Eren Keskin’e ‘Barış ve Demokrasi Ödülü’

Kadın Haberleri —

.

.

  • Diyarbakır Tabip Odası’nın 1995 yılından itibaren her yıl düzenli olarak verdiği ‘Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü’, İHD Eşbaşkanı Eren Keskin’e verildi. “Dünyayı her zaman direnenler değiştirir. Birbirimize çok ihtiyacımız var” diyen Eren Keskin, ödülünü de “Jin, Jiyan, Azadî” diyerek aldı.

BİRCAN DEĞİRMENCİ/AMED

Diyarbakır Tabip Odası’nın 1995 yılından itibaren her yıl düzenli olarak verdiği “Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü” İHD Eşbaşkanı Eren Keskin’e verildi. Tören öncesi pandemi sürecinde insan hakları ihlaline yönelik konuşan Keskin, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeleri ihlal ettiği ve buna yönelik bir denetim mekanizmasının bulunmadığını söyledi.

Diyarbakır Barosu Tahir Elçi Konferans Salonu’nda yapılan ödül törenine çok sayıda sivil toplum örgütü ve siyasi parti temsilcisi katıldı. Tören öncesi kolaylaştırıcılığını Şeyhmus Gökalp’in yaptığı ‘Pademi sürecinde hak ihlalleri” konulu panelde Keskin konuşmacıydı. Gökalp, bu ödülün sadece tabip odasının değil, bu dostluğa, barışa, demokrasiye özlem duyan Diyarbakır halkının verdiği bir ödül olduğuna dikkat çekti. Pandemi sürecinde yaşamını yitiren sağlık emekçilerinin anısını ve acısını unutmayacaklarını belirten Gökalp, cezaevinde bulunan Hülya Alökmen, İdris Baluken, Selçuk Mızraklı ve Çağlar Demirel nezdinde tüm sağlık çalışanlarının bir ön önce özgürlüğüne kavuşmasını istediğini söyledi.

Gökalp, ödülü verdikleri Eren Keskin’in kendini öteki hisseden herkesin, dışlanmışların adalet arayışına destek verdiğini ve daima ezilenlerin yanında olan bir hak savunucusu olduğunu belirtti.

Eren Keskin de konuşmasında pandemi sonrasında daha fazla ağırlaşan hak ihlallerini paylaştı. 30 yıldır bu mesleğin içerisinde olduğunu ancak hiç bu kadar kendini öngörüsüz, çaresiz ve yalnız hissettiği bir dönem olmadığını söyledi. 90’larda da çok ağır bir süreç yaşadıklarını anımsatan Keskin, “Her Diyarbakır’a geldiğimde ilk aklıma düşen Vedat Aydın olur. Sevgili Vedat Ağabey ve bir çok insanı kontrgerilla cinayetleriyle,  işkenceyle kaybettik. Gözaltında kaybedilenler, köy yakmalar oldu.  Çok ağırdı ama o zaman karşımızda şöyle bir devlet yapısı vardı. Hükümetlerin dışında başka bir gücün olduğunu bilirdik. Hatta hükümetlerin çok da yetki sahibi olmadıklarını da bilirdik. İki başlı bir yapı vardı ama yaptıklarını reddederlerdi. Biz yapmadık derlerdi. Şimdi biz yaptık, yaparız, yapacağız diyen bir devlet var. Bence 90’lardaki devlet aklı şu anda hala iktidarda varlığını devam ettiriyor” dedi.


Sözleşmelere uyulmuyor

İnsan haklarını konuşurken mutlaka sistem tartışması yaparak başlamak gerektiğini ifade eden Keskin, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı  insan hakları eylem paketinin trajikomik bir durum olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi:
“Çünkü devlet kendi Anayasasının 90. Maddesiyle, uluslararası hukuku kendi iç hukukunun da üzerinde tutmuş.  AİHS, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere uyulsa bizim kazanılmış birçok hakkımız var. Altına imza atılan bu sözleşmelere uyulsa bizim ifade özgürlüğümüz, yaşam hakkımız, işkence görmeme hakkımız, kadına yönelik şiddet olmaması garanti altında. Ama hiçbiri uygulanmıyor. Maalesef hiçbir denetim mekanizması Türkiye’ye karşı işletilmiyor. Tüm sözleşmeler ihlal ediliyor. Avrupalı devletler Türkiye ile imza ortağı ve denetim mekanizmaları var. Maalesef işletilmiyor. Devletlerarası ilişkilerin temelini insan hakları değil karşılıklı çıkar ilişkileri oluşturuyor.”

