Kolektif mücadele hattı şart
Dosya Haberleri —

İHD'nin yeni Eşbaşkanları Cihan Aydın ve Oya Ersoy
İHD'nin yeni Eşbaşkanları Oya Ersoy ve Cihan Aydın ile yeni dönemde izleyecekleri politikayı ve yöntemlerini konuştuk
- Oya Ersoy: Ağır insan hakları krizine yanıt verebilecek güçlü ve kolektif bir mücadele hattı kurmaya ihtiyaç var. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olan Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik çözümünü savunmaya aynı kararlılıkla devam edeceğiz.
- Cihan Aydın: AKP, MHP ve DEM Parti komisyon üyelerinin İmralı’ya gitmesi, Öcalan’la görüşülmesi önemliydi. Bu, aşılması gereken bir eşikti. İHD olarak en kritik zamanlarda bile barış ve demokratik çözüm konusunda ısrarcı olduk. Bu ısrarımızı sürdüreceğiz ve imkan sağlanırsa daha aktif rol almaya hazırız.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Geçtiğimiz ay 15-16 Kasım tarihlerinde genel kurulunu gerçekleştiren İnsan Hakları Derneği (İHD), yeni dönem yönetimini belirledi. Genel kurulda Eşbaşkanlığa Oya Ersoy ve Cihan Aydın seçildi. Ersoy ve Aydın, insan hakları savunuculuğunun bugün hala en güçlü toplumsal dayanaklardan biri olduğunun altını çizerek yeni dönemde izleyecekleri politika ve yöntemleri gazetemize anlattı.
Hapishaneler son yılların en ağır kriz alanlarından biri haline geldi. Özellikle hasta mahpuslar ve ağırlaştırılmış infaz rejimi konusunda yeni yönetim olarak acil politika önceliğiniz ne olacak?
Oya Ersoy: Hapishanelerdeki hak ihlalleri İHD’nin kuruluşundan itibaren kesintisiz olarak en temel mücadele konusu olmuştur. Özellikle hasta mahpusların durumu artık doğrudan bir insani acil durum niteliği taşımaktadır. Ağır hasta mahpusların tahliyesinin önündeki idari ve siyasi engellerin kaldırılması gerekmektedir. Bizim ilk talebimiz, bağımsız sağlık kurul raporlarının esas alınması ve ATK’nin tek belirleyici olmaktan çıkarılmasıdır. Ağırlaştırılmış infaz rejimi; hem uluslararası insan hakları hukukuna hem de insan onuruna aykırıdır. Bu rejim, kişinin sosyal hayattan tamamen izole edilmesi, tek kişilik hücre koşullarında yıllarca tutulması ve sistematik bir psikolojik yıkıma maruz bırakılması anlamına gelmektedir. Bu rejim kaldırılmalı ve infaz rejimi insan hakları normlarına uygun şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
İdare ve Gözlem Kurulları tarafından şartlı tahliye süresi dolduğu halde çeşitli bahanelerle mahpusların tahliyesinin engellenmesi yaygın ve sistematik bir uygulama haline gelmiştir. Kendisini yargı yerine koyan, cezanın infazı süresini keyfi ve belirsiz hale getiren bu kurullar kaldırılmalıdır. Yeni dönemde önceliğimiz, hapishanelerde mahpusların başta yaşam hakkı olmak üzere en temel yaşamsal haklarını korumak, ağır hasta mahpuslar için acil tahliye mekanizmalarının işletilmesini sağlamak ve infaz rejiminin insan onurunu güvence altına alacak, insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi için mücadele etmektir.
İHD’nin yıllardır hazırladığı raporlara baktığımızda, Türkiye’nin insan hakları karnesi her yıl daha da ağırlaşıyor. Siz bugünkü tabloyu nasıl okuyorsunuz? Türkiye’nin insan hakları alanındaki en kritik kırılma noktası nerede yaşanıyor?
