Erdoğan
- Sahadaki aktörlerin ve faktörlerin fazlalığı ve dinamik gücü Erdoğan’ı sınırlıyor. İlk defa böylesine bir zorlukla karşı karşıya geliyor denilebilir.
MORDEM ALİŞER
4 Kasım’da yapılan seçimde kazandığı kesinleştikten sonra Trump’ın yaptığı açıklamalardan biri Suriye’deki duruma ve Erdoğan’a ilişkin oluyordu. Erdoğan için üst üste “akıllı ol” diyordu. “Aptal olma” demesinin üzerinden sadece birkaç yıl geçmiş oluyordu. Erdoğan’ı akıllı olmaya çağıran Trump dünya çapında gelişen neo-faşist iktidar ve partilerin yeni krallık- imparatorluk düzeninin kurucu kişiliği olmaya hazırlanan kişisiydi. 2000’lerin başında Erdoğan ile güncellenen neo-faşizm Trump ile zirveye çıkıyordu. ABD içinde bir karşı darbe ile dört yılın ardından iktidardan düşürülen Trump iç ve dış finans tekellerinin yeni gücü olarak yeni imparatorluğu ilan etmeye hazırlanıyordu. Ama Erdoğan’a “akıllı ol” diyordu.
Bunu demenin hemen öncesinde İsrail’de bakanlık düzeyinde çok önemli değişiklikler oluyordu. İngiltere’de de aynı şekilde değişiklikler yapılıyordu. Almanya yeni Trump dönemine hazırlık amacıyla neredeyse sudan bir gerekçeyle seçimlerin yapılmasına karar veriyordu. Macron geleneğe de aykırı bir şekilde seçimin ardından çoğunluğu elde eden ittifak güçlerine hükümeti kurma görevini vermiyordu. Ukrayna’da açtırılan savaşı desteklemesi istenen başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa devletleri Trump’ın oyun planı ile yeni pozisyon belirlemeye çalışıyordu. Yeni ideolojik, finansal ve askeri tekel sistemin kaoslu hali içinden çıkıyordu. Her kriz demek ki devrim olup çıkmıyordu. Böyle faşizmler de üretiyordu. Trump öngörülemez değildi. Aşırılıklarını öngörülemez olarak nitelendirmek neyin olup bittiğinin anlamamak demektir. Hitler için de aynı şey söylenecekti. “Çılgındı.” Ama o çılgının ne yaptığı iyi biliniyor. Kapitalizmin tüm hastalıklarını bünyesinde taşıyan bir kişi devlet ve iktidara kavuştuğunda, hele de elinin altında nükleer gibi bir güç varsa, şimdi de yapay zeka ile, diğer bir ifadeyle ideolojik ve kültürel endüstrinin bütün araçlarına hükmediyorsa Kanada’yı da isteyebilirdi, şu Ortadoğu’yu da silip süpürün de diyebilirdi. Ama Erdoğan’dan akıllı olmasını istiyordu. Demek ki Erdoğan akıllı olmayan bazı işler yapıyordu. Ya da yeni dönemin politikalarına uyum göstermesini istiyordu. Belki de “akıllı ol seninle başka işler yapacağız” der gibidir. Erdoğan da bekliyordu. Fakat bu bekleyişin çok tekin olmadığını da biliyordu. Trump ile görüşmek ve ABD’den oyun planı için onay almasına çok ihtiyacı vardı ve bu nedenle bütün ilişkileri devreye koyuyordu.
