Gerçekleri beyinlere çiviyle çaktık
Dosya Haberleri —

Cumartesi yakınları/Meclis
Meclis Komisyonu’nda konuşan Cumartesi Annesi İkbal Eren:
- Karşımızda devletin temsilcileri vardı. Sorunun öznesi olarak memleketin gerçeklerini yüzlerine söyledik, hatta beyinlerine çiviyle çaktık. Karşımızda bu kayıpları yaratan geleneğin temsilcileri de vardı. Onların gözlerinin içine bakarak konuşmak zor olsa da önemli bir görevdi ve biz de bunu yerine getirdik. Gerçekle yüzleşmesini sağladık.
- Umarım samimidirler. Komisyonda sanki herkes sıradan bir görev yapıyormuş gibiydi. İşlerini yapıp mesai bitince evine gidiyorlarmış gibi bir hava sezdim. Duygusal tepkiler, üzülmek ya da ağlamak çözüm değil. Eğer mesele orada kalırsa hiçbir şey değişmez. Önemli olan gerçeklerle yüzleşmek ve somut adımlar atmaktır.
- Yine adım atılmazsa biz mücadelemize devam edeceğiz. “Biz orada derdimizi anlattık, artık bitti” diye bir durum yok. Son kemiğimiz bulunana kadar Galatasaray’da mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Komisyon’a da bunu açıkça söyledik: Biz vazgeçmeyeceğiz. Bu meseleyi çözmek isterlerse çözebilirler; çözmezlerse de bu onların tercihi olur.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Cumartesi Annelerinden İkbal Eren, 1980’de gözaltında kaybedilen abisi Hayrettin Eren’in hikâyesini ve yıllardır sürdürdükleri hakikat mücadelesini, Kürt sorununa çözüm amacıyla kurulan Meclis Komisyonu’nda anlattı. “En azından kayıplarımızın belgelere geçtiğini görmek için oradaydık” diyen Eren, devletin geçmişle yüzleşmesi gerektiğini vurguladı.
Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünü hedefleyen "Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nun beşinci oturumunda asker ve polis yakınları ile Cumartesi ve Barış Anneleri dinlendi. Komisyon’a davet edilen Cumartesi İnsanları’ndan İkbal Eren, Besna Tosun ve Maside Ocak, toplantıda sunum yaparak 584 kişilik kayıp listesi ve kayıpların akıbetine dair kapsamlı bir rapor sundu.
1980’den bu yana kayıplar için sürdürülen mücadelenin temsilcilerinden olan İkbal Eren, Komisyon’da yaptığı konuşmada hem abisinin kaybedilişini hem de Cumartesi Anneleri’nin 30 yılı aşkın süredir Galatasaray Meydanı’nda dile getirdiği adalet talebini gündeme taşıdı.
Komisyon’da yaşananlara ilişkin sorularımızı yanıtlayan İkbal Eren, kayıpların akıbetinin açıklanması ve faillerin yargılanması talebinin yerine getirilmesinin ülkenin geleceği açısından en önemli kazanımlardan biri olduğunu dile getirdi. 14 yıl önce o dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan ile Dolmabahçe’de gerçekleşen görüşmeyi hatırlatan İkbal Eren “Umarım samimidirler. Önceki deneyimlerimiz bizi hayal kırıklığına uğrattı ama beklentimiz net: Hakikat Komisyonu kurulmalı, arşivler açılmalı ve gerçekler ortaya çıkarılmalı” dedi.
Komisyona giderken hangi duygular içindeydiniz ve nasıl karşılandınız?
Giderken oldukça canlı bir ruh hali içindeydik. Bu, doğrudan Meclis’ten gelen bir davetti. Hem kayıplarımızı ve yaşanan süreci anlatmaya hem de taleplerimizi sıralamaya yönelik ciddi bir hazırlık yapmıştık. Bunun vermiş olduğu bir yorgunluk ve bir heyecan da vardı. Ancak beklentimizi soracak olursanız, çok yüksek bir beklentiyle Komisyon’a gitmedik.
Bunun nedeni neydi?
Bunun nedeni, daha önceki deneyimlerimizdi. Komisyon’a giderken asıl amacımız, en azından kayıplarımızın kaybedildiğine dair belgelerin resmi kayıtlara geçmesini sağlamaktı. Bunu başarabileceğimizi düşünerek gittik.
Komisyon’da size tanınan süre 10 dakikaydı. Bu yeterli miydi ve atmosfer sizin açınızdan nasıldı?
Komisyon’da üç kişiydik ve her birimize 10 dakika olmak üzere toplam 30 dakika konuşma süresi verildi. Bu sınırlı sürede derdimizi anlatmaya çalıştık. Toplantı başlamadan önce bazı milletvekilleri yanımıza gelerek hal hatır sordular. Bizi DEM Parti karşıladı. Salona girdiğimizde ise iktidar ve muhalefet milletvekillerinin çoğu oradaydı. Daha sonra Numan Kurtulmuş açılış konuşmasını yaptı. Tamamını hatırlamıyorum ama “Geçmişe dönmenin kimseye faydası yok” gibi bir ifade kullandı. Oysa biz geçmişin hesabını sormak için oradaydık. Konuşmaya önce ben başladım ve geçmişi konuşmadan bugüne gelemeyeceğimizi vurguladım. Abimin nasıl kaybedildiğini anlatmaya çalıştım. Zaman sınırlıydı, söylemek istediklerimin hepsini aktaramasam da ana hatlarıyla derdimizi dile getirdim.
