Gürültü bir halk sağlığı sorunudur

Toplum/Yaşam Haberleri —

❏

  • ”20. yüzyıldan bu yana kentin gürültüsünün azaltılması ara ara gündem oldu ve bunun bir sağlık sorunu olduğunu biliyoruz. Ama her sesi de gürültü olarak değerlendiremeyiz çünkü ses dünyayı deneyimleme sürecimizin ayrılmaz bir parçası. Ses aynı zaman da politiktir de…”

JOSH SİMS

Sokaklarda daha az insan, yollarda daha az araç, işletmeler kapanmış ve uçuşlar iptal olmuş haldeyken, gündelik yaşamın gürültüsü azaldı. Böyle sürer mi dersiniz?

Neredeyse on yıl önce, sessizlik ve huzurun ülkeyi ziyaret etmek için en büyük sebep olduğu savıyla ses getiren ve hala devam etmekte olan bir kampanya başlatmış olan Finlandiya turizm kurulu Finlandiya’yı Ziyaret Et’in başkanı Paavo Virkkunen, “Sessizlik gündelik yaşamın parçası” diyor. “Sessizlik, yaşamın önemli yanlarını önemsiz olanlarından ayırmak için ihtiyaç duyduğunuz değerlerden biri. Ve turistlerin buraya neden geldiğini de belirliyor bence, çünkü sessizlik dünyanın başka yerlerinde bulamadığınız bir kaynak.”

Veya en azından eskiden bulunmaz bir kaynaktı. Covid-19 karantinası ile birlikte, birçok yer artık olağan dışı bir sessizliğe gömülü; kalabalıklar yok, yol ve hava trafiği yok. Belçika Kraliyet Gözlem Evi, insan faaliyetinin azalmasına paralel olarak sismik gürültüde -gezegenin kabuğunu dolaşan titreşimlerin ortam uğultusu- azalma bildirdi.

Gürültü geri geldiğinde…

Finlandiya’nın dingin ortamında yaşayacak kadar şanslı olmayanlarımız, dünya tekrar normale döndüğünde ve gürültü de kaçınılmaz olarak onunla birlikte geldiğinde şok geçirebilirler.

“Gürültüde değişiklik çok önemli” diyor Andrew Smith. Kendisi Cardiff Üniversitesi’nde psikolog ve 1970’lerden bu yana önde gelen bir gürültü uzmanı. “Gürültülü ortamlarda yaşamaya adapte oluyoruz ama bunu çok rahatsız edici bulmak için hafif bir değişiklik -kısa bir sessizlik süresi- bile yeter. Ve gürültünün geri gelmesinin olumsuz etkileri yalnızca daha çok rahatsız olmak olmayabilir: Çalışmanın, eğitimin, öğrenmenin, uykunun veriminin düşmesinin yanı sıra daha kronik etkiler de söz konusu olabilir.

Dünyanın birçok ülkesinde gürültü seviyelerine getirilen düzenlemelere rağmen -örneğin İngiltere’de 60 yıldır var olan Gürültü Azaltma Kanunu- Covid-19 öncesi şehir merkezi ses seviyeleri düzenli olarak 90 desibeli aşıyordu. Bu, elektrik sesini yakından duymak gibi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerinin üzerinde.

Araştırmalar ne anlatıyor?

ABD’de, şehirlerde yaşayan milyonlarca insanın gürültü kaynaklı işitme kaybı riski altında olduğu tahmin ediliyor. 140 milyon Avrupalı ise uzun süreli trafik, demiryolu, havayolu ve sanayi gürültüsünün sağlığı bozan etkileriyle yüz yüze.

50 desibelin üzerindeki gürültüye uzun süre maruz kalmanın işitme kaybının yanı sıra gizli kalan olumsuz etkileri de var: Yüksek kan basıncı ve stres seviyesi, depresyon riskinin ikiye katlanması ve mental performansa azalma.

Örneğin psikolog Arline Bronzaft tarafından yürütülen 1974 tarihli klasik haline gelmiş bir araştırma, demiryoluna bakan bir okulda okuyan altıncı sınıf öğrencilerinin okuma becerilerinin, binanın sessiz olan diğer tarafındaki öğrencilerin becerisinden bir yıl geride kaldığını göstermiş. 2002’de, Gavle Üniversitesi tarafından yürütülen bir çalışma, havaalanı yakınında yaşayan öğrencilerin okuma becerilerinin, havaalanının yeri değiştikten sonra arttığını, çocukların stres seviyelerinin düştüğünü göstermiş. Sessizliğin, farelerde yeni beyin hücresi oluşumuna yardımcı olduğu da görülmüş.

