Köpek kalbi: Bir Bulgakov tiyatrosu

Kültür/Sanat Haberleri —

Köpek Kalbi, sahne

Köpek Kalbi, sahne

  • Bulgakov’un metninde ulaştığımız bütün toplumsal, politik, sosyolojik eleştirilere bu oyunu izleyerek ulaşabiliyoruz. Şarik’in zavallı bir sokak hayvanından orta kademeli bir bürokrata dönüşümünün ardında yatan ahlaki, felsefi ve siyasi sebepler, epey incelikli bir performansla önümüze seriliyor.

BİLGE AKSU

Türkiye’de son yılların en havalı keşiflerinden biri Bulgakov’du. Yazarın Sovyetler tarihi boyunca kenarda köşede kalmış eserleri, 80’lerde önce Rusya’ya, ardından İngilizcede dünyaya yayılsa da nitelikli Türkçe çevirileri biraz gecikti. Özellikle başyapıtı kabul edilen Usta ve Margarita’nın İş Bankası tarafından çevrilmesinden sonra tüm dünyada olduğu gibi, bu topraklarda da bir keşif süreci başladı.

Bulgakov’un sayfalarca incelenen temel eseri Usta ve Margarita olsa da, içeriği itibarıyla belki ondan bile çarpıcı bulunan eseri Köpek Kalbi’nden bahsedelim biraz. Fakat doğrudan Bulgakov’un yazdığı metinden değil, bir uyarlamasından. Birkaç yıl önce özel bir ekip tarafından da sahneye taşınan Köpek Kalbi, bu yıl İBB Şehir Tiyatroları bünyesinde yeniden seyirci önüne çıkıyor. Yönetmenliğini Onur Demircan’ın, Dramaturjisini ise Başak Erzi’nin üstlendiği oyunu incelemeye geçmeden evvel kitaba dair bir iki kelam etmeyi gerekli görüyorum.

Bulgakov Köpek Kalbi’ni 1924’te yazmış. Usta ve Margarita’dan 3 yıl önce. Dönemi az çok biliyoruz, Ekim Devrimi’nin taşları yerine daha oturmamış ve devrimin önderi Lenin bir hastalık dolayısıyla dünyadan göçmüş. Geriye kalanlar arasındaki düşük yoğunluklu bürokratik çatışma henüz ortaya çıkmamış ve Sovyetler dendiğinde akla ilk gelen karakter Stalin, o bildik yönetim özelliklerine henüz başvurmamış. Böyle bir ortamda, eskiden beri ülkenin edebiyat çevrelerinde yer edinmek isteyen genç Bulgakov’un büyük bir şansı var: Stalin onu okumayı seviyor… Hal böyle olunca henüz 30’lu yaşlarının başındaki bu yazar için epeyce hareket imkanı doğuyor. Toplumsal yahut kişilere özgü bolca hiciv, alay, aşağılama, ironi serbest.

Bulgakov’un bir başka özelliği, dönemine göre epey keskin zekalı ve meraklı oluşu. Usta ve Margarita’da, daha üç beş yıl önce Avrupa’yı birbirine katan Kafka ölçüsünde yenilikçi bir tarz denediğini biliyoruz. Ondan bile önce yazdığı Köpek Kalbi ise Anglosakson Edebiyatında zirveye ulaşmış ve henüz etkileri yeterince anlaşılmamış gotik edebiyata göz kırpan bir metin. Malum, H. G. Wells’in Dr. Moreu’nun Adası ya da Stevenson’ın Jekyll ve Hyde’ı, her ne kadar Shelley’nin Frankenstein’ına uzanan bir geçmişe sahip olsa da, o türün imkanlarını oldukça ileri taşıyan, görece yeni eserler. Dolayısıyla Bulgakov’un birazdan detaylandıracağımız politik ve sosyolojik meraklarının ötesinde, edebiyat ilmine dair de söyleyecek sözleri var. (Bu konuya dair daha eski bir yazı için bkz: https://justpaste.it/7w7ox