Konuşmanızda hangi konulara değindiniz?
Gözaltında kayıpların akıbetini araştıracak ve taleplerimize karşılık verebilecek bir Hakikat Komisyonu kurulması talebimizi belirttim. Ama bunun yalnızca şeklen değil, bilimsel çalışmaya dayalı, içinde akademisyenlerin, kayıp yakınlarının da yer aldığı, planlı ve programlı bir şekilde kurulması gerektiğini söyledim. 1980’de abim gözaltında kaybedildiğinde aynı dönemde Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan, Mustafa Asım Hayrullahoğlu da oradaydı. Onların faili meçhul olmadığını söyledim. Çünkü failleri belli, tanıkları var. Bu nedenle faillerin yargılanması gerektiğini talep ettim. Ayrıca içinde çok önemli belgeler bulunan Cemil Kırbayır dosyasını Komisyon’a sundum. Bu dosya, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu tarafından 9 Şubat 2011’de araştırılmış, Cemil’in öldürüldüğü belgeler ve tanıklarla ortaya konmuş, Meclis tarafından raporlaştırılmıştı. Ancak Adalet Bakanlığı, “zamanaşımı” gerekçesiyle işleme koymamış ve dosyayı kapatmıştı. Bizim için bu çok önemliydi, bunu özellikle vurguladık.
Toplantıda Maside Ocak, abisinin nasıl kaybedildiğini ve cansız bedenini nasıl bulduklarını anlattı. Besna Tosun ise dedesinin nasıl katledildiğini ve babasının nasıl kaçırıldığını paylaştı. Bu tanıklıklar, bizim 30 yıldır Galatasaray Meydanı’nda tüm kayıplar için verdiğimiz mücadelenin yalnızca birkaç örneğiydi. Aslında bütün kayıplarımızı anlatmak isterdik; nitekim dosyamızda hepsinin listesini verdik. Ama maalesef buna zamanımız yetmedi.
30 yıldır Galatasaray Meydanı’nda, bireysel olarak da 45 yıldır abinizin akıbetini soruyorsunuz. Verilen sürede yaşadıklarınızı anlatmak…
Biz de kendimize sorduk: Bu kadar şeyi 10 dakikada nasıl anlatabiliriz? Ama Komisyon kendi içinde böyle bir format belirlemiş. Gruplara 30 dakika, derneklere ve STK’lere 20 dakika söz vermek üzerine karar almışlar. Yine de bir esneklik sağlandı. 10 dakika dolduğunda sözünüz kesilmiyor, kısa sürelerle uzatmanıza izin veriyorlar. Böylece 10 dakikalık konuşma 15 dakikaya çıkabiliyor. Bize de bu esneklik tanındı.
Ama 45 yıllık bir mücadele birkaç dakikaya indirgenemez. İstediğimiz Hakikat Komisyonu kurulursa, elbette bu süreler çok daha uzun olacaktır.
Siz konuşurken içerideki atmosfer nasıldı? Gözlemlerinizi anlatır mısınız?
Bizi dinleyenlerin çok etkilendiğini gözlemledim. Hatta bazı milletvekilleri ilk defa bu anlattıklarımızı duymuş gibiydi. Özellikle Besna Tosun’un sunumu herkesi çok etkiledi. Bu hikâyeleri duyan insanım diyen hiç kimsenin etkilenmemesi mümkün değil. Sunumdan sonra salonda bulunan birçok milletvekili yanımıza gelerek acımızı paylaştıklarını ve üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getireceklerini söylediler. Salonda bulunan çok az milletvekili bizden uzak durdu. Esas olarak biz taleplerimizi dile getirmek istiyorduk. Bunu hem sözlü olarak hem de detaylı bir dosyayla Komisyon’a ilettik.
Meclis Başkanı ve aynı zamanda Komisyon’a başkanlık eden Numan Kurtulmuş da yanınıza geldi. Size dönük yaklaşımları nasıldı?
Aslında 30 yıldır Galatasaray Meydanı’nda anlattığımız şeylerden farklı bir şey söylemedik. Biz her hafta bir kaybın hikâyesini anlatıyoruz. Kayıpların kaybedilme şekilleri birbirinden çok farklı değil. Hepsi evinden, sokaktan bir biçimde beyaz Toroslarla alınıp kaybedildiler. Toplantı bittikten sonra Numan Kurtulmuş yanımıza geldi. “Acınız acımızdır, bu konuda hepimizin üzerine düşeni yapması gerekir” dedi. Etkilendiği belliydi. Onun dışında salondaki diğer milletvekillerinin belki dörtte üçü yanımıza geldi. Çoğu “Bundan sonra biz de üzerimize düşeni yapacağız” dediler. Bu bizi de şaşırttı.