ABD’nin İsrail ve İngiltere ile birlikte kurguladığı bu planda aslında öyle gizli bir yan yoktu. İsrail’in Gazze saldırısı ile başlayan ve şimdilik Suriye’de rejimin devrilmesi ile sonuçlanan aşamasında neyin hedeflendiği de ortaya çıkıyordu. “Bölge’de bir tek İsrail devletinin olması” yeterli değildi. Bu cümle bile her şeyi açıklamaya yetiyordu. Araplardan yeni devlet kuruluşları olsa bile çok fazla bir şey çıkmayacaktı. Farsların bir devleti zaten vardı. Beluciler gibi toplulukların bölge stratejisini değiştirme gücü çok sınırlıydı. Geride Ortadoğu’nun en yoğun nüfus ve jeo-stratejisine sahip olan Kürtler kalıyordu. 200 yıldır bölgenin başına bela edilen ulus-devletlere karşılık ulus-devlet olmasına, daha önemlisi ulusal kimlik olmasına izin verilmeyerek oyuna dahil edilen ve tam bir kapan-tuzak haline getirilen Kürt sorunu yeni dönemin de şifresini oluşturuyordu. Ama bu defa başka bir şekilde. Kürtlerin devletleşmesi sağlanarak. Yani Kürtlerin devlet olmasının eli kulağındaydı. Başta ABD olmak üzere Uluslararası Koalisyon halinde dünya güçleri Rojava’da yıllardan beri konumlanmış durumdaydı. Bir nevi 1991’in Çekiç Güç durumuna benziyordu. Irak’ın bölünmesinin başlangıcı sayılan 36. paralel sınır haline getiriliyordu. Erdoğan’ın Esad, İran ve Irak ile son yıllarda neden bunca diplomatik faaliyet içinde olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Anti-Kürt pakt güncellenerek sürdürülmek isteniyordu. Aslında Esad rejiminin düşüşü Erdoğan’ın bu çabalarını da bitiriyordu. Erdoğan Şam’a gittiğini sanırken meğersem yeni Kürt devletinin kuruluşuna zemin hazırlıyormuş! “Rab”ın da bir planı varmış demek ki! Şimdi de Rab’ın oyun planına dahil olmak için çalışıyor. Belki de bir anlamıyla dahil edildi. Bunu da çok geçmeden öğrenebileceğiz. Ama Türk ulus-devletin de bir kodu vardı ve kolay kolay bundan vazgeçmek istemiyordu. Bu kodun DNA’sında kesinlikle “Kürt” yazılı olduğunu da zaten kendileri belirtiyor.
Şimdi güncelde en çok tartışılan konuya gelebiliriz. Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı açıklamanın ardından Önder Öcalan’ın bütün heybetiyle güncel politika içinde olduğu ve asla görmezden gelinmeyeceği bütün boyutlarıyla açığa çıkıyordu. Türk devletinin hiçbir mevzuatında “mahpus tutulan bir hükümlü ile görüşme yapılabilir” diye yazmıyordu zaten. Şimdiye kadar hiçbir görüşme de mevzuat dahilinde yapılmıyordu. Bir cezaevi müdürünün mevzuat dahilindeki görüşmesi bile ancak mahpus olan kişinin kişisel sorunu ile ilgili olabilirdi. Ama Önder Öcalan ile görüşülüyordu. Ne zaman? Daha doğrusu neden daha öncesinden de başlayabileceği tahmin edilen görüşmeler kamuoyunun da bilmesi için duyuruluyordu? Daha önemlisi Bahçeli bilinen açıklamaları yaparken Erdoğan’ın durumu, tutumu neden bu kadar tartışmaya yol açıyordu? Emrindeki medya zehirli dili neden kullanıyordu ve çarpıtıyordu? Kayyum atamalarından tutalım suikastlara kadar yok etme saldırılarını durdurmuyordu? Bu Türk devlet aklının ikiye bölünmüş hali miydi? Şüphesiz çok soru ve çok yorum yapılabilir bütün bu konularda.
Bahçeli iki yolu çok açık bir şekilde belirtiyordu. Ya güncellenmiş bir Kürt- Türk ilişkisi ya da boyun üzerinde baş, taş üzerinde taş bırakmamacasına savaş. İki yol da açıktı. Güncellenmiş bir ilişki için Kürt Stratejik Önderliği’nin, Önder Öcalan’ın Meclis’e kadar gelip bu irade beyanında bulunmasının yolunun açık olduğunu belirtmiş oluyordu. Yani bazılarının öyle çok tartıştığı gibi “İmralı- Kandil” arasında ya da “İmralı-Rojava” arasında, “İmralı- DEM Parti” arasında birbirini ne kadar dinlediği ya da dinlemediği sorunu değildi. Sorunun aslında devlet ve iktidar kliklerinin bu çözüm ve güvenlik stratejisini kabul edip etmediğiyle alakalıydı. Sorun Kürt tarafında değil, tam anlamıyla Türk tarafında yaşanıyordu. Önder Öcalan’ın “bir haftada çözme gücüm var” dediği sorunun çözüm tarafında olmayan Türk devletiydi.
