Hangi Bektaşilik değerimizdir?

Dosya Haberleri —

Bektaşilik/foto: AFP

Bektaşilik/foto: AFP

  • Pir Sultan darağacına çekilirken, Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı sultanları Bektaşi olduklarını ilan ediyorlardı. II. Mahmut 40 bin Aleviyi kuyulara doldurarak katlederken, kendilerini “Bektaşi” ilan ediyorlardı. Bu durum ve bu ihanet, tarihsel sapma anlamına geliyordu.

HÜSNÜ ÇAVUŞ

Yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda asimilasyon ve soykırımın hedefinde olan Aleviler, yeni bir asimilasyon politikası ile karşı karşıya. Cemevleri ziyaret edilerek talepleri dinlediklerini iddia eden Türk Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı”nın kurulacağını söyledi. Alevi kurumların tepkisini çeken bu açıklamalarda, aynı zamanda Erdoğan'ın seçim hazırlığı için Alevilere yöneldiği belirtildi. Daha önce de Erdoğan, Nevşehir’de Hacıbektaş Belediye Meydanı’nda düzenlenen Hacı Bektaş Veli’yi anma törenine katılmış Bektaşiliği özellikle Ahmet Yesevi üzerinden türkü ve devletçi İslam’a bağlamaya çalışmıştı. Seçim hazırlığında olan Erdoğan'ın Aleviler üzerinden kirli hesaplarını deşifre eden yazar Hüsnü Çavuş, üç dönem Bektaşiliği gazetemiz için özetledi.

* * *

Sömürgeci, ilhakçı ve soykırımcı Türk faşizmi Alevilere yönelik çok yönlü Asimilasyon yöntemlerini sürdürüyor. Irkçı hırsızların reisi Erdoğan'ın Hacı Bektaş-ı Veli törenindeki konuşması, yeni cemevleri açma planı vb. konular gündemini koruyor. Bektaşi Veli'yi ısrarla Ahmet Yesevi üzerinden Türkçülüğe bağlama çalışmalarına devam ediliyor. Bu nedenle Bektaşilik meselesine kısaca değinmek gerekli olmuştur.

Anadolu Selçuklularının yıkılış sürecinde yaşamış olan (Bazı kaynaklarda doğumu 1242, Anadolu’ya gelişi 1270-1280 yılları arası, ölümü ise 1337 olarak, bazı kaynaklarda ise doğumu 1209, ölümü 1271 olarak yazılmaktadır) H. Bektaş-ı Veli, Alevilik tarihinde önemli bir yere sahiptir. Onu doğru anlamak ve hak etmediği tanımlamalardan da kurtarmak gerekir. Bu kısa yazıda, Bektaşilik üç ayrı dönem de ele alınarak, her dönemin bir diğerinden farkını ortaya koymaya çalışacağız. Ama öncelikle, “Hacı” takısına değinelim. Bektaşi Veli’ye Hacı denmesine ilişkin üç ayrı yaklaşım bulunmaktadır. 

* Birincisi, Hacca gittiği için ona Hacı denmiş olmasına ilişkindir. Ki bunun gerçekle pek alakası yoktur. 

* İkincisi, “Hacım” veya “Hace”, “hoca” yani öğretmen demektir. Bu nedenle bu kelime zamanla "Hacı" olarak telaffuz edilmiştir. Bunda Osmanlı’nın da bilinçli yönlendirmesi vardır. Böylece o da kendi açısından Bektaşi’yi “hac”la ilişkilendirerek Alevilerin kafasını karıştırmak istemiştir.

* Üçüncüsü ise Osmanlı kayıtlarında, “Hacerli Bektaş” olarak geçtiğine ilişkindir. Yani doğduğu yerin adı “Hacer” olarak geçtiği için bu isimle anılmıştır. 