Köpek Kalbi’nin kahramanı Şarik, bir sosyal yardım kurumunun yemekhanesi civarında yaşayan zavallı bir hayvancağız. Kitabın girişinde iç sesini bolca duyarız. Gelen geçene yalvarır yahut küfreder, müzisyeninden dilencisine herkese bir lafı vardır ama en büyük korkusu, yemekhanenin aşçısıyla etrafta dolanan bekçileridir. Günün birinde, hiç gereği yokken aşçı kadının üzerine boca ettiği kaynar su sebebiyle derin bir travma yaşarken, iyi giyimli bir adamın ona iyi davrandığını fark eder ve peşine düşer. Yolun sonu Filip Filipoviç’in tuhaf muayenehanesidir. Şarik’i sahiplenen bu gizemli adam, devrin en tehlikeli doktoru Profesör Preobrazenski’den başkası değildir.

Gidişata dair tat kaçırıcı bilgiler vermeyelim ama ana hatları belirtelim: Şarik bir deney için oraya götürülmüştür. Profesör, tam da gotik bir esere yaraşır biçimde büyüyle bilimi birleştirmiş tuhaf bir tiptir ve sarhoş işçinin birinden aldığı epifiz bezini köpeğimiz Şarik’e takacak, sonra da olup biteni izleyerek not alacaktır. İşler istediği gibi gitmez ve yavaş yavaş insana dönüşen Şarik’in, epifizini aldığı kişinin hayırsız uğursuz biri oluşundan mı yoksa özünde zavallı bir köpek olmasından mı bilinmez, evlat olsa sevilmeyecek cinsten bir adam haline gelişini izleriz. Arka planda tabii baskın bir sistem eleştirisi, bürokrasiye suikast ve kapanış.

 

 

Hem keyifli hem melankolik

İBB Şehir Tiyatrolarının yorumuna dönersek, ilk elden başarılı bir uyarlama izlediğimizi belirtmek şart. Metnin ana hatları, kritik dönüm noktaları ve karakterlerin derinliği neredeyse bire bir yansıtılmış. 2 perdelik bir oyun süresince, günümüzün 7 dakikalara düşmüş odak sınırına takılmadan hem keyifli hem melankolik bir hikâye izliyorsunuz.

Oyuna dair en dikkat çekici unsur sahne tasarımı. Döner platformun, sırf ellerinde var diye göze sokulduğu birçok sıradan oyuna göre epey efektif kullanıldığını görüyoruz. Yine İBB’den çıkan Fosforlu Cevriye’deki prodüksiyona uzak olsa dahi, görece mütevazı bir bütçeyle benzer tatmini yaşamak mümkün. Köpek Şarik’in sabit durup sürekli değişen dekorlarda yaptığı içsel ve fiziksel yolculuklar, kitabın döneme dair anlatısındaki uzamsal ayrıntıyı yakalamamıza imkan veriyor. Bu anlatı için o yılların Moskova’sını hissetmek ilk şart.

Buna destek olarak, oyun boyu devam eden efekt kullanımı da olumlu unsurlardan. Herhangi bir kesintiye uğramadan, çoğu anlamda klasik bir performansla sergilenen metnin kritik dönüm noktalarındaki farklı ışık ve ses kullanımları, seyircinin atmosferi algılaması için epey yardımcı bir etken. Şarik’in sabit, sahnenin dinamik olduğu geçiş kısımlarında perdeye yansıtılan hareketli görüntülerde, Moskova’da bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyoruz.