Bahçeli’nin dillendirdiği Türk aklının Kürtlerle kurulacak ilişkiyi stratejik olarak kabul etmeye açık olduğu söylenebilir. Erdoğan’da vücut bulan, iktidarla ulaşılan güç ve rantı kaybetmek istemeyen, etrafında çöreklenmiş bir yığın talancının, işbirlikçi ve hain Kürt’ün de içinde olduğu çok önemli bir kesimin akıl ve düşünüşü belli ki bu ilişkiyi taktik olarak değerlendirmeye çok daha yatkın. Dahası Bahçeli’nin klasik devlet formu içinde ama güncellenmiş Kürt ilişkisine açık duran yaklaşımı ile Erdoğan’ın İslami söylem ve kimlikleşmenin vücut bulacağı, Müslümanlık kimliği altında Kürt ve Arapları da içine alan ama kendi hegemonik, kurucu kimliğini önde tutan yaklaşımı arasındaki fark Bahçeli- Erdoğan arasındaki gerilimi daha çok ifade ediyor gibi. Erdoğan’ın mesela İstanbul’u yeni başkent yapma arzusu tam da bu yaklaşıma denk geliyordu. İmamoğlu’na yönelik politikalarının altında böyle bir nedenin de olduğu söylenebilir. CHP’yi işlevsizleştirmeye dönük hamlelerinin altında da bu yeni döneme hazırlık olduğu belirtilebilir.
Erdoğan tam da Bölge’deki duruma göre kendini hazırlamaya çalışıyor. Son AKP Kongresi’nin silik karakteri yanıltıcı olmamalı. Aslında bu hazırlığına denk bir Kongre oldu. Kürt sorununun Bölge’deki yeni dönemin şifresini oluşturduğu gerçeği yok sayılmıyor. Ama bu sorunun geldiği boyuta denk stratejiyi de henüz tam kuramıyor. Sahadaki aktörlerin ve faktörlerin fazlalığı ve dinamik gücü Erdoğan’ı sınırlıyor. İlk defa böylesine bir zorlukla karşı karşıya geliyor denilebilir. İçteki ve dıştaki ilişkilerini en ilkesiz bir şekilde kullanmasını ve kendini kullandırarak yapmasını bilen Erdoğan ABD’nin Bölge’ye ilişkin planı ile Önder Öcalan’ın sunduğu yol haritası -ki tarihsel arka planı çok güçlü olan ve yenilenmiş yol haritasıdır bu- arasında yeni yol haritası oluşturmak istiyor denilebilir. Devlet ve iktidar krizi tam da budur. Erdoğan’ın çıkmazı da tam buradadır. Yeni ABD yönetimiyle kurulacak ilişkiyi bu nedenle çok önemsiyor. Tekrardan Kürtlerin inkar ve imhasına yönelik politikayı sürdürmenin desteğini istiyor. İkisini birbirine yaklaştıran husus PKK’nin ideolojik, siyasal ve örgütsel varlığıdır. Her iki yönetimin kafasını en çok karıştıranın PKK’nin mevcut konumu olduğu açıktır. Halen tam netleşmeyen konu da budur. Önder Öcalan’ın tam da bu zamanda devreye girmesi güncelde de nasıl siyaset üretebileceğini ve olası büyük tehlikeleri bertaraf etmek kadar çözümü sağlama gücünde olduğunu da bize göstermektedir. Erdoğan’ın artık bir karar verme zamanının geldiğini derinden hissettiği söylenebilir.
Tarihsel bir kavşakta olduğumuz kesindir. Belki de Mart ayı ile birlikte sürecin nasıl ve nereye doğru evrileceği daha açık bir şekilde görülmüş olacaktır. Önümüzdeki dönemin temel parametrelerinin neler olabileceğini de sonraki yazıya bırakabiliriz.