Cihan Aydın: Türkiye’nin insan hakları karnesini değerlendirirken, sorunun önemli bir kısmının Kürt sorunu etrafında şekillendiğini görüyoruz. Bu konuda belirlenen güvenlikçi politikalar, belli yumuşama dönemleri ve çözüm süreçlerini dışarda bırakırsak, neredeyse 50 yılı aşkın süredir aynı perspektifle yürütülüyor. Dolayısıyla bu güvenlikçi bakış açısı çok ciddi hak ihlallerine yol açıyor ve ihlalleri sürekli yeniden üretiyor. Bu anlamıyla, Kürt meselesi bağlamında temel hak ve özgürlükler sorununa bakmanın çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle meselelerin buradan ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Zira çözüm girişimiyle birlikte, her ne kadar son bir yılın verileri elimizde olmasa da, şubelerimizden gelen geri dönüşlere göre özellikle Kürdistan’da hak ihlallerinde bir düşüş olduğunu söylemek mümkün. Bu elbette tek başına Türkiye’nin demokratikleşmesi veya insan hakları karnesinin düzeltilmesi için yeterli değil. Türkiye, bir bütün olarak demokratikleşme hedefini önüne koymak zorunda. Bir yandan giderek artan bir otoriterleşme eğilimi var. Muhalefet odaklarına yönelik yargı ve siyasi operasyonlar sürüyor. Bu yönüyle Türkiye’nin demokratikleşme hedefinden oldukça uzak olduğunu söylemek mümkün.
Kadın cinayetleri, erkek devlet şiddeti ve cezasızlık politikaları giderek artıyor. Sizce Türkiye’de kadın kırımı olarak tanımlanan tabloyu doğuran yapısal etkenler nelerdir? İHD yeni dönemde kadın hakları mücadelesine nasıl bir yönelim getirecek?
Oya Ersoy: Türkiye’de kadınların erkekler tarafından katledilmesi bir kadın kırımı halini almıştır. Kadın katliamları ve kadına yönelik şiddet, bireysel suçlardan ya da münferit olaylardan ibaret değildir, politiktir. Yani kadına yönelik şiddetin nedeni yapısal, siyasal ve toplumsal boyutları olan derin bir eşitsizlik sistemidir. Öncelikle şunu söylemek gerekir, kadın cinayetlerinin ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetin artmasının en önemli nedeni, devletin kadınları koruma yükümlülüğünü sistematik biçimde yerine getirmemesidir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kazanılmış hakları hedef alan politik söylemler, şiddet faillerinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi ve kolluk birimlerinin koruma mekanizmalarını etkin işletmemesi kadına yönelik şiddeti beslemektedir. Kadın kırımı ancak devletin tüm kurumlarında toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan, failleri ödüllendiren değil hesap soran, kadınları özgürleştiren politikalarla durdurulabilir.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kadın hakları mücadelesi bizim için öncelikli olmaya devam edecek. Kadın Sekretaryamızla birlikte toplumsal cinsiyet temelli insan hakları politikalarını yaşamın her alanında hayata geçirmeye; kadın cinayetlerini, şüpheli kadın ölümlerini, devlet kaynaklı veya devletin koruyamadığı şiddet vakalarını düzenli olarak izlemeye, belgelemeye ve hazırladığımız raporlarla ulusal ve uluslararası mekanizmalara taşımaya ve İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Oldukça kırılgan olan ve bu anlamda ciddi hak ihlallerinin de yaşandığı alanlardan biri de çocuk hakları. Çocuk işçiliği ve çocukların güvencesiz alanlarda çalıştırılması dramatik biçimde yükseliyor. Aynı zamanda yoksulluk ve mülteci karşıtlığı çocukları doğrudan hedef haline getiriyor. İHD bu alanda nasıl bir izleme ve müdahale mekanizması kuracak?
Oya Ersoy: Bugün çocuk işçiliğinde, erken yaşta güvencesiz çalıştırmada, sokakta çalıştırılan ya da suça itilmiş çocuklarda gördüğümüz dramatik artış, doğrudan doğruya devlet politikalarının ve ekonomik-sosyal adaletsizliğin sonucudur. Türkiye’de çocuk işçiliğini besleyen en büyük etken emeği sömüren, başta eğitim ve sağlık olmak üzere en temel yaşamsal hakları piyasalaştıran neo-liberal ekonomi politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan derin yoksulluktur. Üstelik çocukların çalışması ve çalıştırılması yasak olduğu halde iktidar tarafından “bir eğitim modeli” olarak sunulan MESEM’ler aracılığıyla çocuklar, sermayeye ucuz iş gücü olarak teslim edilmektedir.
