Evdilmelîk’in direniş ruhu Amed’de

Kültür/Sanat Haberleri —

Havin Funda Saç

Havin Funda Saç

  • “Gecikmiş Ağıt” belgeseli ile Evdilmelîk’in sessiz kalmış öyküsünü beyaz perdeye taşıyan Havin Funda Saç: Amed’de bir araya gelen yüz binler sadece konser dinlemedi; kendi tarihsel direniş çizgilerini, ‘Beri her tiştî ez Kurdim’ diyen Evdilmelîk’in mirasını yeniden sahiplendi.
  • Binlerce insanın aynı anda Kulîlka Azadî’yi söylemesi, 90'larda yasaklara, baskılara rağmen üretilen o devrimci müzik çizgisinin bugün yeniden meydanlarda yankılanmasıydı, ‘Biz hâlâ buradayız, o ses hâlâ bizim’ diyordu.
  • Umarım bu yeniden bir araya gelişler sadece tekrar ve nostaljik bir arayışın çabası olarak kalmaz. Yeniden kolektif anlayışla üretilen değerli çalışmalara tanıklık ederiz. Olmayanın, inkar edilenin müziğini yaptılar. Şimdi var olanın müziğine ihtiyaç duyuyoruz artık.

HİKMET ERDEN

Yönetmen Havin Funda Saç, Koma Amed’in Amed’deki tarihi konserinde, yüz binlerin Evdilmelîk’in yarattığı kolektif direniş kültürünü ve tarihsel hafızayı sahiplendiğini söyledi.

Evdilmelîk’in Amûdê’nin dar sokaklarında bir çocuk olarak başlayan yolculuğu, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne uzanıyor. Gerçek adı Evdilmelîk Şêx Bekir olan “Melek”, genç yaşta sazı, defi ve sesiyle direnişi hayal etti, kimliğiyle müziği birleştirdi. 1988 yılında Ankara’da kurulan Koma Amed, onun sesinin yankısıydı. Albümleri Kulîlka Azadî (1990), bir kuşağın marşı hâline geldi. İnkar ve diriliş ikileminde “Beri her tiştî ez Kurdim”, “Kulîlka Azadî” ile Evdilmelîk, bir kuşağın dili, kimliği ve direniş sesi oldu. Dağlara yürüdü, adı “Cuma” oldu. Sanatla buluşturduğu hafıza ve direnişi Kürdistan dağlarında özgürlük notalarına dönüştürerek toprağa düştü. Ardında soylu ve direnen bir müzik, kimlik ve hafıza bıraktı.

Yıllar sonra Amed Newroz Meydanı’na yüz binler aktı. Koma Amed’in konserinde alanı dolduran halk, yüreklerinde Melek’i taşıyordu. Yüz binler Kulîlka Azadî’yi birlikte seslendiriyordu. Bir halkın diriliş, direniş ve özgürlük hafızası, Evdilmelîk’in sesiyle, mücadele mirasıyla ve özlemleriyle buluşuyordu.

“Gecikmiş Ağıt” adlı belgesel ile Evdilmelîk’in sessiz kalmış öyküsünü beyaz perdeye taşıyan Kürt yönetmen ve oyuncu Havin Funda Saç ile Evdilmelîk’i ve onun izini taşıyan Koma Amed’in tarihi konseri ile Kürt müziğinde direniş ve yurtseverlik çizgisinin toplumsal hafızadaki yerini konuştuk.

Belgeselinizin adı ‘Gecikmiş Ağıt’. Evdilmelîk’in hak ettiği kadar anlatılmamasına bir sitem mi?

Evet, bir sitem içeriyor. Özellikle lise ve üniversite yıllarımda, başta Koma Amed olmak üzere MKM’nin müzik gruplarından çok etkilendim. Kürtçeyi neredeyse bu grupların şarkılarından öğrendim diyebilirim. Koma Amed’i dinlerken Evdilmelîk’in sesi hep yüreğime dokunurdu. Bu sesin ardındaki insanı merak ettim ama hakkında hatırı sayılır bir bilgiye ulaşamadım. Sanatıyla, sesiyle, stranlarıyla ve tavrıyla bir dönemin ruhu ve bilinci haline dönüşen bu sesle ilgili bir roman, bir öykü, bir film olmaması yaraladı beni. Evdilmelîk sadece bir ses değil, aynı zamanda bir dönemin ruhunu, direnişini ve kimlik arayışını taşıyordu. O, grubuna yalnızca müzikal bir ton değil, bir anlam, bir vicdan kazandırmıştı. Ben de “Gecikmiş Ağıt”ı çekerken aslında o eksik hikâyeyi tamamlamak, onun üzerinden yakın dönem tarihine ve o dönemin sessiz kalmış yüzlerine bakmak istedim.

