İnsan neden sever?

Doğan Barış ABBASOĞLU yazdı —

  • Sevgi ahlaki bir değerdir. Hiçbir bilgi bir insanın sıcaklığı, şefkati, merhameti kadar insanı sağlıklı ve mutlu kılamaz. Gücü kutsayan, öteki ile olan ilişkisini tahakkümle kuran ve bize ezelden beridir var gibi gelen bu hegemonya düzenini kabul eden modern insan, narinliğini zerafete, zayıflığını birliğe dönüştüren korkularını birbiriyle aşan özünü elbet keşfedecektir.

Günlük olarak tecrübe ettiğimiz, hatta zaman zaman hayatımızın temel nedeni, özelliği olarak tanımladığımız duyguları, davranışları bir nedene, bir anlama kavuşturma konusunda pek de yetenekli olduğumuz söylenemez. Bunun nedenini; düşüncenin, daha ayrıntılı ifade etmek gerekirse insan doğasını, toplumu, dünyayı, evreni, iyiliği, kötülüğü anlama çabasına muktedir olan düşüncenin, insan sosyalleşmesini çok geriden takip etmesi olarak tanımlamak mümkün.

İnsanlar bugünkü anlamıyla komplike bir düşünce yeteneğine sahip olmanın evvelinde seviyordu. Bunu basit bir mantık yürütmeyle öne sürmek belki fazla iddialı olabilir. Ama en azından şunu diyebiliriz: Sevmek eylemi -bir eylem olarak nitelendirilebilirse eğer- bir bilgi birikimine illa ihtiyaç duymaz. Salt bilgiyle sevmeyi ne açıklayabilir ne de bir bilime dayanarak bunu izah edebiliriz.

Biyolojiyle, anatomimizin taşıdığı özelliklerle sevmeyi açıklamak çabasına girdiğimiz zaman ise basit, yavan ve hiçbir derinlik taşımayan sonuçlara ulaşmaktan kurtulamayız. Hiç şüphesiz ki sevmenin biyolojik kaynakları var ama günlük hayatımızda bile edindiğimiz tecrübeler bize biyolojik açıklamanın yetersiz olduğunu gösterecektir.

‘Sevgi tüm varlığımızı zenginleştirir’

İnsan tek başına olağanüstü zayıf bir biyolojik varlıktır. Salt fiziksel özellikleriyle tek başına ele alındığı zaman insanın doğada tutunması bir mucizedir. Dünya bu narin varlık için korkunç deneyimlerle doludur ve yazgısı kaçınılmaz bir yok oluştur.

Bütün bunların farkında olmak belki de bize Dünyayı güzelleştiren biricik duygumuzu kazandırdı: sevmek….

Bertrand Russell, çok naif, sıcacık bir şey söyler: “Bu soğuk, zalim dünyaya karşı duyduğumuz korkularımız kendimizi korumak ve izole etmek için katı kabuklar oluşturmamıza neden olur. Ama sevginin hazzı, özelliği ve sıcaklığı dünyevi korkuların üstesinden gelmemizi ve yaşama daha çok katılmamızı sağlar. Sevgi tüm varlığımızı zenginleştirir.

Bir ömür boyu süren sevgi

Anneliği düşünelim. Şüphesiz ki biyolojik bir durumdur. Bir kadının anatomisinin annelikle birlikte nasıl değiştiği üzerine binlerce araştırma mevcuttur. Bilim bize anneliği neredeyse doğanın kurduğu bir tuzak olarak anlatır.

Ama biz bu duyguları hayatımızda tecrübe ediyoruz. Çok farklı şekillerde gerçekleşen sevgi, bir anne ve çocuğu arasındaki ilişkiyi o kadar zenginleştirir ki bu soy sürdürme ilişkisinden çıkarak bir ömür boyu taşıdığınız bir duygusal duruma dönüşür.

Sevgi ve özgürlük

Özgürlük, özgürlük talebi, özgürlük mücadelesi büyük siyasi iddialar taşıyan kavramlar gibi gözükse de dinamiği çok basittir. İnsanlar ortak değerlerini benimsediği, anladığı ve kendi özgünlüğünde uyguladığı yaşam tarzına uyumluluk gösteren bir topluluk içinde yaşamak ister. Otoriteyle ilişkisini inşa edilmiş bir yolla değil, doğal olarak kurmak ve seçmek ister. Anlaşılmak, anlamak ve bilmek ister.

Bu özgürlük tanımı, küçük gruplar halinde doğal otoriteyle yaşayan küçük topluluklar için son derece geçerli bir durumdur. Bir iddia olarak neolitik ve öncesinde var olduğunu düşündüğümüz bu toplumların üzerinde inşa edilen hegomonik siyasal yapılar, temel dayanağı korku ve güvenlik olan, insan doğasına yabancı bir sistemi kademe kademe geliştirdi.

İnsanın tabii ki korkuları ve güvenlik kaygıları her zaman vardı. Ama ilk insan toplulukları bu korkularını birbirlerine dayanarak yani sevgiyle -ki bu muhtemelen çok primitif bir formdaydı-, doğal otorite oluşturarak yani özgürlüklerini koruyarak aşıyordu.

Devletin ortaya çıkışı sürecinde insanın hegomonyayla yaptığı anlaşma lanetli bir kadere koşmanın ilk adımıydı.