 

Birinci dönem Bektaşiliği

Öncelikle konumuza genel bir giriş yapalım. Alevilik tarihi incelendiğinde görülecektir ki, hiçbir zaman tek bir merkezden yönetilmemiş ve tek bir koldan gelmemiştir. “Yol bir sürek binbirdir” sözü de buna atfen belirtilmiştir. Ne Kürdistan, ne Anadolu ne de Ortadoğu ve Mezopotamya’ya tek tip olarak girmemiş veya ortaya çıkmamıştır. Bu anlamıyla da farklı toprakların farklı özellikleriyle büyük bir zenginlik barındırmaktadır. Böyle olduğu için Alevilik katı ve merkeziyetçi bir yaklaşımla ele alınamaz. Bu, Aleviliğin tek bir olguya dayanmayarak şekillenmiş olması nedeniyle böyledir. Şu iki temel örnek de bunu kanıtlamaktadır: Bektaşi Veli sonrası Bektaşilik genellikle devlet denetiminin altında varlık göstermişken, Raya Heq Alevi ocakları ise hep devlet denetiminin dışında varlığını sürdürmüştür. Tabi burada avantajlı bir durumda söz konusudur. Tarihi Bektaşilikten önceye dayanan ve Aleviler üzerinde belirgin ve önemli role sahip olan ocakları devletin reddetmesi sayesindedir ki, kendi özgünlüklerini de korumuştur. Çünkü devlete yaklaştıkça ve onunla ilişkilendikçe bozulma ve yozlaşma başlar. Ondan uzaklaştıkça da kendini korur.

Komünal değerler temel alınır 

Bu dönem, Pir Bektaş-ı Veli’nin hakka yürümesine kadar olan dönemdir. Özellikleri ise Alevilerle karşılıklı etkilenme ve karşılıklı yardımlaşma-dayanışmanın olması ve devlet dışı yaşamın temel alınmasıdır. Hak, adalet, paylaşım, ezilenin sesi olma, ahlaki değerleri esas alma ve de demokratik komünal değerlerin temel alındığı dönemdir. Bu dönemin başlıca özelliklerinden biri de Pir Bektaş-ı Veli’nin kardeşi Menteş’in Babai ayaklanmasında (halk hareketinde) yer almış ve bu ayaklanma da hakka yürümüş olmasıdır. 

Hacı Bektaş-ı Veli inanç insanıdır

Devlet dışı kalmayı esas alan Hacı Bektaş-ı Veli ve yandaşları, devlet olanaklarına dayalı seçkin bir yaşamı da reddetmişler ve kendilerini öz inançlarından saptırmaya çalışanlara karşı çıkarak, özellikle de kırda ki toplumcu yaşamlarına bağlı kalmışlardır. Bektaşi Veli, büyük bir inanç insanıdır, hak, adalet ve eşitlik onun felsefesinde mevcuttur. Alevi-Bektaşi çevrelerde inanç esaslarının temel şahsiyeti (serçeşme, pir) olarak görülen Bektaş-ı Veli, devlete değil hakka hizmeti esas almış olan bir kişiliktir. Bektaşiliğin bir devlet kurumu haline getirilmesi ve devlete yakınlaştırılması ondan sonraki döneme rastlamaktadır. 

Bektaşilik Babailiğin bir koludur

Araştırmacı Yazar Mehmet Bayrak‘ın TV 10’da katıldığı bir programda bu konudaki şu belirlemesi önemlidir: “Babailik (babalılar) Yaresanlığın aslıdır. Bektaşilik Babailiğin bir koludur. Babailik de Yaresanlığın içinden çıkıyor ve Bektaşilik olarak sürüyor. Bunlar (ışık dergahları) adıyla örgütleniyorlardı. H.B.Veli’den sonra bu yolun dışında devlete yakın ikinci bir “Bektaşi” yolu geliştirilmiştir. Yani birinci kol halkçı kol, ikinci kol devletçi koldur.”

H.B. Veli öğretisi, bütün insanların dostluğundan, barış ve kardeşlikten yana olan bir öğretidir. Ve bu öğreti giderek geniş bir alana yayılmaya başlamıştı.