İfade özgürlüğü yok

Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını çünkü kimsenin konuşamadığını söyleyen Keskin, “Cezaevinde pek çok insan hakları savunucusu arkadaşımız var. Aysel Tuğluk, Selahattin Demirtaş, İdris Baluken, biz insan hakları mücadelesini birlikte örgütledik ve devleti yönetenler gibi düşünmedikleri için cezaevindeler. 90’larda daha ifade vermeye gittiğin anda kimse tutuklanmazdı, özgürce savunma yapardınız. Şimdi savunmanızdan size ayrıca dava açılıyor. Savunma hakkınız dahi yok. İfade vermeye gittiğiniz anda tutuklanıyorsunuz" diye devam etti. 

İşkencenin yöntemleri değişse de devam ettiğini anımsatan Keskin, “Çıplak arama, sözlü ve fiili taciz, aç- susuz bırakma, tecrit uygulanmaya devam ediyor. Bu coğrafyada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olduğu sürece biz insan haklarından konuşamayız bile. Soylu konuşmasında, ‘Yakalarsanız lime lime edin talimatı verdim’. Yani işkence yapın diyor” dedi.

Cezaevlerindeki açlık grevlerini de hatırlatan Keskin,  “Maalesef Kürtlerden başka kimse bunu konuşmuyor. Hiçbir zaman önerdiğimiz bir yöntem olamaz ama madem ki böyle bir gerçek var, bu durumda biz onları açlık grevine götüren yöntemleri teşhir etmek durumundayız. Özellikle pandemi süreciyle birlikte ağır hastalar tecrite konulmamak için hastaneye gitmiyor. Adli Tıp’ın vicdansız raporları nedeniyle ölümcül durumdaki birçok hasta cezaevinden ölerek çıktı.”

Çıplak arama tartışmalarına da değinen Keskin, bunun yeni bir şey olmadığını hatırlatarak, “Bu coğrafyada 90’larda, 12 Eylül darbe döneminde insanlar değil çıplak arama, çırılçıplak sorgulandılar. Cemaat gözaltıları nedeniyle dillendirilmeye başladığında yeni bir olay gibi tartışılmaya başladı. Nelson Mandela kurallarına göre gözaltına alındıktan sonra insanlık onuruna aykırı muamele yapılamaz. Çıplak arama da kötü muamele olarak geçiyor. Karşımızda bir hukuk devleti olmadığından insan hakları ihlallerini sözleşmelere rağmen tartışmak durumunda kalıyoruz.” 

Kimse reis değil

İstanbul Sözleşmesi’nde kadın beyanının esas alındığını söyleyen Keskin, Sözleşme’de yer alan “Kadına yönelik şiddet konusunda hiçbir örf, adet ve sözde namus kadına yönelik şiddetin gerekçesi olamaz.” maddesini hatırlatarak şunları belirtti:

“Sanırım bunu imzalarken farkına varmadılar ya da okumadan imzaladılar. Bu sözde namus anlayışı devletin temelini oluşturan kutsal ailenin sorgulanması demektir. Kutsal aile ellerindeki tek varlık. Geçen hafta cumhurbaşkanı ailenin reisi erkektir dedi. Bu sözleşmeyi imzalan böyle bir açıklama yapamaz. Çünkü bu sözleşme kadınla erkek arasındaki eşitliği temel olarak alıyor, kimse reis değil. Bu nedenle bu sözleşmeden rahatsızlar.”

