Evrenin kolektif bilinçdışı bilinci
Forum Haberleri —

.
- Evrensel hafıza. Buna göre tarihsel olarak atalarımızın bütün yaşantıları, deneyimleri, bütün bilgileri burada depoludur. Bunlar kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılır.
ELİF AKGÜL ATEŞ
20.yy’da fizik dehalarının bilim alanında yaptıkları devrim niteliğinde keşifler diğer sosyal bilimler, felsefe ve psikoloji alanında da yeni çığırlar açacaktı. Atomaltı dünyanın akıllara durgunluk veren işleyişi, Einstein’in Görelilik kuramları Evren'in işleyiş sırlarının çözümünde yeni ufuklar açıyordu.
Felsefeciler, psikiyatristler de Evren'in bilinç dünyası üzerine teoriler geliştirdi. Kozmik bilincin varlığı düşüncesinden hareketle Evren ve onun bir parçası olan toplumun ve insanın ruh dünyasını yeniden yorumlama arayışlarına girdiler. Açılan bu çığırda kendi cephelerinden doğru insan bilincinin Kozmik bilincin bir halkası olduğunu ifade ediyorlardı. Richard Maurice Bucke, Kozmik Bilinç’i, hayvanlar ve insanların sahip olduğu "basit bilinç", insanın düşünce, akıl yürütme, hayal gücü, deneyim ve bilgisini kapsayan "özbilinç" ve bu özbilincin üstünde "evrensel bilinç" şeklinde tanımlıyordu.
Bu dönem çok sayıda bilim insanı canlı ve cansız dünyada mikro düzeyde cereyan eden yaşamın yasalarının, makro düzeyle paralellik içinde olduğu üzerinde teoriler geliştirdi. Bireyden topluma, toplumdan evrene zincirleme örülen bir bilinç ağı. Evren, doğa ve insan tıpkı rus matruşkası gibi, birbirini kapsayan, birbirinin içinden doğan sistemlerin kombinasyonundan oluşuyordu. Bu durumda biz de Evren'in sonsuz kombinasyonlarının yaşam formlarından oluşan, Evren’in DNA molekülü olmalıydık.
Peki insandaki bilinç ve bilinçaltı nasıl işliyor?
20.yy’da Sigmund Freud, insanlığın gizemli dünyasının derinlerine inerek bilinçaltının sırlarını çözümlemeye çalıştı.
Freud kişisel bilinçaltını, unutulmuş, bastırılmış yaşantıların depolandığı alan olarak tanımlar. Freud’e göre bilinçaltı akıl ve mantığı tanımayan, düşünülmeden ve istem dışı yapılan davranışlardan oluşturmakta. Bilinç tarafından kodlanan bilgiler bilinçaltına aktarılır. Bunlar bilinçten bağımsız işler. Fakat Freud bilinçaltında, daha derinlerde yatan katmanları göremiyordu. Bu katmanlarda bireysel bilinçaltının ötesinde kolektif bilinçdışı yatıyordu.
Aynı dönemde Carl Gustav Jung, evrensel yeni bir teori geliştirecekti. Bu da Kolektif (toplumsal) bilinçdışıydı. Jung, kolektif bilinçdışını söyle tanımlar, "zihinde beden gibi evrimle şekillenmiştir. Dolayısıyla insan geçmiş yaşamlarla ve deneyimlerle zihni aracılığıyla bağlantılıdır. Bu bağlantı sadece kendi geçmişini ve tecrübelerini değil, tüm insanlık tarihinin deneyimlerini kapsar. Birbiriyle ilişkisi olmayan toplumlar benzer koşullarda aynı tepkileri verebilir. Bu da insanoğlunun ortak bilinçaltının bir özelliğidir."
