Ortadoğu ve demokratik siyaset çağı
Dosya Haberleri —

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgürlük sosyolojisini evrenselden yerele uyarlıyor. Uygarlık, kapitalist uygarlık, alternatifi olarak demokratik modernitenin özgürlük sosyolojisi, oradan Ortadoğu ve Kürt gerçekliğine doğru izleyen bir düşünce çizgisi. Eserlerin toplamı, yeni bir çağın başlangıcının demokratik modernite için zihniyet temelini anlatır... Ve hepsinin özünde kendisinde cisimleşen toplumsal hakikat.
SOYDAN AKAY
Gerek Ortadoğu’da, gerekse dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan kritik olay ve gelişmeler olduğunda, aklım hep yıllar önce okumuş olduğum bazı kitaplara gider. Bu kitaplar Yeni Sosyal Bilimlerin kurucu ismi Abdullah Öcalan’a aittir. Son Filistin-İsrail çatışması, bu kitaplardaki fikirleri bir kez daha hayatiyet düzeyinde güncel kılmaktadır. Sadece problemi tanımlamakla yetinmeyip çözümlerini de üreterek, alternatifler sunarak ufuk açıcı olmaktadır. Kitaplardaki felsefi, sosyolojik tarihsel yorumlar, yöntem yaklaşımları, güncel siyasal gelişmelere dair öngörüler ve olasılıklar, gerçekliğe öylesine uymaktadır ki şaşmamak ve bir o kadar da onur duyup mutlu olmamak mümkün değil. Ortadoğu toplumlarının özgürleşmesinin savunusu ve yol haritası. Kime karşı? Elbette ki merkezi hegemonik iktidara, onun güncel hali kapitalist moderniteye, finans kapital çağına karşı!
Bilge insanın ışığı
Küresel hegemonik güç odaklarının geçmişleri, şimdileri ve gelecekleri, yani akıbetlerini, strateji ve taktiklerini halklar için muazzam aydınlatıyor. Bunu başarmış olmanın mutluluğunu dostlarıyla, gönüldaşlarıyla paylaşmaktan da büyük bir onur duymaktadır Abdullah Öcalan. Çünkü tarihin en büyük komplosuna maruz kalmış ve en ağır koşullarda başta “özgürlüğün halkı” dediği Mittani halkına, Ortadoğu halklarına, kadına ve evrensele karşı entelektüel, ahlaki ve politik sorumluluğunu yerine getirmekten bir saniye bile imtina etmemiştir. Bu aydınlatma gerçeğinden daha büyük ve kutsal bir sorumluluk ve görev olabilir mi? Bundan daha büyük bir savaş olabilir mi? Daha uygarlığın başlangıcında Sümer halkı bu gerçeği şöyle bir özdeyişle ifade etmişlerdi: Bilge İnsan karanlıkta ışık olmasını bilendir. Uygarlığın doğuşu da büyük oranda halklar için büyük bir karanlık çağı ifade ediyordu. O karanlığa karşı direnen Hurri halkı Çağdaş Huvava’sı önderliğinde bugün de benzer aydınlatma rolünü oynamaktadır. Öyle ya, bilge insan karanlıkta ışık olmasını bilendi; ve ışık ne ilginçtir ki Aryan-Hurri kültüründe metaforik olarak her daim yüksek bilinci, kutsal bakış anlamına gelen Teoria’yı ifade etmek için kullanılmıştır. İşte bu yüksek bilincin temelinde her daim özgürlüğe, eşitliğe, adalete, demokrasi ve ekolojiye bağlı bir yaşam biçimi vardır. Değineceğim kitaplar bu yüksek bilincin ve yaşamın cisimleşmiş halidirler. Bu yaşam, tarihin anti uygarlıkçı kutbunda yer alan tüm varoluşların, acıların, emeklerin güncelde bir halkın, özgür kadının, arayışçılarının, direnenlerin kristalize olmuş (yani katılaşmış, yoğunlaşmış, cisimleşmiş ışık) halidir. Söz, Gatha ya da Kelam Kitaplar’da dile gelen bu yaşamın ifadesi ve savunmasıdır. Buna gerekçe de “Karşı konuşma, savunma, cevap verme, söyleme” anlamında Apoloji denilmektedir. Luwi ışık ve savunma tanrısı Apollon da bu anlamın, kendi çağındaki simgesel anlatısıdır, deyip diğer konulara geçelim.
Finans kapital çağı
Burada ismini anacağım birinci kitap Abdullah Öcalan’ın Kapitalist Uygarlık (DUM 2. Cilt) adlı eseridir. Bu eserin finans kapital çağı hem siyasal gelişmelerin mantığını hem de tekelciliğin toplum üzerindeki operasyonlarını anlamak bakımından en önemli metindir. Bu metne dikkat çekmeye çalışacağım. Dünyada ne olup bittiğini ya da “aslında ne oldu, neler olmakta, neler olabilir?” soruları, para kavramı üzerinden aydınlatılır. Okurken her satırında “aynen öyle” diyeceğimiz oldukça yalın, bir o kadar da güncel ve ufuk açıcı. Başlangıçta toplumun basit bir değişim aracı olarak kurguladığı paranın istismara uğradıktan sonra nasıl yoldan çıkıp, süper tekele dönüştüğünün çarpıcı öyküsüdür anlatılan. Kapitalist modernitenin temel sacayağı olan (baş tanrısı) ulus devlet, yardımcıları iktidar ve savaş tanrıları yanında “ekonominin ve karşılığı olmayan çağ” anlamında Tanrısı Para, dünyayı fethetmektedir. Kısa sürede para dünya sisteminin baş hegemonu (dolar artı euro) haline gelir. Bu dünya dolar artı euro ile diğer rakiplerinin savaşlarından, çelişki, ilişki ve ittifaklarından müteşekkil bir dünyadır.
