Gül kokusu
Forum Haberleri —

HPG ve YJA-Star gerillaları
- Susmak, susamak ve solumak. Özgürlüğe sevdalı iken, iyiye susamak, doğruya susmak ve güzeli solumak. Nicedir söyler durur havariler son akşam yemeğinden bu yana. Ve nicedir kanar durur denizler yarıldığından bu yana.
- İbrahim’in kırdığı putlardan, Sokrat’ın içtiği ölümsüzlükten ve hiçbir şey bilmediğini bilmenin bilgeliğinden; Hypatia’nın izlediği yıldızların parıltısından; Işık Bahçeleri’nden tırmanılan aşkın nirvanasına ve sona ve sonsuzluğa ve sana… kudretine şükürler olana… yeryüzü aşkın yüzü oluncaya…
BURHAN ÇELİK
Dokunduğumuz her yanımızdan acıdığımız zamanların ertesinde belki de “her şeyin üstüne bir gül işlenecek”, “güller güller kokacağız”, şairin dediği gibi.
Koktuğumuz güllerin güzelliğinde devrimci bir kucaklaşma olacak zamanın ve mekanın ötesinde. Bütünleşmiş, birleşmiş her yanımızdan, yakınımızdan ve uzağımızdan, ardımızdan ve ötemizden gelip giden, koşan, duran ve çağıldayan ve haykıran… Ahh ne varsa bizi biz eden, bizi bizden alan ve bize götüren. Götürdüğü her yerde kendi olan, kendi kalan yanımız. Biz var ya hani gül kokusunda…
Ve yağmur sesinde ve güller teninde. Belki karlar ardında ya da yollar üstünde. Çıkılan yol kadar dolambaçlı ve yolun gittiği yer kadar yoldan ırak. Ne demeli, ne yapmalı, nasıl etmeli ve nerden başlamalı ki nasıl yaşandığını ya da yaşanacağını görebilen, gördüğünü hisseden, hissinde yücelen ve yüceldikçe semalarda kanatlanan o güzelim günler tadında bir aşkın deryasında. Arayan, bulan, soran, eden kim varsa yola düşen çarmıhı omzunda, dilinde aşk; ille de ille aşk! Ateşin Zerdeşt’i, ilk toplumcu günahın Promete’si, çarmıhın İsa’sı, asanın Musa’sı, Hakk’ın Mansur’u ve Dost kadar acıtan Şibli’nin gülü… Dosta gül atan Şibli kadar acımayan yürek, dosta kem bakan göz kadar kendinden uzak ve kendini bilmez… Daha neler neler var ki acıyan, acıtan hüznü kendi ile yoğuran. Gün kadar aşikar, Güneş’in doğudan doğduğu kadar doğru, gece kadar gerçek ve “uyandırılmış gerçek” kadar hakikat. Her biri ayrı ve hepsi bir uzatıyor kendini ya gerçeğe ya da koşuyor gerçekten öteye.
Rüzgarın vurduğu dalga, esen yelin savurduğu giz. Emekleyen günlerin çetelesinde ve çerçevesinde herkesin kendi Guernica’sı kadar korkunç. Kimlerin kaç kuyusu var kendi içinde, kaç Yusuf’u var kuyuların, kaç Züleyha’sı kendi zindanına hapsolmuş. Herkes kendini atmıştı Yusuf’un kuyusuna ve herkes kendini atmıştı Züleyha’nın zindanına. Evet, Züleyha kadar acımayan yürek, kendi zindanında çürüyen benliğin bencilliğidir.
Ve evet! kusuru kerametinden, kerameti kendinden menkul kimselerin bilme değil, en kötü bilmedir sorunları zira “en kötü bilmek, yarım bilmektir” der, ezelin ve ebedin sesi. Oysa Nesimi’ye sorulan sorunun cevabının naifliğinde saklıydı gören yürekler için devrimci duruş, “hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne…”
Adı konmamış gülüşler, yazılmamış romanın ve dizilmemiş şiirin ilk dizelerinin heyecanı kadar bir uçtan bir sona, başlangıcın biraz da sonu belirlediği amaç kadar araçların da saflığında ve güzelliğinde büyüyünce görüp bakacağız, duyacağız ve tüm benliğimizle yürüyeceğiz ki cebimizde Mecnun’un ayaklarına batan dikenleri çıkaracak iğnesi bile olmadan ve Leyla’ya her adımda… Hangi dağın Ferhat’ı, hangi kavganın Dewrêş’i ki Edulê’nin yanı başında ve Mem’in üç merhabası tadında bin selama dururken Zin’e… İyisi mi siz kavgada gördüğünüz güzelliği bir de şafağın kızıllığında, umudun mavisinde ve güneşin ışıklarını örerken görün. Gönül gözü görenlerin, “kendisini başkalarının kendisini içinde göreceği ayna yapanların” vuslatı tadında. Anlamın bittiği yerde; aşığın maşukla oluşunda. Ve mutlak yalnızlıkta…
Susmak, susamak ve solumak. Özgürlüğe sevdalı iken, iyiye susamak, doğruya susmak ve güzeli solumak. Nicedir söyler durur havariler son akşam yemeğinden bu yana. Ve nicedir kanar durur denizler yarıldığından bu yana. İnsanın insana ettiğinden Hakk’ın bihaber oluşundan bu yana. Toplum en büyük vicdanı iken iğde dallarıyla sarılı… Değişti taş, değişti toprak, değişti su… Kırılmış güllerin yaprakları, saldı hüznünü güzelin efsuni rengine. Rüzgara tutulmuş kekik kokusunda. Solumak için güzeli, sol yanında eksilen, azalan, çoğalan bir ses duymalı, kızılın maviye çarpan rengini görmeli.
Ne o, ne öteki ne de diğeri olabilen; ne ben, ne sen, ne de biz olabilen, velhasıl olmayan-olamayan duysun güllerin meramını. Her çiçekten bal eyleyenlerin karşılıksız sevincine yoktur ışıktan başka ihsan istemi, yeter ki gölge edenler etmeye. İbrahim’in kırdığı putlardan, Sokrat’ın içtiği ölümsüzlükten ve hiç bir şey bilmediğini bilmenin bilgeliğinden; Hypatia’nın izlediği yıldızların parıltısından; Işık Bahçeleri’nden tırmanılan aşkın nirvanasına ve sona ve sonsuzluğa ve sana… kudretine şükürler olana… yeryüzü aşkın yüzü oluncaya…