İkinci dönem Bektaşiliği

Bu dönemin temel özelliklerinden birisi, Hacı Bektaş-ı Veli’nin hakka yürümesinden sonra Alevi-Kızılbaşlarla Bektaşilerin birinci dönemde var olan yakınlaşma ve dayanışmalarının gerilemiş olmasıdır. Bektaşiliğin geniş bir alana yayılmasını tehlike olarak gören Osmanlı Sarayı, buna müdahale etmeyi ve bu düşünce akımını ve yaşam tarzını devlet içine çekerek yozlaştırmayı gerekli görmüş ve Balım Sultan isimli bir devşirme II. Beyazıt tarafından Bektaşi Dergahı’nın başına geçirilmiştir.

Osmanlı’daki sahte Bektaşicilik

“II. Beyazıt bir yandan bunu yaparken, diğer yanda da Balım Sultan’a muhalefet edebilecekleri de (Safevi devleti taraftarı suçlamasıyla) Balkanlara sürgün etmiştir. Balım Sultan bir dönüm noktasıdır. Çünkü Bektaşiliğin tüm toplumsal, insancıl yönlerini bir tarafa iterek Osmanlı devletinin hizmetine sunmuştur. Bu zalimin zulmüne hizmet etmek demekti. Onun dönemi ile birlikte toplum içinde ahlaki bağlar yerini ağırlıklı olarak devletin resmi bağlarına, yani Osmanlı hukuku’na bırakmıştır. Osmanlı’daki bu sahte Bektaşicilik, değerlerine ve direnişçiliğine bağlı Aleviliğe karşı, devletle çıkar temelinde işbirliğine girmiş olan ve saraya bağlı bir işbirlikçi kesimin adı oluyordu. Artık “saraya hizmet hakka hizmet” demekti. 

40 bin Alevi katledildi

Pir Sultan darağacına çekilirken, Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı sultanları Bektaşi olduklarını ilan ediyorlardı. Yeniçeriler bu dönemde katliam yaparken, II. Mahmut 40 bin Aleviyi kuyulara doldurarak katlederken, kendilerini “Bektaşi” ilan ediyorlardı. Bu durum ve bu ihanet, tarihsel sapma anlamına geliyordu. Bu dönemin Bektaşiciliği, direnen Alevilik karşısında devletle birleşmiş sarayın Bektaşiliğidir. Bu yıllarda Pir Sultan darağacına çekilirken, başta Yavuz Sultan Selim olmak üzere Osmanlı yöneticileri de kendilerini Bektaşi ilan etmiş ve Yeniçerileri dahi Bektaşi Dergahı’na bağlamışlardır. Bu esas olarak, H. Bektaş-ı Veli’nin düşüncülerine yapılmış büyük bir ihanet olmaktadır. Bektaşiliğin toplumcu geleneğe dayalı demokratik ruhu terkedilmiş, yerine egemenlikçi, tekçi yazılı kurallar geçirilmiştir. Böylece var olan ve çokluk biçiminde özgünlükleriyle birlikte zenginlik yaratan dergah özerklikleri aşılmış, devlet genleri ve yönetim tarzı anlayışı dergahın içine sokulmuştur…” (Kimin İslamı, S.116-117, Sinan Şahin Mezoptamya Yayınları)