Bir ahlaki değer olarak sevgi

Sevgi, ahlakın ölçülediği bir değer olmaktan ziyade, ahlaki bir değerdir. Mevcut dünya düzeni içinde biz, bizden olmayanı, ötekini ancak siyasal-politik bilgiyle, hakla, hukukla kabul yönünden değerlendirdiğimiz ve hayatımızı mecburiyetler ve görevlerle tanımladığımızdan kaynaklı olarak sevgi ve sevme eylemini ahlaki bir değer olarak ele almaktan uzağız. Bu aslında bizim insanlığımızdaki eksik kalan yönümüzle ilgili değil, toplumsal yapımızla daha fazla bağlantılı.

Sosyologlar ve nörobilimcilerin bir insanın sosyal ilişkilerini sağlıklı olarak düzenleyebileceği bir çevre nüfusu olarak belirlediği rakam 150 civarı. İnsanların bundan daha büyük topluluklardaki ilişkilerini düzenlemek için kendi insan kalitelerinin dışında ve insan özelliklerinden uzak araçlar kullanması gerekiyor. Bu rakam çok büyüdüğü zaman da bu araçlar insanın doğasından gelen özelliklerde daha da uzaklaşıyor.

Küçük toplulukların kendi içlerinde çok daha barışçıl ve hoşgörülü olmalarının anahtarı da burada yatıyor. Birbirine ihtiyaç duyan toplum bireyleri, ahlaki bir değer olarak sevgiyle birbirlerinin bakış açılarını ve duygularını anlayabilir. Sevgiyi eğer insan doğasının bir paçası olarak değerlendirirsek insanlar doğru koşullarda çok daha adil, hoşgörülü ve barışçıl bir toplum geliştirebilirler.

Modern insanın sevgi sorunu

Daha önceki bir yazıda da Fransız antropolog Franz Boas’ın 19’uncu yüzyıldaki Inuit topluluklarına yönelik araştırmasının sonuçlarına yer vermiştim.

Inuit kabilelerinin toplumsal yaşamlarında normlar yazılı değildi ama toplumun bireyleri tarafından iyi anlaşılırdı. Oldukça zor koşullarda yaşayan kabile toplumsallığa derin bir şekilde ihtiyaç duyduğu için toplumda şiddet, kavga son derece nadir görülen ve ayıplanan bir durumdu. Liderlik, gıda paylaşımı, evlilik ve diğer kabilelerle ilişkiler gibi konular da yine müeyyidesi zayıf kurallarla idare edilirdi. 

Bütün bunların bir sevgi ilişkisi dışında gelişebileceğini düşünebilir miyiz? Burada yine tekrarlamak yersiz olabilir ama yine de tekrarlamakta fayda var. Buradaki sevgi ilişkisinde modern anlamda anladığımız yoğunluk yok. Bu ilişki güçlendiren, korkulardan arındıran, güvenlik sağlayan bir ilişki olarak görülmeli.

Modern insan, toplumla birlikte kendini güçlendirmek yerine hegemonik sistemin kendini kalifiye haline getiren araçlarıyla; birbiriyle geliştirdiği ilişkiyle korkularını aşmak yerine inanç sistemleriyle;  birbirine düşük düzeyde tehdit oluşturacak küçük topluluklar halinde yaşayarak güvenliğini sağlamak yerine devasa ölüm makinalarıyla yaşam düzenini kurduğu için bugün sevgi tanımında, sevgiyi anlamlandırmakta çok farklı bir yerdeyiz.

Toplumsallığın yetersizliği…

Bunları niye anlatıyoruz? Binlerce yıl önce kaybedilmiş bir şeyi çocukça bir arzuyla geri istediğimizden mi?

Tabii ki değil…

Sevgi insan doğasının bir parçasıdır. Hemen hemen bütün boyutları bizim seçimlerimizden çok uzak olan dinamikler tarafından belirlenen hayatımız boyunca elde ettiğimiz tecrübeler bizi, doğal olmayan bir düzenin aygıtlarının gücüne inandırmış durumda.

Bu aygıtlar bize kabuklar örmemizi, duvarların arkasında yaşamamızı, insanların kötü olduğunu ve onlardan korunmamız gerektiğini, yaşamımızı sağlıklı ve mutlu bir şekilde idame etmek için tek şansımızın onları beslemek olduğunu bize anlatır.

O yüzden modern insan, kendi bireysel alanı ve o bireysel alanında olanların çıkarları için empatiden uzak, diğerlerini görmezden gelerek bir yaşam düzeni kurmak ve onu korumak için elinden geleni yapar.

Ve nihayetinde korkularını insan sıcaklığıyla değil, kendi doğası dışındaki yapıların kudretiyle çözmeye çalışır.

Tabii ki bu nafile bir çabadır.

Depresyon modern büyük topluluklar içinde yaşayan insanların hastalığıdır. Depresyondaki bireyin anlam bulamama sorunu bir anlam arayışının başarısızlığından değil, yapısal bir sorundan gelir. Bunu anlaşılmaz ve çözümsüz kılan tıbbın yetersizliği değil, toplumun, toplumsallığın yetersizliğidir.

Sonuç olarak tekrar gibi olacak ama defalarca vurgulamak gerekiyor. Sevgi ahlaki bir değerdir. Hiçbir bilgi bir insanın sıcaklığı, şefkati, merhameti kadar insanı sağlıklı ve mutlu kılamaz. Gücü kutsayan, öteki ile olan ilişkisini tahakkümle kuran ve bize ezelden beridir var gibi gelen bu hegemonya düzenini kabul eden modern insan, narinliğini zerafete, zayıflığını birliğe dönüştüren korkularını birbiriyle aşan özünü elbet keşfedecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.