Mülteci karşıtlığı ve mülteci çocuklara yönelik ayrımcılık çocuk hak ihlallerini daha da ağırlaştırıyor. Mülteci çocukların büyük bir kısmı kayıt dışı, güvencesiz ve tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimleri sürekli engelleniyor. Son dönemde artan nefret söylemi ise çocukları toplumsal şiddetin doğrudan hedefi haline getiriyor. İHD olarak, çocukların eşit ve özgür bir birey olarak kabul edilmesi, Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tüm maddeleriyle uygulanması, çocukların anadilinde eğitimden sağlığa, güvenlikten sosyal destek mekanizmalarının sağlanmasına kadar tüm haklarının korunması için mücadele ediyoruz.
Bu kısımda size dönmek istiyorum. Ülke genelinde hak ihlallerinin hem çeşitlendiği hem de derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemi önceki dönemlerden ayıran yapısal farklar nelerdir? Hak ihlallerindeki artışı hangi politik atmosfer belirliyor?
Cihan Aydın: Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin başlamasından bu yana Kürt meselesi bağlamında özellikle yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi alanlarda bir düşüş olduğunu raporlarımızda söylemek mümkün. Ancak ekonomik ve sosyal haklar, çevre hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği gibi alanlarda ihlallerin giderek arttığını görüyoruz. Hala insanlar sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin en temel meselelerinden biri ifade özgürlüğüdür.
Çıkarılması düşünülen yargı paketleri ya da reformlar gözetildiğinde, ifade özgürlüğünü daha geniş ve özgürlükçü bir çerçeveye oturtacak düzenlemelere ihtiyaç var. Yargı bağımsızlığı ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Çeşitli dönemlerde çıkarılan reform paketleriyle bir ilerleme sağlanamadı çünkü mesele yapısal bir krizdir. HSYK’nin örgütlenme biçiminden hakim ve savcıların atamalarına kadar ciddi bir reforma ihtiyaç var. Bu konuda bir ilerleme kaydedilmeden Türkiye’nin demokratikleşme hedefinden uzaklaşacağı açıktır.
Türkiye’de neredeyse yüz yıldır devam eden ve kangrenleşen Kürt sorununu sormak istiyorum. Biliyorsunuz Mecliste kurulan Komisyon İmralı’ya gitti. Tüm bu görüşmelere ilişkin prosedürlerin, heyet bileşiminin ve görüşme yöntemlerinin nasıl şekillenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Bu noktada İHD’nin rolünü nasıl tanımlarsınız?
Cihan Aydın: Meclis Komisyonu bugüne kadar çok sayıda kişi ve kurumu dinledi. İzlenen yöntem aslında fena değildi. Önemli olan bundan sonraki süreç. Komisyonun dinlediği sivil toplum örgütleri ve kamu görevlilerinin aktardıklarından pozitif bir sonuç mu çıkarılacak, yoksa komisyon yine kendi bildiğini mi okuyacak? Asıl sorulması gereken budur. Komisyonun bileşimine ilişkin çok şey söylenebilir ama şu aşamada Komisyonun Meclis’e sunacağı/sunduğu rapora odaklanmak daha önemli.
AKP, MHP ve DEM Parti komisyon üyelerinin İmralı’ya gitmesi, Öcalan’la görüşülmesi açısından önemliydi. Bu, aşılması gereken bir eşikti. Barışın toplumsallaşması ve geniş bir tabana yayılması açısından da değerli bir gelişmeydi. İHD olarak en kritik zamanlarda bile barış ve demokratik çözüm konusunda ısrarcı olduk. Bu ısrarımızı sürdüreceğiz. Sivil toplumun sürece katılımı konusunda imkan sağlanırsa daha aktif rol almaya hazırız. Sağlanmasa bile çözüm sürecine dair atılması gereken adımlar konusunda uzmanlarla birlikte dünyadaki çözüm örneklerini inceleyerek barış meselesinin toplumun gündeminde kalması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Peki barış sürecinin olası zaman çizelgesi, şeffaflık ilkesi, kamusal bilgilendirme ve sürecin toplumsallaşması açısından baktığınızda İHD’nin bu görüşme sürecine nasıl katkı sunması gerektiğini düşünüyorsunuz? Hangi mekanizmalar olmazsa olmazdır?