Süper tekel
Abdullah Öcalan bunu şu şekilde sorulaştırarak anlamamızı sağlar: “Doların (yedekte tutulan euro) temel muhasebe birimi olması ne anlama gelmektedir? Dolar birikim alanları ve milli paralar arasındaki kur değişimleri, bono ve tahvil, hisse senetleri piyasasındaki hareketler, faiz ve fiyat değişiklikleri hangi somut dünyalardaki ilişki ve çelişkileri, dolayısıyla ittifak ve savaşları yansıtmaktadır? Acaba giderek sıkça sözü edilen Üçüncü Dünya Savaşı ağırlıklı olarak bu simgesel sanal dünya içinde geçmiş olmasın? Gerçek alandaki savaşlar ise bunun yer yer deprem dünyasının fay yarıklarından dışa vurması misali gibi olmasın?” Aynen öyle. Sadece son yıllardaki Ukrayna-Rusya, Suriye, Filistin, İsrail savaş ve çatışmaları bile bu gerçeği katbekat doğrulamaktadır. Süper tekel yani Komutan Para kendini maskelediği ulus devletleri rahatça yayılıp gelişmesi önünde engel olarak görmektedir. Ortadan kaldırmıyor; yeniden düzenliyor, kurguluyor. Hiç bir Ulus devletin bu hegemonik yeni düzenlenişten kaçarı yoktur. Baş komutana kafa tutmak, isyan etmek, kendine ulus devlet deyip de “bağımsızlık edebiyatı yapmak, sistem dışında durmak parçalanmayla son bulmaktadır. Çünkü 1648 Westfalya Antlaşması’ndan bu yana inşa edilen dünya sistemi bir ulus devletler sistemi olarak tasarlanmıştır. Sistem karşıtı olarak ortaya çıkan SSCB ve diğer reel sosyalist devletler ulus devlet bağlamında ele alınıp kabul edilmişlerdir. Zaman, bu sistemin kapitalist modernitenin alternatifi değil, baş hegemonun rakibi olduğunu göstermiştir. Kitap güncel bağlamda Komutan Para’nın önemli görevlerinden birine dikkat çeker: İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi. İşte İbrahim Anlaşması son Arap-İsrail ve Türk ilişkilerindeki “normalleşme”ler. Finansal krize soktuğu ülkeleri teslim alıp önüne bazı projeler koyar. Libya, İran, Irak, Suriye, Yemen vb. ülkelere uygulanan parçalama ve ambargoları da akibetlerinin nasıl olacağı hususunda bir tehdit olarak gösterir. Filistin’de oluk oluk kan akıyor. Sonuç? Üst perdeden kınamalar, serzenişler vs. Çatışmaların daha da derinleşmesi sonlarını getirir. Herkes de biliyor ki, hegemonyanın önemli sahası Ortadoğu’dur. Bölgede asıl hegemonik güç savaşı İran ile İsrail arasındadır. Ve İran geriletilmeden, etkisizleştirilmeden savaş son bulmayacaktır.
Neredeyse 15-16 yıl önce kaleme alınmış bu çalışma, Birinci Dünya Savaşı'nın bitmediğini, oldukça farklı bir şekilde Üçüncü Dünya Savaşı biçiminde devam ettiğini belirtir. Hem finansal hem de reel anlamda savaş gerçekten de devam ediyor. Sistem, kendisine rakip olarak ortaya çıkan reel sosyalizmden hareketle, Birinci Dünya Savaşını ertelemiştir. 1990’larda reel sosyalizmin yıkılması, SSCB ve Çin’in sisteme bu entegrasyonu ile sonuçlanmıştır. Yarım kalan Ortadoğu’yu fethetme operasyonu baş hegemon ABD için varlık-yokluk meselesidir. Birinci Körfez Savaşı, 1999 15 Şubat Büyük Komplosu, El Kaide üzerinden geliştirilen provokasyonla Afganistan ve Irak’a girilmesi, DAİŞ provokasyonuyla Suriye’ye girilmesi ve son olarak da Hamas provokasyonuyla savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e demirlemiştir.
Çin’i yalnızlaştırmak ve bölgede etkisini engellemek için Rusya’yı Ukrayna savaşı ve ambargolarla kazığa bağlamıştır. 90’larda başlayan fethetme operasyonunun uzaması işine gelmiyor artık. Bunu bir yerde oturtması gerekiyor. Ama son savaşını, Armagedon’u gerçekleştirmeden sonuçlanmayacaktır. Şimdi böylesi gerçeklikler ortada iken bazıları çıkmış diyorlar ki “Acaba savaş büyür mü, Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı?”
Ulus devletlerin çöküşü
Bazıları da “Ey ABD senin Suriye’de, Irak’ta, Dedeağaç’ta, Doğu Akdeniz’de ne işin var?” Bu soru sahiplerine tam da Kürtçe bir tabirle “Rojbaş” demekten başka bir şey gelmiyor elden. Hatta daha çarpıcı olanı 15 Şubat Komplosu sonrası dönemin başbakanı Bülent Ecevit (asıl adı Serbilind’dir)* bir röportajında CIA ve MOSSAD’ı kastederek “Acaba bunlar Öcalan’ı neden bize verdi?” diye sormuştu. İşte o sorunun cevabı bunca yaşananlar, yaşanmakta olanlar ve de yaşanabilecekler. Abdullah Öcalan’ın kendisi de bu konuya dikkat çeker. Süper Tekel’in, finans kapitalin komplo ile bağını kurması zaten konunun esasıdır. Öte yandan yukarıdaki soru sahiplerinin bir sorusuna daha dikkat çekmeliyiz: “Hamas İsrail’in “Demir Kubbesi’ni nasıl aştı? MOSSAD nasıl istihbarat sahibi olmadı? Hamas, İsrail’e koz mu verdi? İran mı var arkasında?” vb.
