Hakikat aşkıyla yürünen yollar

Forum Haberleri —

.

.

  • Parça parça edilmiş gerçekliklerden söz ediyoruz. Bir daha bir araya gelmemesi istenen, aralarına sonsuz çelişkiler, karanlık konulan ikilemlerden…

ÖZGÜR ARYEN

Biz bir toplumuz. Köklerimizi tarihin derinliklerine salmış, oradan beslenerek büyümeye, büyüdükçe daha büyük anlamlar kazanmaya, daha da saflaşmaya çalışıyoruz. Yarım asırdan bu yana bir çok yönden değiştik. Adeta lanetlenmişliğimizi üzerimizden atıp şöyle bir silkelendik ve yeniden yürümeye başladık. İhtiyarın: “bu kuru odunu yeşertebilir misin?” diye sorarken kastettiği odun, kendi gerçekliği üzerinden yeşerdi, kök saldı ve günden güne büyüyor. Mucize demedik buna. Çünkü yönümüz tarihe olduğu kadar âna, âna olduğu kadar geleceğe dönüktü. İşte bu yüzden yenilmez bir toplum haline geldik. Çünkü hakikatin izindeydik ve günden güne yürüyüşümüzü büyütüyorduk. Daha da önemlisi yürüyüşümüz de hakikate dairdi.
Nasıl tanımlamalı hakikati? Ya da hakikatin kendisine sorsak “bir tanıma ihtiyacın var mı?” diye, bize vereceği yanıt ne olurdu? Farkındaydık ki yaşam diye önümüze konulan sanallık aslında parıltılı yanılgılardan ibaretti. Bu parıltıların yanılgısına kapılan insanlık bir süre sonra mücadele gerekçemiz olacaktı. Çünkü nefes alacak hiçbir alanımız kalmamıştı. Bu yüzden çıkış güçlü, mücadele fırtınalar yaratan cinsten olmalıydı. Tarih bir yere kadar önüne güzellikleri katıp vadi vadi akarken bir zihniyet ayrımına takıldı. Bu ayrımı yaratan da biz insanlardık. Şimdilerde binlerce yılın akışı sürüyor. Ancak tek nehir iki kola ayrıldı. Birine içinde insani tüm değerleri barındıran demokratik toplumun ahlaki politik yanı dedik, diğerine ise onun içinde doğup sapma yaşayan hiyerarşik devletçi yaklaşım.
Öyle ya, biz şimdiki zamandan bakıp geçmişi yorumluyoruz. Oysa oluşumun kendisi âna temas ediyor. Dert edindiğimiz, dişle, tırnakla, düşle büyüttüğümüz neydi? Biz, Varoluşun doğal olmayan yorumlarını, ilerleyişini, çelişkilerini, insanın kendisini dert ettik. İnsanlık, bütünden bağımsız yaşayabileceği gafletine inandırılmaya çalışılsa da biz bunu geçmişin bıraktığı, şimdiye yansıyan izlerin tümünde arıyoruz. Buna hakikat diyoruz.
Yani öz... Yani çıkış noktası... Yani kaynak, göze… Köke dair ne ise…
Fışkırdığı yere gittik. “Hazineler kaybedildiği yerde aranır” diyordu Önderlik. İnsanın elinden alınan, kaybolmaya yüz tutan, onun için savaşacak militanları bekleyen hazine: toplumsallık. Hakikati ararken her gerçekliğin altında karşımıza çıkan, tarihin ana nehir kaynağını besleyen ve görünebildiği her yerde kendini hissettiren, bizi kendine doğru çağıran toplumsallık. Zamanla anladık ki: insan açısından hakikat toplumsallığın kendisiydi ve ancak onunla var olabilir, onunla gelişip evrene karışabilirdik. İnsanlık, onu büyüttüğü oranda evrendeki çelişik halinden sıyrılıp akışa dahil olabilirdi. “Akış sevincine” ancak onunla kavuşabilirdi.
Hazinenin elimizden alınma çabasının başlamasının üzerinden binlerce yıl geçti. Maskelerini, giysilerini, yöntemlerini değiştirseler de bütün yaşam tanımları hakikatin örtük kılınması üzerine kuruldu. Ancak tarihin birçok ânı, yazılmamış olsa da hakikat savaşçılarının direnişleriyle görkem kazanır.
Parçalanmış bütünlerin parçalanmasını engelleme girişimlerinin tümü bedel istiyor. Yaradılış mitolojisi iktidar üzerinden kendini her zaman diliminde, her mekânda var etmek istiyor.
Parça parça edilmiş gerçekliklerden söz ediyoruz. Bir daha bir araya gelmemesi istenen, aralarına sonsuz çelişkiler, karanlık konulan ikilemlerden…
Parçalanmışlık bununla da sınırlı kalmıyordu. Kadın-erkek arasına konulmaya çalışılan uçurum insan-doğa, sonrasında insan toplulukları, kültürleri arasına da konuldu. Egemen güçlere dair olanlar özne, arta kalanlar nesne haline getirilmeye çalışıldı. Özne olanlar nesne olarak gördüğü kültürlere, renklere karşı dilediği tasarrufta bulunma hakkına sahipti. Asimile etmekten soykırıma tabi tutmaya kadar her yol mubahtı.
Oysa her birinin rengi, kültürü, dokusu, dili, dini birbirinden farklı olmasına rağmen oluşturdukları bir birlik vardı. Hiçbirinin bu birlikle çelişmemesi gerekiyordu. Günümüzde dünya, neredeyse her biri kendi içinde ve çevresindekilerle çelişen, ortak payda bulamayan düşüncelerden, devletlerden, inançlardan oluşuyor. Egemen olanlarının kendi rengini yaymak suretiyle hakikati ters yüz ettiği bir zamanı yaşıyoruz. Bu görünen yüz.
Sistem her yönüyle kendini sürdüremez duruma gelip tıkandı. Sorunlu bakış açısı, bütünü görmeyen, parçaları aynılaştırmak isteyen, doğayı tamamen cansız, iradesiz, ölü olarak gören, bilim ve bilgiyi tekelinde tutarak toplumları ondan uzak tutan sistem, tarihsel deneyimlerle de değerlendirildiğinde çöküşün kıyısındadır. Ateş, aydınlık, bilgi ya da ışık, nasıl tanımlarsak tanımlayalım; Önderlik tarafından iktidarın elinden alınıp halklara sunulmuştur. O halde bütün gücümüzü, bütün zamanımızı ve bilincimizi hakikatin savaşına katmak gerekir. Bütün çarpıtmanın, kurulan tezgâhların, tarihin bu biçimde yazılmış olmasının nedeni budur. Bir potansiyel halinde burada duran ve onunla yürüdüğümüz hakikat, tüm dünya kültürlerinin umududur.
Eğer hakikat savaşçılığına soyunacaksak bunların bizim üzerimize etkisinin varlığını kabul ederek başlamalıyız. Hakikatin çarpık halde kabul edilmesi için bütün teknik, bilim ve sosyal bilimlerin tamamı harekete geçmiş iken buna karşı direniş de ancak büyük yoğunlaşmayla mümkün. Hakikat yolunda halk olarak kararlı adımlarla yürüyüp ahlaki politik toplumun yeniden açığa çıkmasını sağlayacağımıza inanıyor, bunu biliyoruz.
Bu yüzden bütün bunların farkında olan şehit Çiyager’in “Ne olursa olsun, son muhteşem olacak” tanımı hakikatimizin mücadelemize bağlı olarak ulaşacağı noktayı anlatır gibidir…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.