Alevilik sinemada figüranlıktan çıkmalı

Kültür/Sanat Haberleri —

Rıza Oylum

Rıza Oylum

  • Alevi Vakıfları Federasyonu ilk kez Alevilik-Bektaşilik temalı sinema destek yarışması düzenliyor. Projenin koordinatörlüğünü yapan Rıza Oylum, Aleviliğin Türk sinemasında daha çok bir yan fon karakter olarak kullanıldığına dikkat çekti.
  • Oylum, “Şimdi bir yönetmen bir kurgu filmle nasıl canı isterse öyle gösterir. Aleviler buna dair çok bir şey söyleme hakkına sahip değil. Sen kendi filminde başrol olmazsan başkalarının filminde figüran olursun. Alevilerin düştüğü durum da budur” diyor.

BİRCAN DEĞİRMENCİ

Alevi Vakıfları Federasyonu bir ilke imza atarak Alevilik-Bektaşilik temalı sinema destek yarışması gerçekleştirecek.  Proje koordinatörü ise uzun süredir ülke sinemaları üstüne kitapları olan ve sinemada Alevilik görünürlüğü üstüne yazılar yazan sinema eleştirmeni ve öğretim görevlisi Rıza Oylum.

Rıza Oylum’un sinemada Alevilik üstüne çalışmaları 10 yıldır devam ediyor. Her yıl bu konuda yapılan filmlerin datasını tutarak çalışmasını güncelliyor: “Sadece Alevilikle ilgili değil bütün farklılıklar, bütün inanç ve millet zenginlikleri zaten sinemada yok olmuş halde. Her şey çok klişe ve tek görünümlü halde yansımış. Çünkü inanılmaz bir sansür politikası var. Yakın tarihte yayınlanan sansür defterlerine baktığımızda Arnavut kelimesinin yasak olduğunu görüyoruz. Kurtuluş savaşı filmlerinde İngiliz demek de yasak. Sadece ‘düşman’ kavramıyla anlatıyorsun. Bütün zenginlik yok sayılmış. Bu anlamıyla Alevilik de uzun süre hiç yansımamış.”

İlk film Kızılırmak Karakoyun

İlk olarak Yakup Kadri’nin sinemaya uyarlanan Nur Baba romanında dejenere bir Bektaşi babasının anlatımıyla karşılaşıldığını hatırlatıyor Oylum: “Belki ilk başlangıç bu sayılabilir. Ama Cumhuriyet tarihinde Alevilik kültürünün ilk yansıdığı film Yılmaz Güney’in oynadığı, Ömer Lütfi Akad’ın yönettiği 1967 yapımı ‘Kızılırmak Karakoyun’dur. Orada bir Dar-ı Mansur sahnesi vardır. Yani Alevi mahkemesi kurulma hali. Dara çekilme halinde bir mahkeme görülür. 1973’te Pir Sultan Abdal filmi karşımıza çıkıyor. Bu filmde geçen 'ben de buradan şaha giderim' cümlesindeki 'Şah' kelimesi de yasaklanmış. O yıllarda bir de 'Ali’ye gönül verdim' filmi var. Kafası karışık bir film. Çünkü Ali aynı zamanda bir ozana çevrilmiş. Arap elbiseli, kılıcı olan, Ali suretli bir adam. Orada semah ritüeli de var ama Arap kıyafetleriyle. O filmde de sansür kurulu ‘Ali’ye gönül vermek’ ifadesinin üstüne çizmiş.

Cumhuriyetin birçok yaklaşımında gördüğümüz tek tipçi yaklaşımı sinema tarihinde de görüyoruz. Hiçbir çetrefil konunun altına elini koyamayan bir sinema anlayışı var. Kimse karışmak istememiş. Tartışmalı bir zemine kimse girememiş, buna izin verilmemiş. Uzun süre buna dair film göremiyoruz. 70 sonu ve 80’lerde bu inanç retoriğinin yansımalarını göremiyoruz. 90’a geldiğimizde bir Sabahattin Ali uyarlaması var: 'Hasan Boğuldu'. Çok yoğun bir inanç yansıması yok ama farklı inanca sahip olduklarını biraz hissettiriyor diyelim.”