Boston Üniversitesi’nin Kamu Sağlığı Fakültesi’nde araştırmacı olan ve kentsel gürültü seviyelerini araştıran bir kampanya örgütü olan Gürültü ve Kent’in kurucusu Erica Walker gibi insanların ilgilendiği şey de tam bu. Ses yalıtımlı bina malzemelerinden kauçuklu asfalta, ilk uçuşunu geçtiğimiz Aralık’ta yapan elektrikle çalışan uçaktan elektrikli otomobillere, hatta standart klozetin yarısı kadar gürültü çıkaran yeni vakumlu tuvalete kadar teknoloji genel gürültü seviyesini azaltmaya yardımcı olabilir.

Sessizlik bir insan hakkı olmalı

Ama Walker, sessizliğe erişimin çoğu zaman gelirle bağlantılı olduğunu söylüyor. Sanayi bölgelerine ve ulaşım hatlarına yaşamak zorunda kalanlar yoksullar; zenginler ise hayatlarını daha huzurlu kılan teknolojileri karşılayabiliyorlar ve sessizlik turizmine de paraları yetiyor. Sessiz bölgeler mutenalaşmaya daha açık.

Walker bu yüzden sessizliğin de bir insan hakkı olması gerektiğini söylüyor.

“Her şey ‘normal’e döndüğünde, yeni kriterlerimiz olacak diye düşünüyorum: Sessizliğin mümkün olduğunu biliyor olacağız,” diyor ama bunun kalıcı bir değişim getirip getirmeyeceğinden emin değil. “Çoğu insan, sürekli uyaranlara maruz kalmanın sağlığımız için iyi olmadığını biliyor. Ama yetkili makamlara da bu sorunun çözülmesini çok masraflı buluyor. Ve argüman daima, gürültünün topluma ekonomik fayda sağlayan bir aktivitenin ürünü olduğu. Yaşam kalitesine olan maliyet pek dikkate alınmıyor.”

Berlin Teknik Üniversitesi’nden mimar ve kent planlamacısı olan Antonella Radicchi buna katılıyor. Başlangınçta Berlin’deki insanlara yönelik olarak 2017’de geliştirilen Hush City uygulamasının yaratıcısı. Berlin’deki sevilen sessiz mekanların yerini ve gürültü seviyelerini veren uygulama şimdi dört dilde ve önümüzdeki yıl Singapur Ulusal Üniversitesi ile İrlanda’nın Limerick Üniversitesi tarafından araştırmalarda kullanılacak.

Ses aynı zaman da politiktir

“Giderek daha gürültülü ve adaletsiz hale gelen bir dünyada, sessizliğe ihtiyaç duyan herkesin gidebileceği yerler olması gerek” diyor Radicchi. “20. yüzyıldan bu yana kentin gürültüsünün azaltılması ara ara gündem oldu ve bunun bir sağlık sorunu olduğunu biliyoruz. Ama her sesi de gürültü olarak değerlendiremeyiz çünkü ses dünyayı deneyimleme sürecimizin ayrılmaz bir parçası. Ses aynı zaman da politiktir de. Kentlerimizde sessizlik yeterince aranan ya da korunan bir şey değil.”

Covid-19 sonrasında bu değişir mi? Kırdan yeni bir kaçışla daha da kalabalıklaşan kentlerimizde, ses kirliliği bir sonraki halk sağlığı sorunu olabilir mi? Yıllardır bu kampanyanın ön cephesinde yer alanlar bunun ciddiyetle ele alınması gerektiğini söylüyorlar ama hemen sonuç alınacağını da beklemiyorlar. Şehirlerin boşalması ile insanların koruma altındaki doğal alanlara akması, bu bölgelerde insan kaynaklı gürültünün ikiye (beşte birinde 10 kat) katlanmasına sebep olmuş.

Sessiz Finlandiya’nın sınırının ötesindeki Norveç Gürültü Karşıtı Derneği’nin (1963’te kurulmuş) genel sekreteri Ulf Winther, “Bazen vaktimizi boşa harcadığımızı düşünüyorum” diyor.” Gürültü kirliliği diye bir şey var ama hava kirliliği gibi göremiyorsunuz, koklayamıyorsunuz, geçici ve bu yüzden unutulan bir sorun. Çoğu insan için topluma maliyeti o kadar düşük geliyor ki önlem almaya değmez geliyor. Gürültüyü azaltmak şu an çok uç bir talep gibi gelebilir, o yüzden esas odaklanmamız gereken, artmamasını talep etmek.”

Bunun için de, Covid-19 sayesinde ortaya çıkan yeni hassasiyet kullanılabilir. İngiltere’deki Gürültü Azaltma Topluluğu’na göre, trafik gürültüsünün ortadan kalması, şimdi çok daha net duyabildiğimiz komşularla ilgili şikayetlerin artmasına sebep olmuş.

“Sessizlik talebinin basitlik talebi ile el ele olduğunu düşünüyorum, bu ikisi, insanların nasıl düşündüğünü şekillendiriyor” diyor topluluğun başkanı Gloria Elliot. “Karantinanın sessizlik açısından ne hoş olduğunu unutmayız umarım.”

Çeviren: Serap Güneş

Kaynak: BBC

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.