Bazıları İsrail’e bu şekilde saldırılmasını takdir etmekten geri durmazlar. Elbette ki bu konu daha çok tartışılacaktır. Yine söz konusu metin bu konuda önemli bir tespit yapar: “Terörizm büyük ihtimalle sistemin bir provokasyon hareketidir. Finans çağının iktidarına meşru gerekçe yaratmak için bilinçli başvurulan araçların olduklarına dair güçlü işaretler var. Örneğin El Kaide halen sır özelliğini korumaktadır.” der, finans çağının kendisinin en büyük terörist özellikler taşıdığını belirtir. Tespit oldukça isabetli olmakla birlikte radikal İslami, dogmatik hareketlerin provoke edilmeye meyilli sınırsız şiddet anlayışları sistem için bulunmaz bir nimettir. Bölgede sistemin meşrulaştırma araçları haline geldikleri gibi toplumsal doğanın tahribatında ağır bir rol oynamaktadırlar. Ulus devletin ağır baskılarına maruz kalan Ortadoğu toplumları bu sınırsız şiddetle ayağa kaldırılamaz hale getirilmiştir. Antiemperyalist öfke de saman alevi gibi parlamaktadır. Ülkeleri saldırıya maruz kaldıklarında oluşan şiddet sarmalıyla birlikte milyonlarcası mülteci konumuna düşmekte, Avrupa’nın ucuz iş gücü deposu işlevini görmektedir. Küresel hegemonyanın troyhasında yer alan devletlerden biri olan İngiltere başbakanı Tony Blair’in danışmanı R. Cooper’in kaleme aldığı “Ulus devletin Çöküşü “ ** adlı kitabı konuya dair önemli ipuçları vermektedir. Cooper Avrupa sistemine önerilerde bulunduğu bu kitabında: ulus devletlerin artık çözüldüğünü, bunun birey ve toplumlarda devletin gereksizliği gibi sonuca yol açabileceğini, bu sebeple de birey ve toplumda güvenlik algısının oluşturulması gerektiğini belirtmektedir. Bunun için de İslami ve biyolojik terör üzerinden Güvenlik Devletini inşa etmeliyiz. Özü bu.
El Kaideler, DAİŞ'ler, Nusralar, Koronalar nasıl da dizayn aracı olarak kullanılıyor?
En büyük maneviyat özgürlüktür
Hem kendi toplumlarını hem de Ortadoğu’yu. Sistemin akıl babasının İngiltere, uygulayıcısının da ABD olduğunu düşündüğümüzde fazla söze hacet var mı? Ve Abdullah Öcalan yukarıda finansal sistemin kendisinin bir terör sistemi olduğunu söyleyip “medya terörünün de önemli bir araç olduğuna dikkat çekerken bunu gerek kendi ülke gerçeğimizde gerekse de evrensel çapta işlediğini yaşayıp görmekteyiz. Bütün bu terörizmlerin hepsinin hedefi toplumdur. Ortadoğu bu araçlarla fethediliyor. Toplum bu araçlarla sürüye, kitle toplumuna dönüştürülüyor. Konu oldukça kapsamlı. Metnin her cümlesi bir kitap konusudur. Okunmalı, tartışılmalı, güncelle bağı kurulup aydınlatma görevi olarak ele alınmalıdır. Sınırlı düzeyde vurgulamaya çalıştığım metnin son cümlelerini paylaşarak bu bölümü bitirmek istiyorum: “Paranın tanrılaşması, gerçeğinden daha dehşetli bir olgudur. Dayandığı ve sürüklendiği sistemi eğer bu şartlarda biraz dile getirebilseydim, bu adına mutluluk denen olgunun belki de bana nasip olan nevi şahsına münhasır tek mükafatıdır. Spinoza ‘Anlam özgürlüktür’ demişti. Onun dışında özgürlük olmadığına ben de inanıyorum. Anlayabildiğim kadar özgürleşmem yaşam için güçlü kuvvetimdir. Bölgenin aşık bir çocuğu olarak halklarımızı hileli, madrabaz ve kör para tanrısının insafına terk etmediğim için mutluyum. Dostlarımın ve teşkil ettikleri toplumların da benimle sonsuza dek mutlu kalacaklarına hep inanırım.” Trajediyi mutluluğa, şölene, neşeye, gülüşe dönüştürmek; yani anlam gücüne. Büyük Maneviyat budur. En büyük maneviyat özgürlüktür.
Demokratik Uygarlık Manifestosu
İkinci kitap Ortadoğu sosyolojisini ele alan Demokratik Uygarlık Manifestosu dördüncü Cilttir. Ortadoğu’yu geçmişiyle (tarihi), şimdisiyle (güncel, modernitesiyle) ve gelecek tasavvuruyla diyalektik bir bütünlük içinde ele alan; ekonomik, siyasi, ahlaki, politik, demokratik, ekolojik, pedagojik ve jineolojik gibi bir çok konuda çözümler sunan bu eser bir hazine değerindedir. Batının, kapitalist modernitenin hegemonik bilgi yapılanmasının alternatifi olarak geliştirdiği Özgürlük Sosyolojisi’ni (DUM 3. Cilt) oldukça mükemmel bir şekilde Ortadoğu’ya uyarlamış. Evrensellik değeri taşıyan bu eser birey, kadın, aşk ve tüm toplumsal birimlerin de sosyolojisidir. Abdullah Öcalan özgürlük sosyolojisini evrenselden yerele uyarlıyor. Uygarlık, kapitalist uygarlık, alternatifi olarak demokratik modernitenin özgürlük sosyolojisi, oradan Ortadoğu ve Kürt gerçekliğine doğru izleyen bir düşünce çizgisi. Ve hepsinin özünde kendisinde (Özgür Birey, özne-varlık) cisimleşen toplumsal hakikat. Bu noktadan da bakılınca tikelden (birey) evrensele ve yerele (Ortadoğu ve ülke) bir seyir. Akış bu, diyalektik bu. Eserlerin toplamı yeni bir çağın başlangıcının demokratik modernite için zihniyet temelini anlatır. Eserde de belirtildiği üzere tarihi büyük ve güçlü olan Ortadoğu’nun zayıf şimdisine olanak tanıyor.