 

Rıza Oylum ve Bircan Değirmenci

 

2000 sonrasında sinemada Aleviliğe ilgi arttı

2000’lere gelindiğinde bunun çok daha fazla keşfedildiği bir sinema anlayışı görüldüğünü, Aleviliğin sinemada adeta keşfedildiğini söylüyor Oylum: “Bunun birkaç nedeni var. Sinemanın konu çeperi olarak zenginleştiği bir dönem. Sözgelimi Kürtlerle ilgili de filmler çoğalıyor. Çünkü yönetmenlerin de çeşitliliği artıyor ve insanlar biraz da kendi hikayelerinden odakla da filmler çıkarmaya başlıyorlar. Sinemanın dijitalleşmesinin de etkisi var. Farklılıkların daha fazla karşımıza çıkabildiği bu dönemde Barış Pirhasan’ın Malatya’da geçen 'O da beni seviyor' filmi, Aydın Bulut’un Gazi Mahallesi’nde çekilen 'Başka Semtin Çocukları' filmlerinden bahsedebiliriz. 'Başka Semtin Çocukları' istisna bir yapım. Çünkü ilk defa İstanbul’a göç etmiş Alevilerin hem yaşam boyutu, nasıl bir yerde yaşadıkları, oradaki politik atmosferin insan hikayelerine yansıması ve Alevi olanların olmayanlarla kurduğu gergin ilişki, kentleşme, müteahhit kavramı işleniyor. Haluk Ünal’ın çektiği ‘Saklı Hayatlar’ filminde de Çorum katliamından bahsediyor. Zeynel Doğan’ın yönettiği 'Babamın Sesi' filmi var. Kazım Öz’ün Dersim katliamından kalmış bir kadının torununa vasiyeti üzerine Amerika’dan dönüp Dersim coğrafyasına dönüşünü gösteren 'Zer' filmi var. Alevi olmayan bir ailenin Divriği’ye gelmesini anlatan Şükrü Alaçam’ın 'Lojman' filmi var. Kısa filmlerde birkaç yansıması var. Deniz Telek’in 'Gümüş' filmini örnek verebiliriz.”

Rıza Oylum, son dönemde artan yeni ürünlerin olduğunu fakat bunun da bağlamından kopmuş bir artış olduğuna dikkat çekiyor: “Bir semah töreninin gösterilebiliyor, ya da bir karakterin Alevi olduğu hissettiriliyor. Ama hikâyenin merkezinde değiller. Bu anlamda gerçekten odak bir Aleviliğin toplumsal hareket içinde filmlerden bahsedemiyoruz. Kazım Öz’ün 'Elif Ana' filmini daha odak bir film olarak gösterebiliriz. Levent Çetin’in yönettiği 'Ali’nin Tabiatı' ve Orçun Köksal’ın 'Bars' filmlerinde karakter olarak karşımıza çıkıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın son filminde de son derece yüzeysel kalmış. ‘Aşıklar Bayramı’ kitabında Alevilik temsili ve politik arka planı oldukça başarılıyken filme aynı şeyin yansıdığını söyleyemiyoruz.