Galatasaray Meydanı’na geldiğini söyleyen milletvekilleri oldu. Komisyon’dan çıktıktan sonra gelip özellikle Besna Tosun’a “Size bir baba olarak sarılabilir miyim?” diyen milletvekilleri oldu. Sarılıp ağlayan milletvekilleri oldu. Ama önemli olan bu meselenin duygusal boyutta kalmaması ve taleplerimiz doğrultusunda Komisyon’un çalışması.
Karşınızda devletin de temsilcileri vardı, değil mi? "Meçhul"lerin faillerini aradığınız yer miydi orası? Nasıl hissettiniz?
Karşımızda devletin temsilcileri vardı. Biz, sorunun öznesi olarak memleketin gerçeklerini onların yüzüne söyledik, hatta beyinlerine çiviyle çaktık. Ben kayıplarımıza “faili meçhul” demiyorum; çünkü failleri belli ve biz de “Kayıplar nerede” diye soruyoruz. Karşımızda bu kayıpları yaratan geleneğin temsilcileri de vardı. Dolayısıyla bu bizim için çok zordu.
Farklı düşünceden insanlara bunları anlatmak, onlarla yüz yüze gelmek beni rahatsız etti. Ama onların gözlerinin içine bakarak konuşmak, ne kadar zor olsa da önemli bir görevdi ve biz de bunu yerine getirdik. Böylece onların bir gerçekle yüzleşmesini sağladık.
Bu Komisyon’un ne kadar samimi ve çözüm odaklı olduğunu zaman gösterecek. Taleplerimize ne kadar yanıt verilir, gerçekten görevlerini yerine getirir mi yoksa yalnızca bir prosedürü mü tamamlar, bunu hep birlikte göreceğiz. Geçmiş deneyimlerimizden kaynaklı kuşkularımız ve endişelerimiz var. Ancak, artık kayıtlara geçen Cumartesi Anneleri ve kayıplarımız var. Bundan sonra onlar adım atmasa bile biz takipçisi olacağız. Bizim talebimiz net: Kayıplarımızın akıbeti açıklansın, failleri yargılansın ve halk önünde hesap versinler. Bunun peşini bırakmayacağız.
Komisyona sunduğunuz 584 kişilik kayıp listesi devletin geçmişle yüzleşmesi açısından kritik bir belge. Meclis’in bu dosyaları ciddiyetle ele alması ve bir Hakikat Komisyonu kurulması barış sürecinde nasıl bir rol oynayabilir?
Komisyona sunduğumuz 584 kişilik listedeki isimlerden çok daha fazla faili meçhul cinayet olduğunu biliyoruz ve bunu da orada dile getirdik. Bu kadar insanın devlet eliyle kaybedildiğini devlet kabul ettiğinde ve 584 kişinin akıbetini açıkladığında, geriye ne kalıyor ki?
Bu mesele, devletin özür dileyip dilememesiyle ilgili değil. Devlet özür dilese de dilemese de fark etmez. Asıl mesele, gerçeklerin ortaya çıkarılmasıdır. Bu yönde atılacak samimi bir adım, bu ülkenin geleceği için en önemli kazanım olacaktır. Eğer 584 kişinin akıbeti açıklanırsa zaten geriye bir şey kalmaz.
En son 14 yıl önce dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından Dolmabahçe Sarayı’na davet edilmiştiniz. Aradan geçen zamanda yine aynı taleplerle Meclis’te dinlendiniz. Eğer bu kez de somut bir adım atılmazsa ne olacak?
Bu onların kararı. Eğer yine adım atılmazsa biz mücadelemize devam edeceğiz. “Biz orada derdimizi anlattık, artık bitti” diye bir durum yok. Son kemiğimiz bulunana kadar Galatasaray’da mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Komisyon’a da bunu açıkça söyledik: Biz vazgeçmeyeceğiz. Bu meseleyi çözmek isterlerse çözebilirler; çözmezlerse de bu onların tercihi olur.
Son olarak, sizce Meclis’in atacağı ilk somut adım ne olmalı?
Umutlarımızı hiç tüketmiyoruz. Önceki deneyimlerimiz bizi hayal kırıklığına uğrattı ama beklentimiz net: Hakikat Komisyonu kurulmalı, arşivler açılmalı ve gerçekler ortaya çıkarılmalı. Güven konusuna ne kadar anlam yükleyebilirim bilmiyorum. Bizim başka seçeneğimiz yok: Bekleyeceğiz, mücadele edeceğiz ve bu sürecin takipçisi olacağız.
Umarım samimidirler. Komisyonda sanki herkes sıradan bir görev yapıyormuş gibiydi. İşlerini yapıp mesai bitince evine gidiyorlarmış gibi bir hava sezdim. Duygusal tepkiler, üzülmek ya da ağlamak çözüm değil. Eğer mesele orada kalırsa hiçbir şey değişmez. Önemli olan gerçeklerle yüzleşmek ve somut adımlar atmaktır. Milletvekillerinin bu konudaki samimiyetini gözlemleyeceğiz. Açıkçası bana çok da samimi gelmediler. Yine de umarım hepimiz için iyi bir adım atılır.