Osmanlının sahte piri

Osmanlının Alevilere yönelik katliama dayalı politikaları, elbette ki direnenlerin karşıtı olan teslimiyet ve işbirlikçi bir kesimi de ortaya çıkartmıştır. Bu kırılmayla boyun eğen kesimler işbirlikçileşmiş ve direnen kesimin direnişini kırmada da rol oynamışlardır. Balım Sultan kişiliğiyle zaten devlet Bektaşi Tekkesi’ne el atmış olduğundan, bu mekan işbirlikçi ihanet çizgisinin gelişmesi için de bir zemin olmuştur. Yavuz Sultan Selim başta olmak üzere devlet yetkililerinin ve Yeniçeri ordusunun da buraya bağlanmasıyla, toplum üzerindeki etkisinde de bir artış gözlenmiştir. Yine bu dönem de Bektaşilik özünden saptırılarak Osmanlı devletinin çıkarlarını İran’a karşı korumak ve Osmanlının yayılmacı politikasına hizmet amaçlı bir devlet tarikatına dönüştürülmüş oluyor. Bektaşilik halktan ve demokratik komünal değerlerinden uzaklaştırılarak; kendine yabancılaştırılıp devletleştirilirken, 12 İmam eksenli yeniden yapılanma da bu dönemde oluyor. 12 İmam törenleri, 12 dilimli Bektaşi tacı, kubbeler ve meydan yerlerinin 12 dilimli olması da bu döneme aittir. Yeniçeri Ocağı aracılığıyla da güçlenen resmiyette kabul gören Bektaşiliğin ikinci piri ama sahte (Pir-i Sani) olan ve Osmanlı Padişahı II. Beyazıt’in desteğiyle Hacı Bektaş Dergahı’nın postnişinliğine getirilen Balım Sultan ile birlikte tarikat yeniden yapılanmaya tabi tutulmuş ve Anadolu’dan Balkanlara uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda tekkeden oluşan belli bir erkana ve merkeze bağlı geniş bir tarikat ağı ortaya çıkmıştır.

Sinsi bir tezgah 

Osmanlı bütün bunları Şii inancının yayılmasının önünü kesmek ve Bektaşileri kontrolünde tutmak için yapmıştır. Fakat Şah İsmail’in yenilgisinden sonra da (tehlike kalkmış da olsa) Osmanlı, kendi denetimine aldığı Bektaşilerin 12 İmamlar kültüyle yaşamasında sakınca görmemiştir. Çünkü 12 İmamsız Bektaşilik Osmanlı sarayı için son derece tehlikelidir. Önemli olan devlet içinde kalması ve saray için tehlike olmaktan çıkartılmasıdır. Yani can alıcı önemde olan nokta, devletle bütünleşmeyi reddetmiş olan Babailikle tarihsel ilişkisinin kopartılmasıdır. Bunun için 12 imamlar Osmanlı sarayının işini kolaylaştırmaktadır. 12 İmamlar Alevi-Bektaşilerin yaşamlarına öylesine derinden yerleştirilmelidir ki, gelecek nesillerine anlatacakları ne bir Ebu-l Vefai Kürdi ne  Babailik ve ne de diğer Raya Heq Alevi önderleri ve tarihleri olsun. Hepsi unutulsun. Kendilerini sadece İslam tarihinin içinde sansınlar ve köklerinden kopsunlar. Gerçekten de bu öylesine etkili olmuştur ki, hala bu kısır döngüden kendisini kurtaramamış Alevi-Bektaşiler bulunmaktadır. Osmanlının bu planı bir anlamda Şiilik üzerinden İslamiyet’e bağlama çabasıdır. Hacı Bektaş-ı Dergahı’ndaki caminin 1826’daki Bektaşi katliamından sonra yapılması da bu amaçla ilgilidir. Yani sinsi bir tezgah ve bir dayatmadır.

Bütün bunlardan sonra 16.yy’da Bektaşiliğin toplumcu yanını; komünal değerlerini terk etmeye başladığını görüyoruz. Yani diğer Alevi inancıyla arasını açmaya, bir kopuş yaşamaya başlıyor. Devlete yaklaştıkça özünden kopuyor. Böylece halka ve öz değerlerine olan bağlılık, Balım Sultan’la birlikte devlete bağlılığa dönüşürken, onun gücüne dayanarak da kendini yaşatma sürecine giriliyor.

Cumhuriyet dönemi Osmanlının Bektaşiliğe yaptığı ihaneti devralarak kemalizmin malzemesi durumuna getirir ve laiklik tuzağına düşürür. Bugün ise CHP, AKP ve MHP bu ihanetin sürekliliğine özen göstermektedir. Çünkü bu bir devlet politikasıdır ve Aleviliğe karşı uygulanan bir stratejinin gereğidir. Amaç, H. Bektaş-ı Veli sonrası “Bektaşilik” eliyle direnen Alevilerin direnişini kırmak, Aleviliği yozlaştırmak, yoldan düşürmek ve kendilerine bağlamaktır.

