İnsanların yaşamı yok etmediği bir dünya için

Hatice ERGÜN yazdı —

  • Kahramanlığın moderne sinmiş eril kodlarını silkelediğimizde, bir başkasının/ötekilerin hikâyesini silerek değil, diğerleriyle birlikte yeryüzünün, dolayısıyla, kendimizin hikâyelerini yazabildiğimizde barışa bir adım yaklaşırız.

Din temelli İsrail Devleti Ortadoğu’daki varlığını militarizm üzerinden devam ettiriyor. İsrail istisna değil. Ulus-devletlerin tarihi silahlanma, savunma sanayi ve silah ticareti üzerinden akıyor. İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırım, İsrail Devleti’nin kuruluşunun gerekçelerinden olan Yahudi Soykırımı’na öykünüyor. Bu öykünmede soykırımı seyreden, doğrudan ve dolaylı destek veren medeni devletler merkezde yer alıyor. “Nazi Almanyası” örneğinden bildiğimiz, ancak savaşla var olabilen ulus-devletler savaşın doğrudan ya da dolaylı tarafları konumunu alırken, bir etnik grubun tarihsel mağduriyetinden beslenen savaş çığırtkanları yaşanılabilir bir dünya ihtimaline zarar veriyor.

Bütün bunların karşısında, böylesine muazzam şiddet tutkunluğuna rağmen hâlâ barışta, yaşam hakkında direnenler var. Hâlâ vicdanıyla hareket edenler... İsrail’in İran’a saldırısından hemen önce Gazze’deki ablukayı barışla kırmak amacıyla yola çıkan Özgürlük Filosu, dünya genelinde İsrail’ın savaşkanlığına karşı düzenlenen barış protestoları, bugün Filistin’de gerçekleşen soykırımı reddeden Yahudiler faşizmin hükmünün toplumsal alanlarda, gündelik hayatta henüz geçersizliğinin kanıtı, en azından sistematik olarak yerleşmediğinin. Bu gerçeği her gün hatırlamak yaşadığımız dönemde içine kıstırılmaya çalıştığımız örgütsüzlüğün, bireysel-şahsi alanların duvarlarının ötesini görebilmemizi, bu duvarların yıkılabileceğini, geçilebileceğini gösteriyor. Unutmak, durakalmak en büyük hatamız olur. Hatırlamanın en önemli dayanaklarından biri sıkça zor zamanlar olarak tanımlanan bu dar zamanlarda tarihe bakmak olsa gerek. Barışın tarihine, barış taleplerine, barışın özgürlük addedildiği çağrılarda ortak nokta, barışın salt iki (ulus-) devlet arasında silahlı çatışmanın olmaması değil buna yol açan toplumsal, siyasal koşulların vurgulanması...

Mart 2024’te Tayland’daki Beşinci Dünya Kadın Yürüyüşü toplantısında kabul edilen İnsanlık İçin Kadınların Küresel Şartı ve Bu Dünyayı Mümkün Kılma Koşullarında barışın, eşitlik, özgürlük, dayanışma, adalet için önkoşuldur: "Barış ... kadınlarla erkekler arasındaki eşitlik, hakların korunması ortadan kaldırılması, herkesin onurlu ve şiddetsiz bir yaşam sürmesi, istihdam, gıda, barınma, giyim, eğitim için yeterli kaynaklara sahip olması, yaşlılıkta korunma ve sağlık hizmetlerine erişim hakkı"nın uygulamaya konulmasıdır. Yapısal barış perspektifine dayanan bu tanımda, iki devlet arasında savaşın olmamasının barışı garantilemediğine, barışsızlığın nihai sonucunun şiddetin kitleselleşmesi olduğuna işaret edilir.

Nitekim, Feminist  Bağış Ağı’nın Eylül 2002’de yayınladığı Vicdan Bildirgesi: Feminist Bir Barış Bakışı’nda bu bağlantı belirginleşir: "Yeryüzü Vatandaşları olarak saldırganlık ve şiddetin olmadığı bir yaşam sürme hakkına sahibiz ve bu bildirgeyi okuyan herkesi kendi terörizm deneyimlerini eklemeye ve barış özgürlüğünü tekrar tekrar beyan etmeye çağırıyoruz. ‘Kötü’ karşısında ‘iyi’ retoriği geçersizdir. Bütün muharebelerde ‘iyinin’ hedeflendiği iddia edilir. Ama zafer genellikle daha fazla ölümle, annelere ve çocuklara tecavüzle kız çocuklarının cinsel hizmetçiliğe zorlanmasıyla kutlanır. Yaşamı yaratan ve besleyenler şiddet içeren çatışmaların ilk ve son kayıplarıdır. Şiddeti ekenler kahraman ilan edilir."

Oysa, kahramanlığın/kahramanca edimlerin savaş ortamlarında mümkün olmadığına, zira, kahramanlığı yaratıcı edimlerle tanımlamak gerektiğine işaret eden ikna edici okumalar da var: Kahramanın "her bir hikâyenin merkezinde duran ... özneler" (Arendt, The Human Condition, 1998: 184) olduğundan hareket ettiğimizde, barışın olmadığı, kitlesel şiddetin hüküm sürdüğü savaş ortamlarında öznelerin aynılığını, kahramanlığın anonimliğiyle örtmek insanların yeryüzündeki ortaklaşa hikâyelerini, dolayısıyla, birlikte yaşayabilmenin gündelik kodlarını silmeyi, yaratmak yerine yok etmeyi, her birimizin barışın kurucuları, eyleyicileri yerine, savaşın harcadıkları ya da savaşla beslenenler olmamız riskini beraberinde getirir.

Belki, kahramanlığın moderne sinmiş eril kodlarını silkelediğimizde, bir başkasının/ötekilerin hikâyesini silerek değil, diğerleriyle birlikte yeryüzünün, dolayısıyla, kendimizin hikâyelerini yazabildiğimizde barışa bir adım yaklaşırız. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.