İnsanın kozmostaki yersizliğine dair

Forum Haberleri —

Kosmos ve insan

Kosmos ve insan

  • Modern dünyadaki insan türünün bu durumu vahim sonuçlar yaratmaktadır. İnsan varlığına yer tesis etme sorunu kuşkusuz en önemli uğraş alanların birisidir. Çünkü insan günümüzde parçalanmış bir konumdadır.
  • Yaşanmış bütün tarihsel süreci göz önünde bulundurarak, her zamankinden daha fazla tefekkür ederek, parçalanmış insanı bütünlüğüne kavuşturmaktır. Kendimizden daha fazlası olabilmek için bütünde buluşmak zorundayız.

MEHMET ERBAY

Homo sapiens-sapiens olarak bizler bu evrende çok ama çok yeniyiz.. Canlılar aleminde milyonlarca tür varoldu, yaşadı ve sonrasında yokoldu. Yok olan hiç bir tür dünyayı da kendisiyle beraber götürmeye yeltenmedi ama galiba biz, yani son insan türü olan sapiens-sapiens, şu gelinen noktada öyle anlaşılıyor ki; yerküredeki bütün canlılığı kendiyle beraber götürmeye oldukça kararlı görünüyor. Akış halindeki doğa, araçsal doğaya dönüştü insanın elinde.

Kısa bir tarihçenin ardından devam edelim.

Büyük patlama ve Evrenin yaşı… 13.8 milyar yıl

Samanyolu Galaksisi… 13.6 milyar yıl

Güneş Sistemimiz ve Dünya… 4.5 milyar yıl

Homo Erectus… 2 milyon yıl

Homo Sapiens… 300 bin yıl

Homo Sapiens-Sapiens… 160 bin yıl

Afrikadan dünyaya yayılışımız… 100-70 bin yıl

Göbeklitepe… 12 bin yıl

Tarım… 10 bin yıl

İlk şehirler Çatalhöyük-Eriha…  9 bin yıl

Yazı- Kitap… 5 bin yıl

İlk semavi din… 2 bin yıl

Sonun başlangıcı muhtemelen Göbeklitepe ile başladı, Neolitik evrim denen tarım süreci ile devam etti ve nihayet ilk semavi dinlerle yolculuk nihai amacına ulaştı. Peki, ne oldu bu bu süreçte? Daha önce başka herhangi bir türde olmayan bir şekilde, insan türü kendini doğadan ayrıştırıp yavaş yavaş Eşref-i Mahlukat haline gelmeye çalıştı. İnsan doğaya karşı keşfettiği gücünün sarhoşluğunda daimi kalmayı arzuladı. Diğer türler gibi kainatta misafir olmanın tevazusunu yaşayacağına, sahip olmanın kibrine büründü. Yaşamın içinde diğer canlılar gibi paydaş olan insan adeta kimin yaşayacağına karar verecek bir konuma sahip oldu. Dolayısıyla bu büyük kibir sonucunda insan bütün doğal şeyleri kendi çıkarlarına hizmet edecek birer araç gibi görmeye başladı.

Ay üstü alemde dünya her şeyin merkezinde ve sabitti. Ay altı alemde ise insan her şeyin merkezinde ve sabitti. Gözün gördüğü her şey adeta insanın varlığının baki kalması için yaratılmıştı. Canlılar arasında hiyerarşi çok net çizilmişti. En üstte insan, onun altında hayvanlar, onun altında bitkiler, onun da altında cansız maddeler. Tür olarak insanın doğanın cömertliğini kavramasıyla hemen akabinde onu sömürmeye kalkışması ne yazık ki çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Bu doğadan kopuş ve ona yabancılaşma hali tahripkar bir hal alıyordu. Çünkü bunun sonsuzca olduğunu varsaymıştır insan, oysa evren sonsuzdur ama insan yaşamı sonsuzca değildir.

İnsan doğanın paralelinde simgesel bir yaşam alanı yaratarak, kendini bilişsel olarak doğadan koparmış oldu. Mitler ve hikayeler aracılığıyla yaratılan bu simgesel dünya artık tek gerçeklik haline geldi. Dolayısıyla doğa insanın yokediciliği karşında saygınlığını yitirdi. Doğaya olan bu yabancılaşma aynı zamanda insanın kendine olan yabancılaşmasını da doğurdu.

Ama katı olan her şey gibi bu şiddet durumunun da bir sonu mutlaka olmalıydı.

Galileo ve Kopernik’le beraber dünya artık evrenin merkezinden çıkmış oldu. Üstelik sadece çıkmakla da kalmayıp evrende sadece basit bir mavi nokta haline geldi. 19. yüzyılda özellikle Darwin ve Wallace ile beraber insan, canlıların merkezinden çıkmış oldu. Tıpkı diğer varolan binlerce tür gibi bir türdü sadece. Weber ve Durkheim öncülüğündeki modern sosyolojiyle beraber insan sürekli çevresi tarafından belirlenen ve yekpare olmayan bir varlık haline gelmiş oldu. Ve son olarak Freud ve Kahneman ile insan, aklın yanında belki de akıldan daha çok bilinç-altı bir takım tahayyüller ve duygusal refleksler tarafından şekillenmiş bir varlık konumuna gelmiş oldu.

Modern dünyadaki insan türünün bu durumu vahim sonuçlar yaratmaktadır. İnsan varlığına yer tesis etme sorunu kuşkusuz en önemli uğraş alanların birisidir. Çünkü insan günümüzde parçalanmış bir konumdadır. Bütün bu söylenenler olumsuz gibi görünmekle beraber, aslında yeni bir yaşam biçimini tasavvur etmek için olanak da sağlar ve yine bütün bu söylenenler zihinsel dönüşümün mutlak bir gereklilik olduğu ortaya koyar. Doğaya, yaşama ve biraradalığa saygınlığını, tıpkı başlangıçta olduğu gibi yeniden vermek zorundayız. Aynı şekilde özgür olmak için de bu gereklidir. Özgür olmak tarihin insana doladığı bütün sargı bezlerini teker teker söküp atmaktır, ta ki çıplaklığa varana dek, tıpkı doğadaki gibi.

Son olarak ve yeniden söylemek gerekirse çözüm; yaşanmış bütün bu tarihsel süreci göz önünde bulundurarak, her zamankinden daha fazla tefekkür ederek, parçalanmış insanı bütünlüğüne kavuşturmaktır. Kendimizden daha fazlası olabilmek için bütünde buluşmak zorundayız.

Binlerce yıldan sonra, belki de ilk defa, yine aynı coğrafyada, gelecek eskiye dönüyor ama çok daha farklı bir şekilde. Ortadoğu’da Kürt eliyle gelmekte olan barış; insanı, doğayı ve yaşamı yeniden bütünlüğüne vardırmak istiyor.

Savaşların hızla arttığı, ülkelerin savunma harcamalarına daha fazla kaynak aktardığı ve büyük kıyımların yaşandığı şu günlerde bunları düşünmek fazla mı ütopik geliyor? Evet, belki öyle.?

Ama yine de, ne olursa olsun hakikatin payını da vermek gerekmez mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.