 

 

Evdilmelîk’in fotoğrafları ve posterleriyle yüz binlerce insan Newroz meydanını doldurdu. Bu size neler hissettirdi?

Yıllardır Diyarbakır, Van gibi şehirlerde eylem yapmanın yasaklandığı bir zamandan sonra direniş şarkıları etrafında gösterilen bir irade beyanıdır. Bu toplumsal refleksler çok kıymetlidir. Fakat sanatçılar da Koma Amed’in 30 yıl gibi bir süre içerisinde üretilenin hafızada bıraktığı etki öncesiyle aynı değil. Haliyle toplum 30 yıl öncesini sahipleniyorken bu süre içerisinde gelişen müzik aynı etkiyi yaratamıyor. Bu bir sıkıntıya işaret ediyor. Burada Kürt sanatçılarının ürettiği kolektif eserlerin toplumun kolektif hafızasında yer edindiğini görüyoruz. Bu konser yaratılan bu kolektif hafızanın sonucudur. 30 yıllık süre içerisinde kolektif üretimden kopup bireysel çabalarla geliştirilen müzik aynı etkiye sahip olamadı. Bu sanatçıların nedenlerini kendilerinin sorgulayıp cevaplandırabileceği bir husus. Benim ve kuşağımın hafızasında kolektif üretilen müziğin çok değerli ve dönüştürücü bir etkisi var. Yüzlerce genç bu anlayışla üretilen şarkılardan etkilenerek direniş mücadelesine katıldı.

Biliyorsunuz, yakın tarih Kürt sanatında ‘Kom müzik’ geleneği, özelinde Koma Berxwedan, Koma Amed, Koma Agire Jiyan, Koma Çîya ve birçok grup Kürt gençliğinin siyasi ve kültürel bilincinin oluşmasında çok tarihi ve önemli bir rol oynadı. Fakat ne yazık ki bireysel olan müzik üretimi kolektif olanın önüne geçince aynı etkiyi sürdüremedi. Dönüp baktığımızda son 30 yılda bireysel arayışlar sonucu üretilen müziğin aynı etkiyi yansıtmadığını görebiliyoruz. Umarım bu yeniden bir araya gelişler sadece tekrar ve nostaljik bir arayışın çabası olarak kalmaz. Yeniden kolektif anlayışla üretilen değerli çalışmalara tanıklık ederiz. Olmayanın, inkar edilenin müziğini yaptılar. Şimdi var olanın müziğine ihtiyaç duyuyoruz artık.

Peki, o meydanı dolduran yüz binler, sadece bir konsere mi geldi, yoksa kendi tarihsel ve direniş çizgilerini yeniden ifade mi ediyorlardı?

Orada net bir mesaj vardı. Halkımızın, direnişin müziğini nasıl sahiplendiğinin en iyi kanıtıydı. Konser alanını dolduran yüz binlerce binlerce kişi sadece bir konsere katılmak için toplanmadı. 1990'lı yıllarda Kom müzik geleneği Kürt müziğinde sadece sanatsal bir yönelim değil, aynı zamanda politik bir duruşun ve toplumsal direnişin sesi haline geldi. Yasaklanmış bir dilde, yasaklanmış bir kültürün kalbinden yükseliyordu bu sesler. Kom geleneği, 90'ların karanlık yıllarında Kürt halkının hafızasını diri tutan en güçlü kültürel damar oldu. Amed’deki o görkemli konser, o kollektif ruhun yeniden hayat bulduğu bir andı ve bu ruha nasıl büyük bir özlem duyulduğunu gösterir nitelikteydi. Binlerce insanın aynı anda Kulîlka Azadî'yi söylemesi, 90'larda yasaklara, baskılara rağmen üretilen o devrimci müzik çizgisinin bugün yeniden meydanlarda yankılanmasıydı, ‘Biz hâlâ buradayız, o ses hâlâ bizim’ diyordu.