İşte bu bölümde de Ortadoğu cildindeki “Ortadoğu toplumunda bazı güncel sorunlar ve olası çözüm yolları” başlıklı bölüme dikkat çekeceğim.
a) Konu şimdi (güncellik) ve tarihle ilişkisi, zaman mefhumu, algı-olgu, pozitivizm, öznellik-nesnellik gibi temel kavramların felsefi bir yorumuyla başlar. Kavramlara hakim olan zihniyeti, çarpıtmaları deşifre ederek doğru yöntem ve bakışı ortaya koymaya çalışır. Çünkü sorunları ve çözümünü hakim sistemin bize sunduğu bilgi yapılanmasıyla tanımlayıp açığa çıkaramayız. Örneğin ulus devleti nesnel bir gerçeklikmiş gibi sunan pozitivist anlayışı anlaşılır bir dille yargılar. Daha da güncelleyelim bunu: kapitalist modernitenin en temel sacayağı olan ulus devleti kutsallaştırarak, vazgeçilmez kılarak, onu Ortadoğu toplumlarına dayatarak anti emperyalizm, anti tekelcilik yapmak mümkün müdür? Hayır. Bunun neresi Ortadoğululuktur? Bir başka eserinde belirttiği üzere bu anlayışı “küçük burjuva ukalalığı” olarak yargılar. Aynen öyle. Burada anlayışla hesaplaşır.
Temel örgütlenme ve inşa aracı
Kendisi de bir dönem etkisi altında kaldığı kapitalist modernitenin epistemolojisini sorgulayarak, özgürlükçü zihniyet paradigmasını geliştirerek kendini ve toplumunu bu hastalıklı yaklaşımdan kurtarmaya çalışır. Bu soruşturma ve aydınlatmayı yaptıktan sonra “Çoğunluk ve azınlık ulusların sorunları ve çözüm olasılıkları” alt başlığını açar. Temel problem kapitalist modernitenin son iki yüz yıldır Ortadoğu’ya dayattığı abartılı ulus gerçeği ve onun ulus devletidir. Bunu yaparken ulusallığın toplumsallık yönünü mutlak anlamda gözetir. Çünkü ulus devlet tekelci sermayenin örgütlenme, kendini gizlemenin adı, aracı ve formudur. Ulus kavramını Tanrı kimliği yerine ikame eder. Bu kimlik adı altında yücelttiği, abarttığı devlettir. Ulus ile devletin nikahını kıyar, onları karıkoca ilan eder. Bir nevi sistemin antidemokratik kurumu olarak meşrulaştırdığı bir aile gibi tasarlar. Abdullah Öcalan bu araca karşı büyük bir savaş ve saldırı başlatır. Bu saldırı ideolojik bir saldırıdır. Ulus devletin bırakalım halkların çözüm aygıtı olmasını, sorunları içinden çıkılamaz hale getirdiğini öne sürer. Yaşadığı ulusal kurtuluş deneyimi yeterince materyal sunmaktadır. Bunun yerine demokratik ulus, komünal toplumun sistemli ifadesi olan demokratik modernite çözümünü geliştirir. Ulusun, toplumun devletten boşanmasını sağlamak. Bu da eşittir demokratik ulus ve komünal toplumdur. Devlet aygıtıyla güç olma hastalığının çaresi budur. Bir kadının kendisine baskı, şiddet ve tecavüz uygulayan bir kocadan, zalim zulmünden kaçarken bir başka kocaya varması neyse, ulus devlet istemek de odur. Kadının kendi özerkliğini, özgürlüğünü, kimliğini örgütlenerek varolması, ilişkilerini bu temelde kurallara bağlaması kıymetli olandır. Demokratik konfederalizm bu noktada toplumsalın, özgürlüğün, demokrasinin formu, biçimi olmaktadır. Temel örgütlenme, inşa aracı ise demokratik siyasettir.