Üçüncü dönem Bektaşiliği

Bu dönem Bektaşiliği, birinci dönem Bektaşiliğine bağlı kalma ve yolu sürdürme çabasını ifade etmektedir. Bu dönem esas olarak Sivas katliamı sonrasında başlamış ve bu özüne dönme süreci devam etmektedir. Bu nedenle, bugün örgütlenmekte olan Bektaşi derneklerini devlet dışında tutma; Balım Sultan geleneğinden arındırma çabasının ağırlıkta olduğu görülmektedir. Günümüzdeki Bektaşi örgütlenmelerinde, Balım Sultan geleneğinin zihinlerde yarattığı tahribatları silme ve toplumcu geleneğe dayalı demokratik ruhunu canlandırma, Osmanlının hizmetine sokulduğu dönemden gelen devletçi yanlarını temizleme ve Bektaş-ı Veli’nin öğretisini hakim kılma işaretleri yavaşta olsa gözlemlenmektedir.

Anadolu’nun gönül erenlerinden olan ve “iyiliğin özünde insan sevgisi saklıdır” diyen Bektaş-ı Veli’nin sevgi ve barış üzerine kurduğu öğretisini öne çıkartmak ve Türkmen Alevilerine devlet dışı kalmalarının güzelliğini anlatmanın önemi, devletin sinsi bir asimilasyon projesi olan, “Cami-Cemevi-Aşevi” projesinden sonra daha da artmış bulunmaktadır. Günümüzün en temel ihtiyaçları olan ve Bektaş-ı Veli’de de var olan sevgi, saygı, haklarda eşitlik, ahlak, zalimin zulmüne direniş, barış, adalet ve paylaşım değerlerini öne çıkartmak genel olarak da bir ihtiyaç durumundadır. Bu da ancak, Bektaş-ı Veli’den sonra ortaya çıkartılmış olan ve saraya bağlanması, Yeniçeri ordusuyla ilişkilenmesi, Baba İshak ayaklanmasının yenilgisinin yarattığı eziklik psikolojisinden ve ona bağlı gelişen devletle işbirliği politikasından kendini tam anlamıyla arındırmasıyla, yani kısır döngüden (şeytan döngüsünden) kurtulmakla  mümkündür. Ancak o zaman Alevilik ile Bektaşilik arasına konan kara çalılarda etkisini tamamen yitirecektir. Çünkü tarihte ispatlamıştır ki, Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik, onu kirletmek isteyen devletin ve işbirlikçi düşkünlerin kanlı ellerine bırakılamayacak kadar temizdir. Alevi kalınmak isteniliyorsa, iktidardan uzak durmak  bir zorunluluktur. 

Yeni değil

Erdoğan'ın da katıldığı törende Bektaşiliği özellikle Ahmet Yesevi üzerinden devletçi İslam’a bağlama çabaları yeni değildir. Oysa ki, Bektaş-ı Veli ile Ahmet Yesevi’nin yaşam ve ölüm tarihlerini karşılaştırmak bile bu büyük yalanı ortaya çıkartmaya yetmektedir.

Unutmayalım ki, eğer Osmanlı İmparatorluğu yönetimi işi bitince Bektaşiliğe sırtını dönmemiş olsa ve onbilerce Alevi-Bektaşiyi katletmeseydi, Bektaşilerin yeniden kendi özlerine dönme süreci de başlamamış olacaktı. Bugün bir Bektaşi gelenekten söz edebiliyorsak, biraz da bu nedenledir.

Bütün bunlarda göstermektedir ki, Alevi örgütleri bir meclis içinde ortak hareket ve mücadele esaslı bir örgütlenmeyi gerçekleştirmedikleri sürece, iktidar bu boşluğu kendi lehine kullanmayı sürdürecektir. Fakat bunun da bu inanca çıkarsız yaklaşanlar ancak başarabilir.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.