Cihan Aydın: Müzakere süreçleri doğası gereği gizli yürütülebilir. Buna saygı duyarız. Ancak bu, sürecin tamamen gizli yürütülmesi gerektiği anlamına gelmez. Şeffaflık, denetlenebilirlik ve katılımcılık konusunda şu ana kadar çok ciddi eksiklikler olduğu açıktır. Sivil toplumun dinlenmesi önemli ama tek başına yeterli değildir. İHD, 40 yıldır Türkiye’deki insan hakları ihlallerini raporlayan, yetkilileri harekete geçmesi için zorlayan, davalar açan ve hak ihlallerini takip eden bir örgüttür. Çatışma çözümü, geçiş dönemi adaleti, hakikatle yüzleşme gibi konularda da güçlü bir bilgi birikimimiz var. Bu birikimi sürecin hizmetine sunmak istiyoruz. Bunun için şeffaflık ve katılımcılığın artırılması gerekir. Sürecin ikinci aşamasında tarafların bu konulara daha fazla özen göstereceğini ve sivil topluma alan açılacağını umut ediyoruz.
Son soru olarak, Genel Kurul sonrası yeni yönetiminizin öncelikli başlıkları nelerdir? İHD’nin kurumsal kapasitesini ve etki alanını geliştirmeye dönük hangi yeni yöntemleri hayata geçirmeyi düşünüyorsunuz?
Oya Ersoy: Önümüzdeki dönem içinde bulunduğumuz ağır insan hakları krizine yanıt verebilecek güçlü ve kolektif bir mücadele hattı kurmaya ihtiyaç var. Dünyada insan hakları rejimi derin bir çözülme yaşıyor. Devletler, hem demokrasi hem hukuk taahhütlerinden uzaklaşmış durumda; uluslararası insan hakları hukukunu bağlayıcı görmüyorlar. Türkiye’de de insan haklarına dayalı bir rejim fikri büyük ölçüde terk edilmiştir. Hakların kullanımı istisna haline gelirken hak ihlalleri kural haline geldi. Böyle bir tabloda insan hakları alanını genişletmeye ve kurucu rolünü yeniden tesis etmeye her zamankinden fazla ihtiyaç var.
Dünyada ve bölgede savaşların yoğunlaştığı bir dönemde Türkiye’de 40 yıldan uzun süredir süren çatışmalı ortamın sona ermesi başlı başına önemli bir kazanımdır. Bu süreçte arkadaşlarımızı, üyelerimiz ve yöneticilerimizi kaybettik. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olan Kürt meselesinin barışçıl, demokratik ve adil çözümünü savunmaya aynı kararlılıkla devam edeceğiz. Barışın toplumsallaşması; kolektif bir gelecek için travmanın etkilerinden arınmak, adil ve kalıcı bir barış için hakikat komisyonlarının kurulması, ağır insan hakları ihlallerinin açığa çıkarılması, adalet ve onarım mekanizmalarının oluşturulması için mücadele edeceğiz.
Cihan Aydın: En temel çalışma alanlarımızdan biri çözüm sürecinin desteklenmesi ve barış sürecine evrilmesi olacaktır. Bu konuda tüm şubelerimizle birlikte çalışmalar yürütmeyi hedefliyoruz. Çözüm sürecini takip etmek, barış fikrinin geniş halk kesimlerine ulaşmasını sağlamak için çalışmalar yapacağız; raporlar hazırlayacağız, uzman görüşlerine başvuracağız ve bu raporları sürecin aktörlerine ileteceğiz.
Bir diğer öncelik, Türkiye’deki otoriterleşme eğilimi ve buna bağlı hak ihlalleri konusunda çalışma yürütmek olacaktır. Demokratikleşme için denge ve denetleme mekanizmalarının yeniden kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Hapishaneler de temel çalışma alanlarımızdan biri. Hasta mahpusların serbest bırakılması için çabamızı sürdüreceğiz. AİHM kararlarının uygulanması ve mahkeme kararlarının yerine getirilmesi için kamuoyu oluşturacak ve ilgili çevrelerle temaslarımızı sürdüreceğiz.