Kürt gerçekliği
Devlet yıkanarak devlet sahibi olmak, “eksikliğini” devletle tamamlamak kurtuluş değil köleliktir. Kitap buna “ateşe ateşle gitmek” der. Filistin-İsrail çatışmasında ne kadar da çok kullanılıyor bu deyim: Ateşe ateşle gitme ey İsrail, iki devletli çözüm şart! Şiddete şiddetle karşılık verme diyor bunu söyleyenler ama hepsinin sicili her konuda kabarık. Abdullah Öcalan bu soruşturma ve aydınlatmadan sonra bölgedeki sorunları tek tek sayar: Arap ulusal sorunu, Türk ve Türkmenlerin ulusal sorunu, Kürt ulusal sorunu, İran, Ermeni ve Asuri toplumların sorunu, Yahudi sorunu, Helen ve Kafkas kökenli etnik toplulukların sorunları. Her bir sorunu kendi özgünlüğü ve tarihselliğine uygun vurgular yaparak yukarıda dikkat çektiğimiz demokratik ulus, komünal toplum çözümünü önlerine bir görev olarak koyar. Kürt gerçekliği tüm yakıcılığı, güncelliği ve model olması, çözüm kapasitesi itibariyle en temel olanlarından biri olarak önümüzde durmaktadır. Modelin başarısı evrensellik karakterini gösterebilir. Demokratik siyaset konusunu ele alırken kısmen değinmeye çalışacağız. Bu yazıyı kaleme almama vesile olan Filistin-İsrail problemine ise Abdullah Öcalan’ın ‘Yahudi sorunu’ üzerinden dikkat çekmeye çalışacağım. Eser Yahudi sorununu hem bir Ortadoğu hem de dünya sorunu olarak tanımlar. Son çatışmalardaki durum da zaten sözün pratikteki karşılığını göstermektedir. Yahudi, özelde ise İsrail sorunu çözülmeden ne Ortadoğu’da ne de dünyada toplumsal sorunların çözülemeyeceğini özenle vurgular. Yine bu gerçeği Kürt sorununun ağırlaşmasından da görebiliriz. İsrail’in güvenliği için ikinci bir İsrail olarak Güney Kürdistan devletçiğinin inşası, Kürtler arasında demokratik ulusal birliğin kurulamaması, uluslararası komplo gerçeği ve benzerinden daha somut ne olabilir? “İsrail ve Filistin savaşında dünyanın parası ve kanı akıtıldı. Bütün bunlardan geriye içinden çıkılması daha da zorlaşmış ağır bir sorunlar yumağı kalmıştır. İsrail, Filistin örneğinde iflas eden kapitalist modernite ve onun ulus devlet paradigmasıdır.”
Kürt gerçekliği ile birlikte ele alındığında (Filistin) bölgeyi ve dünyayı kilitleyen iki sorun.
3 bin yıldır aynı fragman!
Ancak aradaki fark birinin demokratik ulusu (Kürtler) diğerinin ulus devleti (Filistin) dayatma mantığıdır. Her iki halkın trajedisi aynı olmakla ve benzer ulus devletlerden kaynaklanmakla birlikte Önderlik farkı en önemli ilkedir. Kürt önderliği büyük komployu gerçekleştiren İsrail’e cevap olarak: Ortadoğu modernitesi içinde başta Yahudiler olmak üzere tüm bölge halkları için demokratik ulusu dayatırken Filistin halkı öndersiz bırakılıp sonu gelmez şiddete mahkum edilmiştir. Son Hamas saldırısında büyük bir gururla “çok sayıda İsrailli esir aldık, hem de tüm Filistinli mahkumları bırakmaya yeter” sözü Filistin halkına ne kadar değer verildiğini göstermektedir. Bir Yahudiye karşı bin Filistinli mahkum! Finans kapitalin muhasebe birimi olan dolar zihniyeti gibi. Bir dolar karşısındaki milli paraların değerinin şiddet üzerinden insana uygulanması. Problemimiz zihniyetle. Siyonizme karşı mazlumun hakkını radikal İslamla ve neredeyse ona hizmet eden yöntemle çözme tutumu. Ulus devlete karşı ulus devlet arzusu ve birbirini yok etmek üzere iki dogmatizmin çarpışması veya çarpıştırılması.
Çözüm bir kez daha “Ortadoğu’nun aşık çocuğundan gelir: Doğu Akdeniz Demokratik Konfederasyonu. Bu çözümün öncelikle Filistinliler tarafından benimsenip güncelleştirilmesi gerekiyor. Hem tarihsel bir çözümdür hem de tüm bölgeyi etkileyecek denli önemlidir. Bunca acının, trajedinin somut ifadesi olmalıdır. Üç bin yıldır Davut Dev Golyat’a karşı filminin fragmanları izletilir gibi aynı şey tekrarlanıyor. Bir arada nasıl yaşanır, bu siyonizm nasıl boşa çıkartılır, bu sorun (Filistin) finans kapitalin kendini bölgede meşrulaştırılmasını engellemek için nasıl ellerinden alınır? Çözümü Arap ve Yahudi ahlaki politik güçleri tartışacaktır.
Devlet artı demokrasi formülü
Demokratik konfederal sistem Ortadoğu’nun tarihinde uzun süre yaşanmıştır. Bunu Abdullah Öcalan’ın kitaplarında güncellediği biçimiyle gündemleştirmek elzem bir sorumluluktur. Bunu süreklileştirmek, fikirleri yoğun bir şekilde tartışmak gerekir. Bölgenin tüm halkları, varoluşları bu hazine ile buluşturulmalıdır. Tell Xalaf’da inşa edilmeye çalışılan Kuzey Suriye Demokratik Konfederasyonu yeni çağın yeni bir modelidir. Sistem sürekli saldırı altında olsa da önemli bir kurumsallığı, deneyimi yaşamaktadır. Hegemonik güçler karakterleri gereği özerk, özgür halk yönetimlerinin oluşmasını istemezler. Ya tasfiye edip devletçi-iktidarcı bir çizgiye çekmek isterler ya da Güney’le bütünleştirirler. Bu durumda da devlet artı demokrasi formülü devreye girer. Her halükarda uzun vadede Ortadoğu çözümü buradadır. Nasıl ki 500 yıllık kapitalist modernitenin temelleri 1648 Westfalya Barış Antlaşması ile atılıp ulus devlete geçildi, onun çöküşünün olduğu yerde tarihin temel kültürel toplumu olan Neolitik kurumlaşmanın (M.Ö 6000-4000) yaşandığı Tell Xalaf’da “Tell Xalaf Barış Antlaşmasıyla “ demokratik federasyonlaşmanın Ortadoğu’daki temelleri atılabilir. Olası İran ve ileriki süreçte Proto İsrail’de yaşanacak gelişmeler, açığa çıkacak olan toplumsal kimlikler bu modeli bölgede yaygın duruma getirebilir. Ortadoğu’nun Sykes-Picotlara (1916) yeni Sykes-Picotlara ihtiyacı yoktur. Eskisi zaten 1917 Ekim Devrimi Önderi Lenin tarafından deşifre edilmişti. Yenisi de adını andığım eserlerde kapsamlıca deşifre edilmiştir. Günümüzün ahlaki, politik entelektüel görevi bu anlamda Westfalya’ya dayalı ulus devlet mekaniğini reddedip alternatifi olan demokratik ulusu meşru, öz savunmalı direniş odaklı devlet artı demokrasi formülü konusunda halklarımızı aydınlatmaktır. Başka türlü Ortadoğu halklarının çocuklarının ulus devlet tanrılarına, Para tanrılarına kurban edilmesini önleyemeyiz.