Yani Kolektif Bilinçdışı’nın evrensel boyutta tarihsel olarak evrimleştiğini ifade ediyordu. Evrensel hafıza. Buna göre tarihsel olarak atalarımızın bütün yaşantıları, deneyimleri, bütün bilgileri burada depoludur. Bunlar kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılır. Dil, kültür, mitoslar Kolektif Bilinçdışı’nda depolanıp evrimleşerek soydan soya iletilir. Bunlar insanlığın ortak mirasıdır. Adeta toplumların yaşam deneyimlerinin karakutusudur. İnsanda varolan imgeler, dürtüler, korkular, duygular bu tarihsel süreçlerden süzülerek evrimleşerek gelir. Dolaysıyla atalarımızın yaşam şekli davranışımızın temellini oluşturur.
Jung’a göre Toplumsal Bilinçdışı teorisinin temelini Arketipler (enerjikompleksleri) oluşturmakta. En uç kültürler arasında evrimsel imgeler ve tasavvurları içeren Arketipler varoluşsal kodlardır. Bu zihinsel fenomenler bilgi birimleri gibidir. Genlerle bağlantı içindedirler. İnsanların ruhsal evrimi bu “Arketip”ler sayesinde eski zamanlardan beri var olan evrensel imgeler, belli davranış kalıplarıyla kendi kendini organize ederek kuşaktan kuşağa aktarılır.
Jung canlıların doğasını betimlerken düşünce, duygu, duyum ve sezgiler üzerinde durmakta. Sezgileri, genellikle mantığa ve yargılamaya dayanmaksızın gelecekte olabilecekler hakkında bazı düşüncelerin, tahminlerin içgüdüsel olarak hissedilmesi şeklinde tanımlar. Jung’un bu tanımlaması atomaltı parçacıkların sezgiselliği kuramıyla örtüşüyordu.
Jung, simya bilimiyle de ilgilenir. Simyayı madde ve ruhun bütünleşmesini, zıtların birliğini ve ruhsal dönüşümün araştırmasını sunan bir bilim olarak tanımlar. Bir psikoloji kuramının karşıtlık ilkesine dayanması gerektiğini belirten Jung, bu ilkenin olmaması halinde sağlıklı bir denge oluşturulamayacağı için kendi kendini otomatik ayarlayan bir sistem olmayacağını vurgulamakta.
Jung’a göre maddi koşullar toplumun ruh dünyasını şekillendirdiği gibi, ruh dünyası da maddi koşulları şekillendirir ve bütünlük oluşturur. Jung’un teorileri kuantum felsefesiyle, diyalektikle bütünleşiyordu. Mesela Einstein’nin Özel Görelilik teorisi kütlenin enerjiye, enerjinin kütleye dönüşebileceğini kanıtlaması; maddenin ruhsuz, ruhun maddesiz olamayacağını gösteriyordu. Buna göre maddi evren ve düşünce birbirinden kopuk ele alınamaz. Karşılıklı etkileşim içindeler.
Jung, Evren’de yaşanan devinimin insan psikolojisi özerinde de etki yarttığını, gezegenlerin Kollektif Bilinçdışı’nın fonksiyonel özelliklerini taşıdığını savunur. Evren'in döngüsünün, canlıların ruh dünyası üzerindeki etkileşimine açıklık getirir.
Yung bu teorileriyle Evren'in bilinç dünyası, toplumların evrimsel değişimi teorisine yeni bir kapı aralayacaktı.
Kuşkusuz bu teori sosyal bilim alanında da yankı bulacak, sosyal bilimcileri yeni arayışlara sürükleyecekti. Bu ilişkiyi irdeleyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kuantumla kozmosun orta yerinde duran insanı 'mikro kozmos' olarak Evren'in bir özeti olduğu şeklinde tanımlamakta. Atomaltı parçacık ve dalgalardan en gelişmiş DNA moleküllerine kadar maddenin gelişim tarihini depoladığını ve bu süreçleri toplumsal evrim ile tamamladığını söylemekte. Bu görüşünü, olmayan bir şeyden yeni bir şey doğmaz şeklinde özetliyordu.







