Geride kalanlar ne yapacak?
Kültür/Sanat Haberleri —

.
- The Leftovers tüm fantastik görünümüne rağmen, ayakları son derece yere basan, hayatın içinden, hatta şahsi fikrimce son derece içinden, oldukça sert ve acımasız bir dizi. Ölümü, ölülerle kurulan bağı, geride kalan olmanın ne demek olduğunu tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.
ZABEL MİRKAN
Tom Perrotta’nın aynı isimli kitabından uyarlanan “The Leftovers” (Kalanlar) HBO tarafından 3 sezon süren bir diziye uyarlandı. Dizinin senaristi, efsanevi Lost dizisinin senaristlerinden de olan Damon Lindelof.
Dizinin kadrosunda Justin Theroux, Liv Tyler ve Christopher Eccleston gibi isimler var.
The Leftovers’ın konusu özü itibariyle yaklaşık 140 milyon insanın bir anda ortadan kaybolmasından ibaret. Fantastik bir şekilde değil, öyle derin bir hikâyeyle değil; insanların eşleri ve çocukları birden ortadan kayboluyor ve buna “Ani Ayrılış” ismi veriliyor.
İnsanların esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmasından sonra “Günahkâr Geriye Kalanlar” adında bir tarikat doğuyor. Bu insanlar, dünyanın sonunun geldiğini ve insanların hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam etmelerinin anlamsız olduğunu vurguluyor ve bunu diğer insanlara göstermeye çalışıyorlar. Hatırlatma yöntemleri arasında son derece acımasız olan girişimleri de var. Tarikat mensupları kefeni andıran beyaz kıyafetler giyiyorlar, diğer insanlarla ve kendileri arasında konuşmayarak, kâğıda yazdıkları cümlelerle iletişim kuruyorlar ve sürekli sokakta ayakta durup sigara içerek kendilerini diğer insanlara göstermeye çalışıyorlar. Ani Ayrılış’ın yaşandığı tarih olan 14 Ekim’de de her yıl başka bir “anma” düzenliyorlar. Bunların arasında en acımasız ve şahsi fikrimce televizyon tarihinin en iyi sahnelerden ve fikirlerden olan bir sahne ortaya çıkıyor ki, zaten bu düzenek 1. sezonun da finalini oluşturuyor. O nedenle yazının bundan sonrası spoiler, diziye dair bilgi, içeriyor.
Günahkâr Geride Kalanlar tarikatı, Ani Ayrılış’ın yıldönümünde, kaybolanların yüzlerini balmumuna benzer heykellerle ve kayıpların giysileriyle kayboldukları zamanı canlandırmaya çalışıyorlar. Bu canlandırma şöyle gerçekleşiyor; örneğin yemek masası hazırlarken meyve suyu almak için arkasını dönen kadın, masaya döndüğünde çocuklarını ve kocasını bulamıyor. Canlandırma gününde kadın uyanıp alt kata indiğinde, aynı yemek masasında çocuklarının ve kocasının balmumu heykellerini görüyor ve sinir krizi geçirerek ağlamaya başlıyor. Diğer tüm kayıp yakınlarının evinde de aynı canlandırma acımasızlığı yaşandığı için kasabada inanılmaz bir kaos çıkıyor. Ve kayıp yakınları tarikat üyelerini öldüresiye dövüyor. Hatta bazıları silahla tarikat üyelerinin peşinden koşuyor ve onların kaldıkları devasa evi yakıyor.
Diziyi farklı ve özgün kılan, ortadan kaybolan insanların nasıl kaybolduğuna değil de geride kalanların neler hissettiklerine ve yaşadıklarına odaklanıyor olması. Örneğin başroldeki Kevin (Justin Theroux) hiçbir kaybı olmamasına rağmen, kasabadaki polis şefi olduğu ve tüm bu süreçlere tanıklık ettiği için, içinden çıkamadığı bir durumda buluyor kendisini. Uyurgezerlik sorunu baş gösteriyor ve uyandığında kendini nerede olduğunu, nasıl o işin içinde olduğunu anlamadığı durumlarda buluyor.
Yakınları kaybolanlardan bazıları bu sessiz tarikata katılıyor, bazıları bağımsız bir şekilde; ama ekseriyetle bir yerlere savrularak bu sürecin üstesinden gelmeye çalışıyor. Kimileri ise kendini kiliseye, dine adıyor. Kimi insanlar mucizelere inanmaya, olmayacak senaryolara inanmaya başlıyorlar ve kayıplarının ölmediğine, başka bir yere gittiklerine ikna olmaya çabalıyorlar. Hatta çoğu bu düşünce sayesinde yaşamına devam ediyor.
Bu açıdan bakıldığında insanların ölümle ve ölülerle kurduğu bağın anlaşılması açısından somut bir tablo sunarken dizi, insanın aklına bu topraklarda kaybedilen ve cansız bedenleri dahi bulunamayan, bir mezarları bile olmayan insanları getiriyor. Örneğin Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın verdiği mücadeleyi ve yaşadıklarını düşünüyor. Benzer bir şekilde çocukları, eşleri ve sevdikleri bir anda kaybolan Cumartesi Anneleri/İnsanları, hâlâ cenazelerine ulaşamayan gerilla anneleri de bu toprakların geride kalanları diye insan düşünmeden edemiyor.
The Leftovers tüm fantastik görünümüne rağmen, ayakları son derece yere basan, hayatın içinden, hatta şahsi fikrimce son derece içinden, oldukça sert ve acımasız bir dizi. Ölümü, ölülerle kurulan bağı, geride kalan olmanın ne demek olduğunu tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor. 3 sezon süren dizinin final bölümü ise ağır bir drama filmine taş çıkartan cinsten. Fonda çalan müzikler de dizinin bonusu. İyi seyirler!