Notların önemi
b) Değinilen konuları daha da bütünlüklü görmenin imkanı vardır. Bu imkanı yazar bir başka eserinde daha da kapsamlı bir şekilde “Kültürel soykırıma karşı demokratik ulusu savunmak” adlı eserinde önümüze koyar. Çalışmanın bütünü demokratik siyaset yürütenler için bulunmaz bir nimettir. Yazarın kendisi Görüşme Notları adlı ek çalışmasında bu eserine özel bir önem verir. Eser önceki çalışmalarının bir özeti niteliğinde “kavramsal kuramsal çerçeve” başlığıyla aydınlatıcı rol oynar. Eserin yedinci bölümü ile sonuç bölümü bölgemizde yaşanan gelişmeleri anlamak açısından önemlidir.
Sistemin DNA’sını çözmüş
Her başlık başlı başına bir kitap değeri taşır. Düşüncenin yoğunluğu, bilincin kristalize olmuş hali bu gerçeği anlatır bize. Her belirlemenin, sözün arkasında büyük bir emek, birikim, özgürlük adına kanatlanmış bir kalbin titreşimleri, tarihsel, felsefi arka plan var. Anlamak biraz da bu yoğunluğa, arka plana dalmak, yelken açmakla mümkündür. Bakmaktan değil, görmekten söz ediyoruz. Her cümle güncele vurularak önemli sonuçlar ve de vazifeler, işler çıkarılabilir. Neredeyse 15 yıl önce yazılmış eser gelişmelere vurulduğunda dün yazılmış gibi insanı heyecanlandırır. Bizler çoğunlukla olay bazlı düşünür, yorumlarımızı olaya hapseder, dar düşünürüz. Her defasında kendinden menkul düşüncelere ulaşırız. Yanılır, yenilir, karamsarlığa düşer ya da boş hayallere, beklentilere kapılırız. Bir yorumdan bir başkasına atlarız. Bazı ‘stratejist’ ve allamelerin etkisinde kalırız. Oysa burada halklar adına, özgürlük adına bakılabildiği kadar derin, stratejik bir bakış ve öngörü var. Sistemin DNA’sını çözmüş adeta.
Gelişmelerden vazife çıkarmak, yaratıcı ve süreçleri karşılayacak kavram, kuram ve eylem, söylem bütünlüğünü geliştirmek, bunun için de önceden öngörebilmek esastır. Ortadoğu gibi bir yerde böyle olunmazsa bırakalım seyirci duruma düşmek, Filistin ve Suriye örneğinde görüldüğü üzere kan-revan içinde kalınır. İşte aydınlanmak, yenilenmek, ruh ve moral düzeyi kazanmak, zorlu süreçlerde karamsarlığa düşmeden yürümek özgürlük diyalektiğimizde ispatlanmış gerçeğimiz en büyük rehberimiz olarak karşımızda durmaktadır. Kitaplara sığdırılan rehberlik gerçeği ise en büyük armağanımızdır.
İnsanlık değerleri...
c) Konumuz Filistin-İsrail üzerinden güncelleşen Ortadoğu’dur. Bu durum Görüşme Notları adlı çalışmada daha somut yorumlara tabi tutulmuştur. Hatırladığım kadarıyla 2013’te tarihe şöyle bir Not düşülmüştü: “Bu sürecin değerini beş, on yıl sonra daha iyi anlayacaksınız.” Bu on yıl içine neler sığdırılmadı ki! Ama Filistin-İsrail’deki son çatışma tam da bu onuncu yılda gerçekleşti. Şöyle bir düşünelim, hayal edelim: Demokratik Çözüm başarılı olsaydı bugün ülkemizin, bölgemizin durumu acaba böyle mi olurdu?