Oyunda Köpek Şarik’i canlandıran Caner Çandarlı’ya dair karmaşık hislerim mevcut. İlk yarım saat boyunca dört ayak üzerinde ve oldukça aktif bir performans sergilemesi gereken Çandarlı’nın zaman zaman bunda zorlandığını görüyoruz. Köpek-insan karışımı bir konuşma tonu tutturması gerektiği için maske içine bir mikrofon yerleştirilmiş ve repliklerinin çoğunda bunu şaşırtıcı biçimde kusursuzca yerine getiriyor. Fakat odağın onda olmadığı kimi anlarda, bu zorlu performansın sonucu olarak ortaya çıkan nefes kontrolündeki aksaklıklar diğer karakterlerin söylediklerini anlamamızı zorlaştırıyor ve bazen oyunun akışından kopmamıza sebep oluyor. Köpeğin insana dönüşmeye başladığı kısımlardaki oyunculuğu ise görülmeye değer. Böylesine katmanlı ve yoğun bir karakteri, bütün kötücül ve tekinsizliğiyle sahneye taşıması takdire şayan.

Doktor rolündeki Ali Gökmen Altuğ ve yardımcısı rolündeki Onur Şirin için ekstra bir paranteze gerek yok. Baştan sona belirli bir tempoda sürdürdükleri oyun içindeki başat rolleri, Şarik’in hikayesini ve performansını parlatmak üzerine kurulu. Kendi karakterlerinin tüm çelişkilerini ve dönüşümlerini oldukça iyi yansıtıyorlar zaten. Hizmetçi Zina rolündeki İrem Arslan ise dönemin bütün kadınlarını canlandırıyor gibi. Sahnede kadın görünürlüğüne dair bende olumsuz bir etki yaratsa da, canlandırdığı diğer rollerin oyun metninde epeyce kısaltılmış olmasının sonucudur diyip geçelim.

 

 

Senaryoya dair

Metne dair sıkıntı büyük. Her ne kadar baştan sona ele aldığımızda, Bulgakov’un niyetini ve vurgularını eksiksiz yansıtsa da senaryo ekonomisi açısından tökezlediğini söylemek gerek. Şarik’in insana dönüşümünü daha çok ikinci perdede izliyoruz ve buraya ulaşana kadar geçen 1 saat boyunca izlediğimiz kimi detayları izlemesek de bir şey kaybedeceğimizi düşünmüyorum. Özellikle yukarıda belirttiğim, Şarik’in henüz köpek olduğu kısımlardaki mikrofon kullanımı ve zorlu performans ayrıntısını da düşündüğümüzde, metnin belli bir kısmının kesilmesi faydalı olacaktır. Özellikle ilk yarım saatte ciddi ritim problemi mevcut. Zaten Bulgakov’un metnini ortalama bir okur 3 saatte okuyabiliyorken, oyunun 2 saate uzanmasına gerek var mı bilmiyorum.

Benim için asıl soruya gelelim… Okumayı sevmeyen biri, gidip bu oyunu izlerse Bulgakov’u anlar mıydı? Farkındayım, hiç de akademik ve şık bir soru değil. Fakat bazen de konuşulmayanları konuşmak gerekir. Bir film yahut oyun uyarlaması niye yapılır ki sonuçta? Bulgakov’un 125 sayfalık metninde ulaştığımız bütün toplumsal, politik, sosyolojik eleştirilere bu oyunu izleyerek ulaşabiliyoruz. Şarik’in zavallı bir sokak hayvanından orta kademeli bir bürokrata dönüşümünün ardında yatan ahlaki, felsefi ve siyasi sebepler, epey incelikli bir performansla önümüze seriliyor. İşçi sınıfına köpek mi demiş yoksa devrimin getirdiği düzende işçilere yine de köpek rolü mü düşmüş, bunu değerlendirmek de başka okurların, izleyicilerin görevi olsun. Genelgeçer yorumların çoğuna ben zaten katılmıyorum.

Oyun şimdilik Müze Gazhane’de sergileniyor. Belediyeye kayyum atanmaz ya da şu konuşulan İBB kültür varlıklarının (Müze Gazhane dahil) hükümete devri söz konusu olmazsa oradan izlenmeye devam edilebilir. Aksi durumda ne olur, onu kimse bilmiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.