 

 

“Gecikmiş Ağıt”a dönersek, Evdilmelîk, Kürt müziğinde derin bir iz bıraktı. Siz de onu ilk beyaz perdeye yansıtan sanatçısınız. Sizce Evdilmelîk kimdir? Sadece bir müzisyen mi, yoksa bir direniş sesi mi?

En başından beri amacım büyük bir yapım ortaya koymak değildi. Ne olursa olsun, onun hakkında bir kaynak oluşturmak, sesini, hafızasını yaşatmak bile benim için yeterliydi. Ve onun yaşamına yolculuk ettiğinizde, Evdilmelîk’in sadece bir sanatçı değil; bir halkın direniş sesi olduğunu görüyorsunuz. Onun sesi, yalnızca estetik bir ifade biçimi değil, aynı zamanda politik bir eylem alanıdır. Ve onun hikâyesi, aslında Kürt halkının hikâyesidir. Müzik kariyerinde bu kadar başarılıyken ve tıp eğitimi alırken, yönünü dağlara vermesi oldukça etkileyici. Bu, onun tercihiydi ve çok kıymetliydi. O hem çok büyük bir müzisyen hem de halkının gerillasıydı. Bence ikisi çok içiçe geçmiş durumdaydı o zamanlar. Devletin var gücüyle İnkar ve imha siyasetini yürüttüğü yıllar ve Kürtçe müzik yapmak aynı zamanda varoluşsal bir direniş anlamı taşıyor. Dolayısıyla Evdilmelîk’i anlamak, sadece bir sanatçıyı değil, aynı zamanda inkar ve imha kıskacı altında yaşayan bir halkın kültürel ve toplumsal direnişinin sembolik temsilini anlamak demektir.

Belgeseli hazırlarken sizi en çok etkileyen yönü neydi? Sanatı mı, direnişi mi, yoksa kişiliği mi?

Evdilmelîk’te sanatı, direnişi ve kişiliği ayrı ayrı değerlendirmek mümkün değil. Onun sanatı zaten direnişiydi; direnişi ise kişiliğinin yansımasıydı. Oldukça ileri görüşlü bir sanat anlayışına sahipti. Daha o yıllarda en büyük hedeflerinden biri Kürtçe opera yapmaktı. Bu kadar öngörülü olması beni çok etkilemişti. Alanında bu kadar birikimliyken ve ilerde büyük sıçramalar yapacakken, yönünü dağlara çevirmesi, mücadelesine ordan devam etmek istemesi de beni hep etkilemişti. Beni sarsan şey ise sesinin güzelliği kadar, o sesin ardındaki cesaretti. Çünkü o ses, bir halkın inkâr edildiği yıllarda, “ben varım” diyen bir yankıya dönüştü.

Sanatıyla, yaşamıyla ve mücadelesiyle kurduğu bu bütünlük, benim için sadece sinemasal bir konu değil, insani bir ilham kaynağı oldu..

Müzikte kimlik çok belirleyici. Melek’in ‘Beri her tiştî ez Kurdim’ sözlerinde bu açıkça görülüyor. Siz bu kimlik arayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Melek’in “Berî her tiştî ez Kurdim” sözü, bir sanatçının kimlik beyanından çok daha fazlasıdır; bu, yok sayılmış bir halkın varlık manifestosudur. O dönemde Kürt olmak, Kürtçe konuşmak, Kürtçe söylemek bile bir direniş biçimiydi. Melek bu sözüyle sadece kendini değil, susturulmak istenen bir halkı dile getiriyordu. Irkçı, inkarcı poltikaların yok saydığı, inkar ettiği ve yok etmeye çalıştığı bir yerden, bir halkın isyan çığlığı oluyordu. ”Berî her tiştî ez Kurdim’ milliyetçi bir söylem değil, varoluşsal bir sanat ifadesidir.