Filistin halkı bile bu acıları çeker miydi? O sürece son verenler sözümona büyük oynadılar. Oysa ülkenin, Ortadoğu halklarının geleceğini çaldılar. Uluslararası komployu planlayanlar sürecin akamete uğraması için ellerinden geleni yaptılar. Bunlardan en büyüğü Paris provokasyonuydu. Sonrası malum. Ama darbeci-komplocu klik adeta Hamas misali devreye girince, barışı çalınca olanlar oldu. Sonuç Suriye bataklığı. Dahası mı? Balkanlara, Dedeağaç’a, Suriye’ye ve en son Doğu Akdeniz’e kurulan üsler, ülkenin etrafının tümden kuşatılması; radikal İslami örgütlerle kurulan ilişkiler, İran ve Rusya ile yakınlaşma, finansal kriz, milyonlarca mülteci ve Suriye bataklığı…
Kürtlerin konumu
Kürt gerçekliğinin geldiği boyut ise daha da çarpıcıdır. Tarih boyunca Kürt-Türk ilişki ve ittifakları önemli gelişmelere yol açmıştır. Emevi hanedanlığının yıkılıp yerine Abbasi halifeliğini getiren Eba Müslimi Horasani’nin ittifaklarından biri de Türkmenlerdir. Mersin’in Gülnar ilçesine adını veren Yörük Gülnar Hatun’un eşi de Eba Müslim gibi Abbasiler tarafından katledilir ve Türkmen boyları göç ederek (yürüyerek, Yörük, yürük) Mersin, Antalya ve sonra Anadolu’nun farklı bölgelerine dağılırlar. İkinci büyük hamle Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt zaferidir. Bunda da Kürtlerin rolü belirleyicidir. Karşılarındaki güç Batıyı temsil eden Bizans’tır. 1514 Amasya Antlaşmasıyla bir kez daha Kürt-Türk ittifakı yapılır. Osmanlı bu defa da İran’a karşı savaşır. Buna 1517 Mercidabık savaşını da ekleyelim. Suriye ve Mısır’ın kapıları açılır. En son kurtuluş savaşında gerçekleşen ittifak ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sonuçlanır. Karşılarındaki güç batılı hegemonik güçlerdir. Kürtlerin bu tarihsel rolünü bilen Avrupalı güçler Kürtlerin Arap, Fars, Türk ulus devlet kafeslerinde yaşamaya mahkum eder, soykırımlarına göz yumar. Sovyet sosyalist devrimi ile birlikte bölge projesini bu şekilde sonuçlandırır. Kendisine sistemin jandarmalığını yapacak ülkelere ihtiyacı var. “Proto-İsrail” kavramlaştırması boşuna yapılmamıştır. Hegemonyanın bölgedeki yeniden tesisinde Kürtlerin stratejik konumuna ihtiyaç duyan sistem kendi iradesi dışında Kürt sorununun çözümünü engellemiştir.
Tarih dehaları haklı çıkarmıştır
Tarihte hep başkalarına büyük kazandıran bu ittifak gücünü yanına çekmek, onun özgürlük çizgisini tasfiye etmek büyük hedefidir. Çünkü yirminci yüzyılda bölgede şekillenen ulus devletler parçalandıkça açığa çıkan kültürel kimlik Kürtler olacaktır. İşte ortaya çıkan bu durumu öncelikli olarak elbette ki Kürtler kendi varlıkları için değerlendirecektir. Arap, Fars, Türkmen, Çerkez, Ermeni halklarına karşı etik politik sorumluluk bilinciyle yaklaşacaklardır. Bundan öte yaşananlardan imha ve inkar anlayışında diretenler sorumlu utulacaklardır. Bunlar az mı tartışıldı? Filistin ve Rojava’da aynı dönemde yaşanan ağır bombardıman altında 10 Ekim’de TBMM Grup toplantısında konuşan iktidar ortağı parti şunları söylemiştir: Her varlık, öteki, farklı etnik kimliklere saygı duymalıyız, onların da kendilerini ifade etme hakları var. Geldiğimiz aşamada biz de değişmeliyiz, dedikten sonra devletin ve milletin adının Türk olduğunu ama vatandaşlık bağıyla devlete bağlı olan herkesin de kardeşleri olduğunu iddia etmiştir. Bu son vurgu hariç önceki cümleler oldukça felsefi olup (Hanna) Arendtvariydi. Heyhat kendi ruhuna ihanet etmişçesine bu konuşmayı yadsıdı: Vuracağız, kıracağız, yıkacağız, yorganımız kandır bizim, arş ileri marş ileri! Bir ileri iki geri. Yaşanan büyük tarihsel gelişmeler karşısındaki ruh hali bu “Kardeşiz.” Türk egemenlerinin Kürt gerçekliğine yaklaşımdaki patolojik durum büyük krizlere gebe. Küresel güç odaklarının içinde olduğu bir krizdir bu. Boşuna söylenmemişti beş on yıl sonra sürecin kıymetinin anlaşılmasını… Ve hala anlamamakta ısrar. Tarih hep büyük düşünenleri, önderliksel dehaları haklı çıkarmıştır.
Konumuzun sahnesi pozitif ve negatif tüm yönleriyle Ortadoğu. a) Demokratik siyaset Ortadoğu toplumlarının en zayıf olduğu alandır. Ulus devlet mekaniği bunun birinci dereceden sorumlusu olmakla birlikte son iki yüz yılda antiemperyalizm adı altında gelişen direnişlerin İslam ideolojisine dayalı şiddet, cihat çizgilerini aşmamış olmalarıdır. Bu tutum 1960’larla birlikte “Yeşil kuşak” adı altında Ortadoğu’nun kültürüne karşı bir saldırıya dönüşmüştür. 1980’lerde de kısmen bumerang gibi sahibini vursa da istihbaratların yönlendirmesiyle meşrulaştırma (hegemonyanın) aracı olmaktan kurtulamamıştır. Ortadoğu’nun en büyük üniversitesi El Ezher El Kaide, DAİŞ, Nusra gibi kafa koparan sınırsız şiddet yapılarını üretmekten öteye geçmemiş, demokrasi, demokratik siyaset gibi kavramlar batı icadı görülerek içi boş, “şeriatçılık” adı altında dogmatizmin iktidarı dayatılmıştır. Bu yapıların geliştirdiği sınırsız şiddet, terör operasyonları kadar toplumun doğasını tahrip eden, güçten düşüren başka bir zihniyet olamaz. Ulus devletlerin küresel güçler tarafından birbirleriyle çatışmaları, kendi içlerinde komplo, darbe, devrim adı altında giriştikleri katliamlara çeteci yapıların yaptıkları eklenince köle birey anlayışı daha da derinleşmiştir. Bir kez daha ulus devlet ile iktidar devlet odaklı devrimler anlayışı ile karşılaşmaktayız. Ortadoğu bunların hepsini yaşamıştır.