Devletin bu kadar fütursuz davranmasında muhalefetin de çifte standardı olduğunu ifade eden Keskin, “İzmir ya da Ankara’da bir kadın şort giydiği için minibüste suratına tekme atılıyor. Bütün kadınlar haklı olarak ayağa kalkıyoruz. Ama Varto’da çıplak teşhir edilen kadın söz konusu olunca maalesef o kadınlar ayağa kalkmıyor" diye konuştu.

Pandemi sürecinin kendileri açısından da olumsuz etkileri olduğunu, kendi toplantılarını zoom üzerinden yapmak zorunda kaldıklarını belirten Keskin, “Cezaevlerine de uzun süre gidemedik. Umarım atlatacağız. Dünyayı her zaman direnenler değiştirir. İstanbul Sözleşmesini bu fütursuzluğa rağmen bu mücadelenin direngenliğinden dolayı geri çekemiyorlar. Bu direngen damarın büyük çoğunluğunu Kürtler oluşturuyor. Birbirimize çok ihtiyacımız var“ şeklinde sözlerini tamamladı.
Konuşmaların ardından Keskin’in 30 yıllık insan hakları mücadelesinin anlatıldığı bir sinevizyon gösterimi yapıldı. Ardından Keskin’e ödülünü Diyarbakır Tabip Odası Eşbaşkanı Elif Turan tarafından verildi. Eren ödülü “Jin, Jiyan, Azadî” diyerek aldı. 

Tüm zamanlarda hak arayışı içinde oldu

Gençlik yıllarından itibaren insan hakları, eşitlik, özgürlük kavramlarına duyarlı olan Eren Keskin, 1995 yılında, bir yazısında "Kürdistan" kelimesini kullandığı için 2.5 yıl ceza aldı ve tutuklandı. Bayrampaşa Cezaevi'nde kaldığı süredeki tanıklıkları, yaşamının kırılma noktasını oluşturdu. Cezaevindeki bir çok kadının gözaltında cinsel saldırıya uğradığını öğrenince, bu suçun cezasız kalmasını kabullenemedi. Cezaevinden çıktıktan sonra Heidi Wedel ile Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'nu kurdu. Tüm toplumsal ve siyasal baskılara rağmen yüzlerce kadın bu büroya başvurdu. Bundan cesaret alan bir çok kadın, uğradığı cinsel saldırıları açıkladı ve tacizcilerden hesap sordu. Cinsel suçlarla mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda toplumda önemli bir farkındalık oluşturdu.

Yine 90'lı yıllarda, bir çok kişinin gitmeye cesaret edemediği, yakılan, yıkılan yerlere giderek canı pahasına sorumlulardan hesap sordu. Gözaltında kayıp ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması, sorumluların yargı önüne çıkarılarak cezalandırılması için önemli bir mücadelenin içerisinde yer aldı.

Eren Keskin, insan hakları mücadelesine adanan bir yaşamdır aslında. Yeri geldi Cumartesi Annelerinin yanında yer aldı, yeri geldi Midyat'ın Zazê köyünde tek başına yaşayan Süryani Dayrayto'nun duyulmayan sesi oldu, yeri geldi hak ihlallerinde dahi 'önceliği' olmayan LGBTİ bireylerin çığlığı oldu. Nerede yer aldıysa kararlı ve cesaretli durdu. Sözünü sakınmadı.

Bu kararlı mücadelesi ve dik duruşu nedeniyle, şu ana kadar hakkında 124 dava açıldı, 26 yıl 9 ay 20 gün hapis ve 431.912 TL para cezası verildi. Ayrıca pek çok kez sözlü saldırı ve hakaretlere maruz kaldı, ölüm tehditleri aldı. Bu ceza ve saldırılar nedeniyle bir çok ülke Eren Keskin'i ülkelerine kabul etmeye hazır olduklarını ifade etmelerine rağmen, Keskin yine net bir duruş sergileyerek, "Ben hiç bir yere gitmiyorum. Mücadelemi cezaevinde sürdüreceğim. Devlet yasalarını değiştirmek zorunda kalacak" dedi. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.