O dönem Hozan Mizgin, Hozan Sefkan, Ali temel ve sonrasında Hozan Serhad, Şehid Hogir ve Delila gibi devrimci müzisyenler bir direniş kültürü yarattılar. Bunlar yaptıkları sanatla yetinmeyip, aktif devrimci mücadelede yerlerini aldılar. Kürt halkının siyasal ve kültürel hafızasındaki tartışmasız yeri de yaratıkları sanat ve verdikleri bedeldir.

 

 

Peki 1990’larda müzik aynı zamanda bir direniş biçimiydi. Sizce bugün müzik hâlâ bu politik güce sahip mi?

Direniş kültürünün yarattığı bedeller üzerinden görünürlük kazanan bazı popülist sanatçılar, geçmişte ödenen ağır bedelleri görmezden gelerek daha apolitik bir sanat anlayışına yöneldi. Bu da müziğin toplumsal hafızayla bağını zayıflattı.

Bu süreçte, müzik artık halkın gündelik yaşamıyla, mücadele ve özlemleriyle doğrudan ilişkili olmaktan uzaklaştı. Popülerleşen eserler, toplumsal hafızadan kopuk bir şekilde üretilmeye başladı; şarkılar eskisi gibi bir direniş aracı değil, daha çok eğlence veya ticari bir ürün haline geldi. Bu da, halkın kolektif hafızasında yer etmiş, dönüştürücü güce sahip olan müzik geleneğinin etkisini zayıflattı. Halktan kopuk bir sanat, toplumsal hafızayı ve kolektif direniş bilincini zayıflatır. Müziğin politik ve kültürel etkisi azalır, üretim bireyselleşir ve halkla bağ kopar. Fakat biz bir kez daha Koma Amed konserinde gördük ki, Evdilmelîklerin yarattığı gelenek halkın belleğinde silinmeyen bir iz bırakmış durumda. Amed Meydanı’nda, tarihsel hafızada kök salan direniş mirasıyla popülist üretimlerin yüzeyselliği yan yana durdu; biri halkın hafızasında derinleşirken, diğeri zamanın akışında eriyip gitti.

Sürgünde izlediğiniz bu konser size ne hissettirdi? Bu an sizin için kişisel olarak ne ifade etti?

Koma Amed üyelerini bir arada görmek beni çok heyecanlandırdı. Sürgünde izlediğim o konser, benim için sadece bir müzik deneyimi değildi; bir dönemin, bir halkın kolektif hafızasını yeniden hissetmekti. Elbette çok duygulandım. Orada bulunmayı çok isterdim; tarihi bir ana tanıklık etmek kesinlikle unutulmaz olurdu. Sanki Evdilmelîk’in ruhu konser alanında dolaşıyordu. Sahnedeki performans kadar, onun görüntülerine yer verilmesi de beni çok sevindirdi. Çünkü Evdilmelîksiz bir Koma Amed’i düşünmek bile mümkün değil; onun sesi ve mirası, grubun kolektif ruhunun ayrılmaz bir parçası.

Son olarak, aslında “Gecikmiş Ağıt” ile bir dönemin hafızasını da aktardınız. Sizce Kürt sineması açısından biyografik direniş belgeseller yeterli mi?

Bu tür belgeseller, yalnızca bir bireyin hikâyesini anlatmakla kalmaz; bir dönemin ruhunu ve bir halkın hafızasını görünür kılar. Bu tür çalışmalar çok kıymetlidir; çünkü kültürel hafıza görünmezleştiğinde, kimlik ve tarih de unutulmaya yüz tutar. Geçmişi unutmamak için bu tür yapımların çoğalmasını dilerim. Sözüm özellikle genç sinemacılara: O kadar değerli hikâyeler var ki, bizim yaptığımız denizde bir damla gibi kalıyor. Ama her damla önemlidir. Bu çalışmalar, sadece geçmişi hatırlamakla kalmaz; aynı zamanda gelecek kuşaklara bir yol gösterir, direnişin ve kültürel mirasın canlı kalmasını sağlar. Evdilmelîk’in hikâyesi gibi öyküler, halkın sesi olarak hafızada yerini alır ve yeni kuşaklara ilham verir. İşte bu yüzden her belgesel, her film ve her kayıt değerli bir mirastır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.