“Devrim” adı verilen iktidarcı oluşumlar eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi değerleri ortadan kaldırmıştır. Toplum sürüleştirilmiştir. Bu noktada Abdullah Öcalan Ortadoğu Sosyolojisi adlı eserinde “Bürokrasi ve sınıf sorunu” alt başlığında temel bir takım tespitler geliştirir. Gerçek devrim, der abartılmış ulus devletçi kültürün Demokratik Kültür tarafından aşılmasıdır. Dolayısıyla iktidar, devlet odaklı devrim perspektifini reddeder. Peki önerisi nedir?
a) Devrimleri iktidar ve devlet şartlarına bağlamamak,
b) Bunun yerine uzun süreli ahlaki ve politik değerlerine bağlamak,
c) Bunu da demokratik siyasetle gerçekleştirmek, toplumları demokratik siyasetle ayağa kaldırmak,
d) Her toplulukta demokratik örgütler kurmak,
e) Demokratik önderler yetiştirmek
f) Demokratik yaşam tarzını uzun süreli deneyimleyip oturtmak,
h) (Demokratik siyaset akademilerini sürekli kılmak),
I) Demokratik moderniteyi böylesine uzun süreli demokratik toplumların ulusal bütünlüklerinden oluşan bir yeni çağ olarak tahayyül etmek ve kuramlaştırmak, ekmek, su ve hava gibi yaşamsal görmek.
Kürtlerin evrensel tarihe katkısı
Konunun farklı boyutunu bir de ‘kültürel soykırıma karşı demokratik ulusu savunmak’ adlı eserin kuramsal çerçeve bölümündeki ‘İktidar ve demokratik yönetim’ başlığı üzerinden ele alalım. Demokratik siyaset ve amaçları, devrimsel boyutunu daha da özgün, tikel boyutta ele alır. ABD ve AB bile gasp ettikleri değerleri sınırlı düzede de olsa sivil toplum, birey, azınlık ve yerel yönetimlere aktarmak durumunda kalmışlardır. Bütünüyle yok saymanın kendilerine kazandırmayacağını biliyorlar. Ulus devlet gravatını da bu yüzden yumuşatıyorlar. Öyleyse onların çark ettikleri bu kirli aygıtı halklar niye tercih etsin? Niye peşinde koşup kendi doğalarını, yaşamlarını karşılığı olmayan bu araç için heba etsinler? Neden sistemin bu kanlı, kirli elbiselerini çöpten alıp üzerlerine geçirsinler?
Merkezi uygarlık sisteminin kurulduğu yerde, bölgemizde büyük bir hegemonya savaşı var. Bunu yaparken de inşa ettiği eski ulus devletleri parçalıyor. İflas eden bu sistemin en somut ifadesi Filistin-İsrail, Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Ukrayna’da gözlerimizin önünde duruyor. Burası büyük toplumsal devrimlerin, peygamberlerin merkezidir. Kürtlerin evrensel tarihe katkıları tespitlidir. Bu rol bir kez daha demokratik özerklik, konfederalizm olarak kendilerine yüklenmiştir. Henüz başlangıç aşamasında olan deneyimleri zamanla oturacaktır.
Temel mücadele demokrasi
Unutmadan başarsa bile ilkesel olarak iktidar ve devletleşme anlayışı esas alınmaz. İkinci yöntem ise devlet artı demokrasinin yüzlerce yıl bir arada yaşayacakları kestirilerek ilişki ve çelişkiler dikkate alınarak demokratik anayasal çözümü esas almaktır. Şu anda yürürlükte olan formül de budur. Dört parçadaki devletlerin özgünlükleri dikkate alındığında farklılıklar ön plana çıkacaktır. Yine de dar ulusalcı değil demokratik konfederal çözüm esastır. Bölgesel ve küresel güç odaklarının etkileri kaçınılmazdır. Ancak özne konumunu koruyan, yani örgütlü toplum ve topluluklar yeni çağın şekillenmesinde etkili rol oynayabilirler. Demokratik anayasal çözüm tüm bölge toplumlarıyla, varolan tikel devletlerle (hukuksal zeminde) bir arada yaşamayı geliştirebilecek bir formüldür. Bunun da temel mücadele ve inşa aracı demokratik siyasettir. Paradigmasal kavramlaştırmaya dikkat edelim. Demokrasi; formu olarak demokratik konfederalizm, demokratik özerklik, demokratik siyaset, demokratik toplum, demokratik birey, demokratik önderlik, demokratik modernite, demokratik anayasal çözüm… Her şeye damgasını vuran kavram demokrasidir. O da kavram, kuram ve kurumlara dayanır. Devrimsel dönüşümün tam da bu kavramda yaşanması gerekiyor. Bunu tüm boyutlarıyla kendi içinde sistemleştirmesi gerekiyor. Ortadoğu’daki büyük dönüşümü Kürt gerçekliğinin sağlaması bu noktada önemlidir. Demokratik siyaset büyük bir sorumluluktur. Sadece bir topluma karşı değil tüm halklara ve kesimlere karşı sorumludur. Demokrasi aşkı büyük bir özveri gerektirir. Moralli, arzulu, üretken, yaratıcı olmak için kurumsallığa işlerlik kazandırmak, toplumsal katılım, söz ve irade gücü haline getirmek, demokratik direniş bilincini arttırmak, kendi birikimlerini eğitimle korumak ve geliştirmek olmazsa olmazıdır demokratik siyasetin. Halka, öze dönüş ise dönemin en önemli şiyarı olmalıdır. Halk, özellikle özgürlüğün halkı demokratik siyaset okulunun ta kendisidir. Filistin ve Rojava’da yaşanan trajediler bunları söyletir ve hatırlatır.