Başrol olmazsan figüran olursun

Son yıllardaki üretime bakacak olursak çoğunlukla ana hikâyeden ziyade bir fon olarak Aleviliğin kullanıldığı filmler görebiliyoruz. Burada Alevi örgütleri sinemaya daha fazla kafa yormalı. En azından belgesel üretimini desteklemeliler ki burada bu tarihsel süreç daha fazla zemine yayılsın. Belki ondan sonra gerçek kurgu filmler çıkar. Bir yönetmen bir kurgu film çekecek 'Bu öyle değildi' diyerek bu kez Aleviler bozulacaklar. Ama bir belgesel üretimi destekleseler o zaman herkes de buna dair bir fikir sahibi olur. Dersim’le ilgili bir belgesel zenginliği oluştu ve sonrasında 'Zer' filmi ortaya çıktı. Bir belgesel doygunluğu oluşması gerekir. Ondan sonra yönetmen Alevi de olmayabilir. Bunun üzerine yapılan film dikkat çeker. Alevilerin maruz kaldıkları zulümler, kendilerini saklama zorunda kalışları. Buna dair bir zenginlik oluşsun ki üstüne kurgu filmleri tartışabilelim. Şimdi bir yönetmen bir kurgu filmle nasıl canı isterse öyle gösterir. Aleviler buna dair çok bir şey söyleme hakkına sahip değil. Sen kendi filminde başrol olmazsan başkalarının filminde figüran olursun. Alevilerin düştüğü durum da budur. Sinema ve görsellik, dijital mecralar, sinema zenginleşiyor. Sadece bunu bir yan fon karakter olarak kullanıyorlar. Yönetmenlerin belki bir çoğu bunun içini de bilmiyor. Milyonlarca Alevi örgütlendikleri dernek, vakıf veya federasyonlarda buna dair daha fazla kafa yormalılar. Sorun budur. Daha fazla yansıması. Dünyada da böyledir. Azınlıklar görsel sanatlara destek olurlar. Bu şekilde konu çeperi oluşur. Tek başına nasıl çekeceksin? Nereye gideceğini bile bilemezsin. Bir yönetmen kime gidecek, nereye danışacak?”

 

 

'Umarım bu ilk desteğin arkası gelir'

Bu vesileyle Alevi Vakıfları Federasyonu da sinemayla ilgili bir şey oluşturmak istiyor. Rıza Oylum da sürecin koordinasyonluğunu yaparak destek veriyor: “Ulusal sinemanın üç ayrı koluna destek vermiş olduk. Başvuruların Alevi-Bektaşi konu çeperi içinde kalmasını bekliyoruz. Ödül meblağları kuşkusuz çok önemli bir para değil ama en azından gündem olması, tartışılmasına yarar umarım. Diğer vakıflar da buna kafa yorsun istiyorum. Bu ilk yapılan bir şey, ileride artacaktır. Bu inanç ritüelleri görsel sanatlarda daha fazla alana yayılsın. Derdimiz o. Çeken yönetmenin kim olduğu, Alevi olup olmaması da önemli değil. Konu çeperi önemli.’’

Jüri okuyacağı için senaryo metninin Türkçe yazılması gerekiyor: “Senaryo Türkçe olmalı ama farklı dillerde çekilebilir. Kürtçe de olabilir Arapça da. Türk vatandaşı olması da gerekmiyor. Yurt dışında yaşayan bir gurbetçi çocuğu da olabilir. Yönetmeliği özellikle kendim hazırladım ve bir sınırlayıcı bağ kesinlikle koymadık. Şubata kadar elimizde olması gerekiyor. Bu ay içinde jüriyi de açıklayacağız.”

Duyuru Anadolu’daki farklı üniversitelerde de yapılmış. Oylum, farklı inançların sinemayı zenginleştireceği düşüncesiyle bir tartışma zemininin oluşmasını istediğini belirtiyor: “Ben yıllardır yazıyordum. Kurumsal bir şey oluşursa bu gelişir. Alevilik konusu sinemaya dair önemli bir zemin. Çünkü köyden kente göç etmiş, kapalı bir inanç zemini. Kendi çatışmasını bünyesinde taşıyan iyi bir sinema konusu. Bu çerçevede umarım daha fazla tartışılır ve diğer vakıf ve denekler de buna müdahil olurlar. Bu sadece semah ya da bağlama kursuyla olacak şey değil. Şehirleşmiş bireylerdir Aleviler. Önemli bir kısmı şehirde yaşıyor. O zaman şehir kültürü içindeki devamlılığının nasıl sağlanacağına dair bir fikir yürütmeleri gerekir. Umarım kafa yorarlar, birimler kurarlar. Çoğunda kültür sanat birimi bile yok. Resim, fotoğraf atölyesi olması lazım.  Bütün sosyal gruplar için söylüyorum diller kayboluyor, kültürleri, masalları görsele taşımak gerekiyor. Bütün göçle oluşmuş Anadolu’daki zenginlik görsele aktarılmalı yoksa kaybolacak. Bu sadece Aleviler için değil tüm inanç ve millet zenginlikleri için söylüyorum.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.